22 Ekim 2016 Cumartesi

Allah'a Çağırmak Görev mi Gösteriş mi? "İbadetin Gizlisi Makbuldür" Sözü Ne Kadar Doğru?

İslam’ı öğrenmeye başladığım andan bugüne dek, gün geçtikçe insanların Kur’an gerçeklerine daha fazla uyandığını görmek beni mutlu ediyor. Genç nesil içinde Kur’an’ı eline alıp anlayarak okumaya çalışan, Peygamberlerin gerçek sünnetini görmek ve Allah’ın indirdiği dini uydurma-iftiralardan arındırarak, dinini İslam’ın özüne has kılarak yaşamaya çalışan ve bunu da çekinmeden internet sayfalarında paylaşan kişileri görmek beni mutlu ediyor. Allah’ın Kur’an’da bizlere verdiği öğütleri ve gerçek dini anlatmaya gayret göstererek sürekli dini paylaşım yapıyorlar. 






Bazı insanlar, mümin arkadaşlarımızın çabalarından rahatsız olup onları gösteriş yapmakla itham ediyor. Dini bilgi ve ibadetlerini yansıtmamaları gerektiğini, zaten bunları gizli yaşamalarının daha makbul olduğu yönünde eleştiri yağmuruna tutuluyorlar.

Bu yazımda, insanları Kur’an öğütlerine davet eden ve ibadet ettiklerini gizlemeyenlerin, gösterişle itham edilmesinin ne derece doğru olduğu ya da ibadet-inançlar yansıtılmadan gizli yapılsa daha mı makbul olacağı, dini inançlarımızı yansıtmamızın doğru olup-olmadığı iddialarına cevap vereceğim inşallah.

Öncelikle mümin bir insanın hayat rehberi Kur’an’dır. Allah, hayat rehberimiz Kur’an’da, Peygamberleri anlatarak, onlarda güzel örnekler olduğunu vurgulamakta ve onları örnek almamız gerektiğini bizlere bildirmiştir.

Andolsun ki, Allah’a ulaşmayı dileyenler için Allah’ın resulünde güzel örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21.ayet)

Bakalım, Allah’ın öğütlerini (Kur’an ayetlerini ve Kur’an gerçeklerini) insanlarla paylaşmak, bir mümin için gereklilik mi yoksa sadece hobi mi?

Yine de yüz çevirirlerse artık sana düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.
(Nahl Suresi, 82.ayet)

Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını görmektedir.
(Ali İmran Suresi, 20.ayet)

İnanıp, hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır. (Asr Suresi, 3.ayet)

Emrolunduğun şeyi açıkça bildir. (Hicr Suresi, 94.ayet)

Görüldüğü gibi mümin birisi için, tebliğde bulunmak, insanları hakka yani Allah’a davet etmek, dini bir gerekliliktir. Kur’an’ı anlayarak okuyan birisi için olması gereken tavırdır.

Hac Suresi, 62.ayet: Allah, hakkın ta kendisidir.

Hobi (zevk) olarak düşüneceksek, evet mümin bir kimse Allah’ın gerçek mesajını hatırlatmak ve duyurmaktan mutluluk duyar. Dolayısıyla mümin bir insana, “dini paylaşımlarda bulunmaması gerektiğini” söylemek yersiz olacaktır. Çünkü, bu dini bir yükümlülüktür. Yahut müminlere dini paylaşımlarını azaltması gerektiğini, insanların bunu gösteriş ve heves olarak algılayacaklarını söylemek; şeytani bir vesvese olacaktır. Müminler, hayra ve barışa yönelik işlerini eksiltmeye çalışanların tuzak laflarına kapılmaz. (ki İslam’a sürekli çağırmak ve gerçek İslam’ı yansıtmak en büyük hizmetlerden biri)

Özetle; dini paylaşımlar yapmak, İslam hakkında insanlara tebliğde bulunmak, dini öğütler vermek, Kur’an gerçeklerinden bahsetmek, insanları Allah’a çağırmak gibi hayra yönelik davranışların hiçbirinden “beni gösteriş yapmakla itham ederler” düşüncesi ile vazgeçmemelidir mümin.

Namazın çok güzel bir şey olduğunu ifade etmek (ki bu durumda namaz kıldığımızı da ifade etmiş oluyoruz aslında) iyilik ve güzelliği belirlenen bir davranışa insanları özendirmeye çalışmak olacaktır. Mümin kadın ve mümin erkeklerin iyilik olarak belirtilen davranışlara özendirmeleri gerektiğini gene Kur’an ayetleri bizlere bildirmiştir:

Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyilik ve güzelliği belirlenene özendirirler. Kötülük ve çirkinliği belirlenenden sakındırırlar. (Tevbe Suresi, 71.ayet)

Öyleyse insanlardan namaz kıldığımızı saklamaya, dinen bir gereklilik yoktur. Allah, namaz kıldığımızı saklamamızın daha hayırlı olduğunu bildirmemiştir. Zaten Cuma günü kadın-erkek tüm iman edenler topluca Allah’ı anmaya çağrılmıştır. (Cuma 9.ayette ya eyyuha: ey, ellezine amenu: iman edenler, kelimeleri kullanılmış cinsiyet belirtilmemiştir.) Yani insanların içinde Allah’ı anmanın bir sakıncası yoktur, bundan kaçınmamıza da gerek yoktur. Belki bizi gözlemleyen ve henüz tam anlamıyla yüzünü dine dönmemiş kişiler de dini yaşayışın gerekliliği hakkında düşünecektir.

Allah, namazı gösterişle kılanlardan bahsetmektedir. (Bkz: Maun Suresi, 5.ayet) İbadetlerini; el çırpma gibi anlamsız, içi boş hareketlere dönüştürmüş insan örnekleri vermektedir. (Bkz: Enfal Suresi, 35.ayet) Namazın kötülüklerden alıkoyması gerektiğine dikkat çekmesine rağmen, namaz kılıp kötülük peşinde koşan nice insan vardır. (Bkz: Ankebut Suresi, 45.ayet) Onlar da namazın özünü layıkıyla kavrayamamış kimselerdir.

Lakin, gerçek bir mümin, dini kimliğini ortaya koyduğunda, onun gösteriş yaptığını düşünenler varsa bu düşünce onların kendi zannıdır. Zan da dinimizde günahtır. Kur’an’a göre namaz kıldığımızın belli olması veya namaz-ibadet yönünde öğütler vermemiz, dini duygularımızı göstermemiz günah değildir; bunları gösteriş amacıyla gösteriyorsak günahtır! Bunu da ancak ALLAH BİLEBİLİR, insanlar ancak kafalarından atıp tutmuş ve kötü zanda bulunmuş olur!

Ey iman edenler! Zandan kaçının çünkü zannın büyük bir kısmı günahtır. (Hucurat Suresi, 12.ayet)

Mümin kardeşlerimize karşı, onlar İslam hakkında tebliğde bulunduklarında, gece-gündüz Allah’tan bahsettiklerinde onlara gösteriş yapıyorsun ithamında bulunanlar ancak zanda bulunmuş olur. Çünkü, kardeşlerimizin kalplerini açıp bunu gerçekten içten mi yoksa gösteriş amaçlı mı yaptıklarını görmeleri mümkün değildir. Sadece zannederler. Bir mümine, güzel öğüt ve davranışlarını sergilediğinde, gösteriş yapıyorsun diyen; yahut başkaları gösteriş yaptığını düşünür kendini belli etme, şeklinde kendince iyilik(!) yaptığını sananlar; Kur’an ayetlerini bir zahmet eğer kendileri gerçekten Allah’tan korkuyorsa tekrar gözden geçirsin!

Bir de utanmadan, kardeşlerimize biraz da boş konulardan bahset, hep dinden bahsetme diye akıl vermeye kalkarlar. Kendilerince iyiyi öğütlediğini zannederler! Oysa, mümin kimse boş şeylerden yani dolayısıyla boş sözlerden de yüz çevirmiş kişidir!

Ve onlar, boş şeylerden (boş sözlerden) yüz çevirenlerdir. (Müminun Suresi, 3.ayet)

Namazımızda tamamen sesimizi kısmamamız gerektiğini, ama bağırarak da kılmamamız gerektiğini Allah bizlere bildirmiştir. (Bkz: İsra Suresi, 110.ayet) Allah dualarımızı gizliden etmemizi bildirirken, (Bkz: Araf suresi, 55.ayet; Araf Suresi 205.ayet) aynı zamanda dualarımızı başkalarıyla paylaşmamızı da ayetlerle serbest kılmıştır. Örneğin, İbrahim Peygamber, babasına kendisi için af dileyeceğini söylemekle örneklendirilmiş (Bkz: Meryem Suresi, 47.ayet), Yakup Peygamber de oğullarına kendileri için af dileyeceğini belirtmiştir (Bkz: Yusuf Suresi, 98.ayet). Yani, dualarını belli edenlere kısıtlama getirmeye çalışmak yanlış olacaktır. İnsanlarla birlikte ibadet etmekte de sakınca yoktur, zaten savaşta, Hacda ve Cuma günleri müminler toplu ibadet etmektedir. Dolayısıyla namazımızı başkaları görebilir. Namazda sesimizi tamamen kısmamamız gerektiği de bildirildiğinden yanımızda duran bir kişi namazımızda kurduğumuz dua cümlelerimizi duyabilir. Kur’an’da dua ayetleri vardır, ayetleri paylaşmamız da Allah’ın bizleri yönelttiği bir davranıştır.  

Dikkatimi çeken bir nokta da, önyargıların çoğu başörtüsüz kadınlara yahut modern giyimli erkeklere karşı oluyor. Oysa Kur’an’da Nur Suresi 31.ayette başörtüsü diye çevrilen kelime hımar’dır bu kelime sadece örtü demektir. Ayette göğüs açıklarına örtülerini koysunlar/vursunlar denmektedir.(vel yadribne, ve li yadribne) Salsınlar fiili de geçmez. Başörtüsüz kadınların dini paylaşımlarını gösteriş amaçlı olarak yoranlar var. (Allah bazı bölgelerimizin gizlenmesini belirtmiştir, Araf 31’e göre her süs gizlenilmesi gerekli süs sınıfında değildir)

Takva; otomatikman cüppe ve sarıkla da olmuyor, kara çarşafla peçeyle de... Zaten kara çarşaf ve peçe, mümin bir kadının kaçınması gereken kıyafetlerden. (Araf 31 ve Ahzab 59.ayete göre) Başörtüsü dini bir kural olsaydı bile, başörtüsüz birinden takvada daha üstün olduğumuzu iddia edemezdik. İnsanın en bilinmeyen günahlarını bilen Allah’tır, bizler değil. Kimse de kendisini tertemiz görmemeli. (Bkz: Necm Suresi, 32.ayet)

Takva hayatımızın geneline yayılmış bir şey. Herhangi bir yakınımız, bizi, bir konuda yalan söylemeye çağırabilir. Onu reddettiğimizde de arkamızdan “aman dinle kafayı bozmuş, ne günah olacaksa 1 tanecik yalan, kapris yapıyor işte” şeklinde dedikodumuzu yapabilir. Bunları da gösterişe yorabilirler. “Zina yapmam, helal eşimi bekliyorum” desek bunu da “aşırı namuslu ayağına yatıyor” diye yorumlayabilirler. “Allah için dekolte giymiyorum” desek bunu da eleştirirler. Yani, kötücül insanların ağzı durmayınca durmuyor. Onlar, bizim her ahlaki tavrımızı çeşitli laflarla kirli göstermeye çalışabilirler. Bize düşen sabretmek, onları memnun etmek adına Allah’ın memnuniyetinden vazgeçmemek.

Kur’an okuduğumuzu gizlememiz daha güzel bir şey olarak övülmez. İbadetler içinden zekat verme konusunda eğer ki gizlersek bir kısım günahlarımızın affedileceği söylenir. Zekat verdiğini gizlemeyen eleştirilmemiştir! Açıkça zekat verdiğini gösteren, maddi yardımda bulunduğunu söyleyen kişinin de güzel bir davranışta bulunduğu bildirilmiştir. Muhtaç insanlara yardım ettiğimizi gören bazı kişiler de şefkat duygularını hatırlayarak, yardım etme konusunda motive olabilirler. Maddi yardımlarımızı açıklamamızın böyle bir hikmeti olabilir. Gizlemenin de gizlememenin de bazı güzellikleri vardır yani. Maddi yardımlarını açıklamayı Allah güzel bir davranış olarak değerlendirmiştir, insanların en çok göz boyayabileceği böyle bir konuda bile Allah yardımları göstermeyi çirkin görmemişken, müminlerin ibadet ettiklerini gizlemeleri ve Allah’a bağlılıklarını yansıtmamaları gerektiği yönünde ısrarcı olmak kimsenin haddi değildir!

Birbirine saygı duyması gereken demokratik bir toplum inancına sahip insanların, müminlerin zararsız davranışlarını kısıtlamaya çalışmaları, kendi hayat görüşleri ile de çelişmektedir. Bu tip insanlar hem kendi hayatlarında özgür olmayı isterler sonra da müminlerin kişisel tavırlarına dil uzatırlar.

Maddi yardımlarınızı açıklarsanız bu da güzeldir. Ama onları gizler ve yoksullara bu şekilde verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır, günahlarınızın bir kısmını örter. (Bakara Suresi, 271.ayet)

Kuran’a davetten bu kadar korkmaya gerek yok. Müslümanım diyoruz ama Kuran’a çağıranlara çağırma diyebiliyoruz. Bu nasıl oluyor, anlamak güç? Kuran okuyan birisinden bile, “çok sıkıldım dini paylaşım yapmandan sürekli” sözleri duyuyorum. Sıkılan varsa, paylaşımlarımızı okumasın, kimseye silah zoruyla okutmuyoruz. Birileri sıkılıyor diye “az paylaşayım” demek zorunda değiliz. Mümin gücünün yettiğince uğraşmaya çalışır, kimseyi hoş etmek için hayır işlerini eksiltmez. “Boş şeyler de yazayım bari tepki geliyor” demek zorunda değiliz çünkü müminler boş işlerden yüz çevirmiştir. 

Biz kimsenin bekçiliğini yapmıyorsak, kimsenin de bizim bekçiliğimizi yapmaya hakkı yok.

Seni onlar üzerinde bekçi yapmadık. (Enam Suresi, 107.ayet)

Herkes bilsin ki, müminlerin hayır yolundaki çabalarını ve güzel davranışlarını; türlü cümlelerle yıpratmaya çalışanlara ve dünyevi şeylere davet edenlere Allah hükmünü verecektir.

12 Ekim 2016 Çarşamba

Türkçe Namaz Kılınabilir mi? Kuran'da Rekat Sayısı, Uzun Secdede ve Rükuda Kalmanın Fazileti ve Namazda Okunabilecek Dualar

 KUR’AN’DA FİZİKİ NAMAZ İBADETİ VARDIR
Günümüzde bazı kişiler tarafından, Kur’an’da namaz diye bir ibadet şekli yoktur denip kıble, secde, rüku gibi fiziki hareketleri anlatan kelimelere soyut anlamlar verilerek, bu ibadet kaldırılmaya çalışılıyor. Oysa rüku-secde-kıyam-kıbleye yönelmek fiziki bir eylemi anlatan kelimelerdir.
Rüku kelimesine “Allah’tan başkasına eğilmemek” anlamını verip tamamen fiziki bir hareketi ifade eden “ayakta iken eğilmek” anlamı atılıyor. Oysa Kur’an’da, Allah bize hiçbir yerde, bir ayette bir kelimeyi 2 farklı anlamda kullanmadığı, yahut hiçbir ayette bir kelimenin birkaç anlamı varsa anlamlar içerisinden istediğimizi seçebileceğimizi bildirmemiştir.
Dolayısıyla, Kur’an’da eğer bir kelimenin birkaç anlamı varsa, eğer anlamlar arasında birbirine zıt anlamlar yoksa (hem önüne dön derken hem arkana dön demiyorsa) yahut bir anlamı seçtiğimizde apaçık başka bir ayetle çelişmiyorsa mevcut anlamların hepsi alınmalıdır. (örneğin kadını dövmek olarak çevrilen darabe kelimesi kaba bir şekilde uyarı yapmamak ayetleri ile çeliştiğinden darabe kelimesinin diğer anlamları alınır). Amma rüku, secde gibi kelimeler için böyle bir durum yoktur.
Örneğin, Arapçada yedi kelimesi hem sayısal olarak 6 dan sonra gelen rakamı ifade eder hem de “çok sayıda” anlamına gelir. Dolayısıyla bizler, bir ayette 7 deniz ifadesi gördüğümüzde bunu hem rakamsal anlamda 7 tane deniz hem de çok sayıda deniz olarak düşünürüz.
Kıyam (ayakta durmak), rüku (ayakta iken dizlere doğru eğilmek), secde (kıvrılarak alnımızı yere koyarak kapanma) kelimeleri geçmektedir ve ne anlama geldikleri BİLİNİR VE AÇIKTIR. Örneğin, ben size “koşmak” deyince “hızlı adımlarla sekerek yürümek” anlamını ifade ettiğimi anlıyorsunuz. İşte, kıyam, rüku, secde kelimeleri de indiği her dönemde KOŞMAK kelimesi kadar bilinir ve anlaşılır olmuştur. İnsanların gözünde masa deyince nasıl bir obje canlanıyorsa, secde deyince de fiili bir hareket canlanmıştır.
ANLADIĞIMIZ DİLDE (TÜRKÇE) NAMAZ KILMAK
Kuran’a göre namaz, ne dediğini bilmek ve anlamakla yerine getirilir.
Sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar, …, namaza yaklaşmayın.
(Nisa Suresi, 43.ayet)
Bu yukarıdaki ayetten 2 şeyi anlıyoruz. Örneğin, şarap içmemiz dinimizde yasak. Ama diyelim ki şarap içme gafletine düştük ve günah işledik; Allah bu durumda dahi bizi namaza yöneltiyor. Ayete göre eğer ki sarhoşluk halimizde ne söylediğimizi bilir bir halde isek namazımızı kılabiliriz. Bu ayete göre diğer anladığımız ve bu yazının konusu açısından en önemli kısım ise ALLAH NAMAZIMIZDA NE DEDİĞİMİZİ BİLMEMİZİ İSTİYOR. Yani, bugün Arap olmayan pek çok Müslümanın yaptığı gibi, ne söylendiğinin bilinmediği, ezbere dualar okunan namazdan razı değil. Bunu yapanı affedebilir bu ayrı bir konu, ama BİZLERDEN İSTEDİĞİ NE DEDİĞİMİZİN FARKINDA OLMAMIZ.
Bütün Peygamberler, gittikleri toplumda kendi ana dillerinde ibadet etmiş ve onlara da ana dillerinde ibadet etmeyi öğretmiştir. Nitekim Son Peygamberimizin Arapça konuşmasının ve Kur’an’ın Arapça olmasının sebebi, muhatap olunan ilk toplumun Arap olmasından ötürü olduğu bildiriliyor. Gönderilen tüm Peygamberler ve diğer kutsal kitaplar da gittiği toplumların dilinde olmuştur.
Eğer biz onu başka dilde bir kitap yapsaydık, onlar “bunun ayetleri açık (anlaşılır) olmalı değil miydi? Araplara başka bir dil mi?” diyeceklerdi. (Fussilet Suresi, 44.ayet)
Biz her Peygamberi, onlara dinlerini açıklasın diye, ancak kendi toplumunun lisanıyla gönderdik. (İbrahim Suresi, 4.ayet)
Görüldüğü gibi, ayetler açık ve net. Tüm Peygamberlerin ve gönderilen her kitabın dili ancak muhatabı olunan ilk toplumun dilinin ne olduğu ile alakalıdır. Son Peygamberimizin Arapça konuşması ve Kur’an’ın Arapça olmasının tek sebebi de ÖNCE ARAP BİR TOPLUMUN UYARILMASININ ALLAH TARAFINDAN UYGUN GÖRÜLMESİ İLE ALAKALIDIR. Yoksa, İsa Peygamberimiz gibi diğer pek çok Peygamberin dili, Tevrat’ın, İncil’in dili nasıl ki hiçbir DİNİ KUTSALLIĞA SAHİP DEĞİLSE, ARAPÇANIN DA HİÇBİR DİNİ KUTSALİYETİ YOKTUR. Eğer, sırf gönderilen vahyin dilinden ötürü bir dil kutsal görülecekse, Allah bu zamana kadar her dilde vahiy indirdiğinden HER DİL KUTSAL GÖRÜLMELİDİR.
Kur’an’ın ve Peygamberin dili Arapça diye ibadetlerin özellikle Arapça telaffuzla yapılması sevap kaynağı olmuyor. Bugün bozulmuş olmalarına rağmen, Tevrat ve İncil de Allah tarafından indirilmiş kutsal kitaplardı. Dilleri de farklıydı. Neden İncil ve Tevrat’ın dili kutsal sayılmıyor? Gelen Tüm Peygamberler kendi dilleri ne ise o dilde namaz kıldılar. Neden diğer Peygamberlerin dillerinde namaz kılıyor olmak GÜNAH OLARAK LANSE EDİLİYOR? BU DÜPEDÜZ İFTİRADIR. Namaz, bildiğiniz üzere Muhammed Peygamberimizle insanlığa ilk defa emredilmedi. Adem Peygamberimizden beri namaz emredildi ve tüm farklı dillere sahip toplumlar tarafından uygulandı. Muhammed Peygamberimizden başka bir sürü Peygamber geldi ve her ümmete farklı dillerde vahiy indi. Hepsi kendi dillerinde namaz kıldı, kendi dillerinde vahyi okuttu öğretti, halkına kendi dillerinde ibadet etmeyi öğretti. Neden? Çünkü kul anladığı dilde ibadet etmeli, ibadetinde ne dediğini bilmeli, vahiyde ne dediğini ANLAMALI.
Peygamberimiz de diğer Peygamberlerimiz gibi anladığı dilde yani anladığı dil de Arapça olduğu için Arapça namaz kıldı. Peygamberimize uymak istiyorsak, namazı Arapça kılmakla değil, o anladığı dilde kıldığından bizim de anladığımız dilde kılmakla mümkün olur. “Diğer Peygamberler farklı dilde kılmış olabilir Amma O Son Peygamber, o yüzden biz ille de Son Peygamberimiz gibi kılmalıyız” diye itiraz edeceksek, Peygamberimiz Son Peygamber olmakla hiçbir AYRICALIKLI KONUMA ULAŞMAMIŞTIR. Zaten Müslümanlara, Peygamberler arasında ayrım yapmak yasaklanmıştır. Müslüman bir kişi Kur’an ayetlerine göre, hiçbir Peygamberi diğerinden farklı görmez, ayrıcalıklı görmez, hiçbir Peygamberi diğerlerinden üstün tutamaz. Peygamberler arasında üstünlük sıralaması yapamaz. BİR MÜSLÜMAN BÜTÜN PEYGAMBERLERİ EŞİT DERECEDE DEĞERLİ VE EŞİT DERECEDE ÖRNEK GÖRMELİDİR. KUR’AN’IN EMRİ BUDUR.
Bir Müslüman şunu söylemeli ve uygulamalıdır:
Allah’ın Resullerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız. (Bakara Suresi, 285)
Allah’a ve O’nun Resullerine iman edip onlardan birini, ötekilerden ayırmayanlara gelince, Allah böylelerinin ödüllerini yakında kendilerine verecektir. (Nisa Suresi, 152.ayet)
Peygamberimiz de Ahkaf Suresi 9.ayette kendisinin diğer Peygamberlerden türedi (farklılaşan, farklı bir şey ortaya çıkaran) olmadığını söylüyor. Bu ayeti Resullerin ilki değilim şeklinde çevirseler de bu çeviri yanlış bir çeviri. Ayette geçen Bid’an kelimesi türedi olmamak anlamına geliyor.
Dolayısıyla hem Son Peygamberimize hem de diğer Peygamberlere uymanın yolu anladığımız dilde ibadet etmekten geçiyor. Nisa Suresi 43.ayette, Allah’ın namazda ne dediğimizi bilmemizi istediğini görmüştük. Benim gördüğüm bir diğer ayrıntı da şu, ALLAH NE DEDİĞİMİZİ BİLMEMİZİ VE NE DEDİĞİMİZİ BİLDİĞİMİZ KELİMELERİ SESLİ BİR ŞEKİLDE İFADE ETMEMİZİ İSTİYOR. Yani, Arapçasını söyleyeyim içimden Türkçesini geçireyim değil de, ÖNCELİKLİ OLARAK ANLADIĞIMIZ DİL HANGİSİ İSE ONU SESLİ SÖYLEMEMİZİ İSTİYOR. Ana dilimiz Arapça değilse, biz içimizden ancak tercümanların yaptığı gibi çeviri yaparak namazımızı kılmış oluyoruz. Ama Allah, namazımız için kullandığımız kelimeleri dışarı vurmamızı (İsra Suresi 110.ayette) ve ne dediğimizi bilmemizi istiyor. O halde biz ne dediğimizi bildiğimiz kelimelerle ve bu kelimeleri dışarı vurarak namazımızı kılmalıyız.
Yani, özetle Türkçe namaz kılmak, yapılabilir ve bize daha güzel gelen olduğundan değil; emirlere en uygun olan olduğundan yerine getirilmelidir.
Örneğin, bazı insanlar yurt dışında yaşar yabancı dili ana dili gibi kullanır. ya da yabancı bir dili – aynı ana dili gibi- söylendiği anda kavrayacak düzeye gelirler. Eğer bizim de Arapçamız bu düzeydeyse elbette Arapça da kılabiliriz. İngilizcemiz bu düzeydeyse İngilizce de kılabiliriz.
Cennette konuşulacak dil hakkında kesin bir delil verilmemiştir ama eğer ki cennette herkes Arapça konuşacaksa da, bu, bizim dünyadaki ibadetlerimizi Arapça yapmak için bir neden değil. Orada Arapça konuşmak farklı bir konu, dünyada bildiğimiz dilde ibadet etmemiz gerektiği ayrı bir konudur.

UZUN RÜKU VE UZUN SECDEDE KALMANIN FAZİLETLERİ, NAMAZIN REKATLARI KONUSU
Günümüzde Müslümanlar, genellikle Kıyam’da dualarını okur, Rüku ve Secdede birkaç saniye kalır ve sonra hemen tekrar Kıyam’a geçerek dualarını okumaya devam eder. Oysa, Kur’an’a göre kıyam-rüku-secde hareketleri namaz için bir bütündür, dualar daha çok Kıyam’da yapılır, Secde ve Rüku da tespih cümleleriyle bir iki saniyede geçirilir gibi bir kavram yoktur. Tam tersine Kur’an’da namazlarda uzunca rükuda ve uzunca secde de kalmak faziletli bir davranış olarak ifade edilmiştir.
Günümüzde Müslümanların secdeden sonra yaptıkları ve namaza dahil ettikleri oturup dua etme, Kur’an’a göre namaza dahil değildir. Lakin, Kur’an’da namazdan sonra ayakta, yan yatarak veya oturarak Allah’ı anmamız emredilmiştir (Nisa Suresi 103.ayet). Muhtemelen Peygamberin namazdan sonra oturarak dua ettiğini görenler bunu namazın içinde olan bir hareket olarak algılamıştır.
Gene Kur’an’a göre namazlarımızın rekat sayısının şartı verilmemiştir. Nasıl ki vereceğimiz zekatın miktarı sayısal olarak belirtilmemiş ve herkesin gönülden bağışladığı kadarının zekat yerine geçeceği bildirilmişse; namazın süresi ve rekat sayısı da kişinin kendi gönülden yaptığına bağlıdır. Peygamberimiz kendisi için namazlarında değişik rekat sayıları uygulamış olabilir, bunu da şart sanmış olabilirler, fakat nasıl ki Peygamberin verdiği zekat miktarı kadar zekat vermemiz şart değilse; onun kıldığı süre kadar da kılmamız şart değildir. Namazın rekat sayıları, muhtemelen Peygamber öldükten sonra Müslümanları bir düzene tabii tutmak amaçlı imamlar tarafından oluşturulmuştur.
Kur’an’da iftar vakti Akşam namazının (Leyl vaktinin) girmesi yani güneşin batması ile başlar. Akşam namazı vakti havada hiçbir ışık huzmesinin kalmadığı ana dek sürer. Allah bu vakitte yemek yeme ve içmeyi serbest kılmıştır. Buradan da anlıyoruz ki, mümin, namaz için belirtilen sürenin tamamını ibadetle geçirmek zorunda değil. İbadet süresi içinde hem namazını kılabilir hem de yemek yeme gibi dilediği farklı işleri yapabilir.
Rüku ve Secdeyi de aynı Kıyamın öneminde düşünmeli, bu hallerde de Allah’ı uzunca anmalıyız. Rüku ve Secdede birkaç saniye değil de aynı Kıyamda kaldığımız gibi dakikalar ayırırsak Allah’ın gösterdiğini uygulamış oluruz.
Allah namazımızı savaş ortamında kısaltabileceğimizi bildirmiştir (Nisa suresi 101.ayet), buradan yola çıkarak namaz kısaltılabilir olduğundan bazılarınca 2 rekat olduğu düşünülmüştür. Mümin, 1 rekatı 10 dakika olarak da geçirebilir 5 dakika olarak da. Dolayısıyla burada kısaltılan rekat değil, süredir. O yüzden namaz en az 1 rekat olmalıdır.
Ben geçen senelerde genellikle 2 rekat kılıyordum, bu sene ise namazlarımı genellikle 3 rekat kılıyorum. Namazlarımı eğer ki hasta değilsem en az 10 dk genellikle 10-15 dk arası bir sürede kılıyorum. Örneğin Kıyamda 3 dk kalmışsam Rükuda da 3 dk kalıyorum. Yani Rüku ve Secdeyi Kıyamdan daha kısa olacak şekilde geçiştirmiyorum, hepsini dengeliyorum. Hatta genelde en uzun süre olarak Secdede kalıyorum.
Allah, uzun Secde ve Rükuya dikkat çekmiş, tüm namaz vaktinin ibadetle geçirilmemesini serbest kılmış, bunun dışında savaşta namazı kısaltabileceğimizi söylemiş. Tüm bunlar bana gösteriyor ki namaz toplamda 2-3 dakikalık bir ibadet olmamalı. Belli bir süresi yok, 3 dakikalık namaz kabul olmaz demiyorum ama Kur’an’a baktığımda namazın mümin için doyurucu bir süresi olmalı. Kafada uzun bir kalıp olarak algılanan özel bir vakti ifade etmeli. Benim için bu vakit en az 10 dakika olarak uygun geliyor.
Kur’an’da namaz kılmasına rağmen lanetlenmiş insanlardan, kötülük yapan insanlardan bahsedilir. Eğer ki namazlarımız bizi daha takvalı yapmakta motive etmiyorsa, kıldığımız namazda bir sorun var demektir. Namazımızda kendimize hatırlattığımız şeyleri yeterince içselleştiremiyoruz demektir.
Kur’an’a göre namaz kötülüklerden alıkoyan bir ibadettir. Bizi iyiliğe sevk eder. Ahireti hatırlatır. Yaratıcımızla buluştuğumuz ve belli vakitlere mahsus olan çok özel bir ibadet şeklidir. Namaz ile günde sadece 30 dakika anacağız diye bir şart yok. Allah pek çok an ve durumda kendisini anmamızı bize farz kılmıştır (bu konu ile ilgili yazıları aşağıda paylaşacağım inşallah) Kendisini sürekli ve çok anmamıza da dikkat çekmiştir. Sadece namazda değil, günlük hayatımızda çok kere Allah’ı hatırlamalıyız. Namaz aynı zamanda, bizi Allah’ı daha da çok anmaya sevk etmeli.
NAMAZDA HANGİ DUALARI OKUYABİLİRİZ?
Namaz, Allah’ı övdüğümüz, O’na sığındığımız, dertlerimizi açtığımız, dualarda bulunduğumuz, Yaratıcımıza yöneldiğimiz, kişisel olarak bütün dert ve isteklerimizi belirttiğimiz, takvalı olmak için motive olduğumuz, kötülüklerden yüz çevirip iyilikler yapmak için kendimize hatırlatmalar yaptığımız çok özel bir ibadettir. Yaratıcımızla baş başa olduğumuz bir andır.
Bu çok kişisel, kişiye has bir ibadettir. Bu yüzden, Allah, namazımızda edeceğimiz dualarda da bizi serbest bırakmıştır. İlle de şu duayı edin, ille de beni övecek başka kelimeler kullanmayın, kendi kişisel dertlerinizi ve isteklerinizi bana dilediğiniz gibi açmayın DEMEMİŞTİR! Allah örneğin, namazda ESMAÜL HÜSNA okunmaz gibi bir şey belirtmemiştir. Aklımıza gelen, kullanmak istediğimiz her duayı kullanabiliriz. Kendimiz özel olarak kendi oluşturduğumuz dualar ve Allah’ı öven cümleler ile de namazımızı kılabiliriz. Çünkü, namazın anlamı tam da bu! Kişisel olarak beslendiğimiz ve dualarımızda özgür olduğumuz bir ibadet!
Şahsen ben, yıllardır kendi oluşturduğum Allah’ı övdüğüm dualar ve kendi oluşturduğum beni dünyada iyi bir insan kılacak ve Ahirette güzel bir yere ulaştıracak isteklerimi, dünyalık-ahiretlik isteklerimi, kendi özel o anki zamana has isteklerimi belirten dualar ediyorum. Kuran’da geçen duaları da kullanıyorum. Namazdan sonra Allah’ın anılması emredildiğinden, namazdan sonra da Esmaül Hüsna dediğimiz Allah’ın isimlerini anlamları ile okuyorum ve bu isimlere has kısa dualar ediyorum ya da gene Kur’an’da geçen Allah’ı öven ayetleri okuyorum.
Türkçe namaz kılmak istiyorum ama nasıl dualar edeceğimi bilmiyorum; diyenler çok. Bu yüzden size bazı tavsiyelerde bulunabilirim. Namazınız için tavsiye ettiğim duaları anlamları ile ezberleyebilirsiniz. Namaz kılarken de bu duaları ezbere değil anlayarak söylediğinizin farkında olun inşallah.
Türkçe namaz kılmak çevrenizde kimse böyle kılmıyor diye tuhafınıza gidebilir. İnsan psikolojisini az çok biliyoruz, bu durum sizi üzebilir ve Türkçe kılmaktan çekinebilirsiniz. Bu yüzden içiniz rahat olsun, Türkçe kılacak olan bir tek siz değilsiniz. Ben ve pek çok tanıdığım arkadaşım Türkçe kılıyoruz. Bizim gibi Türkçe kılan pek çok insan olduğunu da internetten vs görüyoruz. Zaten insanoğlu var olduğundan beri pek çok farklı dilde namazlar kılınmış. Muhtemelen eski Türkçe dilinde de namaz kılanlar oldu. İnanın, bu şekilde namazlarınızın sizi nasıl daha iyi bir bilince ve huzura ulaştırdığını göreceksiniz. Bu sayede, namazı bırakmak bile söz konusu olmuyor, çünkü namazın bir ihtiyaç olduğunu çok daha iyi idrak etmiş olacaksınız Allah’ın izniyle.
NAMAZDA EDEBİLECEĞİNİZ BAZI DUA TAVSİYELERİ
Allah’ın sıfatlarını ve anlamlarını okuyabilirsiniz. Bununla birlikte Allah’ın isminin size hatırlattığı kendi kişisel dualarınızı ekleyebilirsiniz.Misal Allah’ın Latif ismini söyleyerek Lütfunun bol olduğunu belirttiğinizde dünyada ve ahirette size nimet vermesini dileyebilirsiniz. Allah’ın sıfatlarının olduğu listelere her yerden ulaşabilirsiniz. Bazı Kur’an meallerinde var. Bu isimler, Allah’ın Kur’an ayetlerinde özelliklerini bildirmek için belirttiği isimler.
Nas, Felak gibi kötülüklerden koruyan dualar edebilirsiniz. Fatiha gibi Kur’an’da geçen duaları Ayetel Kürsi gibi Allah’ı öven ayetleri okuyabilirsiniz. Kur’an’da geçen duaları kendiniz internetten araştırabilirsiniz. İçinde Kur’an’da geçen duaların olduğu küçük el kitapçığı tarzında yayınlara, kitapçılardan ulaşabilirsiniz.
Size, namazlarınızda kullanabileceğiniz Kur’an’da geçen bazı dua ayetlerinin numaralarını yazdım:
Müminun 97-98, Neml 19, Ali İmran 8, Ali İmran 53, Kasas 16, Ali İmran 194, Ali İmran 192, Yunus 85-86, Araf-89, Bakara 120, Müminun 109, İbrahim 40, Haşr 10, Mümin 8-9, Furkan 65, İsra 80, Meryem 4, Tahrim 8, Ali İmran 38, Ali İmran 191, Mümin 7, Tevbe 129, Nisa 75, Enbiya 83, Yusuf 86, Kasas 24, Ali İmran 173, Bakara 286, Meryem 5-6, Ali İmran 26, Bakara 129, Ali İmran 35, Tevbe 59, Kasas 22, Müminun 29, Araf 43, Yusuf 67, Kehf 24, Kalem 51-52, Felak Suresi, Nas Suresi, Tegabün 1, İsra 108, Mümin 3, Rad 30, Fatiha Suresi, Ankebut 30, Enbiya 89.
İnşallah namazımızı anlayarak ve Allah’ın emrettiği gibi huşu/saygı içerisinde kılalım.
Namazımızı şekilcilikten çıkartarak, içini Kur’an’ın gösterdiği ışıkla dolduralım ve dolu dolu bir namaz kılalım ki namazımız bizi kötülüklerden alıkoyup iyiliğe yöneltsin.
Unutmayalım, namaz kılmasına rağmen cehennemlik olan bir sürü kişi var. Çünkü onlar namazı da iyiliğe yöneltecek şekilde yerine getirmiyorlar. Namazımız bize Ahireti, Hesap gününü, İyi insan olmayı, Allah’tan çekinmeyi hatırlatsın inşallah.

Allah Kur’an’da namazın kurtuluş için önemine yeterince dikkat çekiyor ama “Namaz kılmayıp iyilik edersen kurtulursun, namaz o kadar önemli değil zaten çok az yerde namazdan bahsediliyor” gibi cümleler duyabiliriz bu tarz kötü niyetli sözler bizi rahatlığa sürüklemesin. Namazdan 1-2 yerde bahsedilmiyor lakin, zaten Kur’an’da bir uyarının 1-2 defa geçmesi onu daha az önemli yapmaz. Allah da 1-2 defa geçen uyarım daha az önemli tarzında bir şey demiyor zaten. Kur’an’a göre Allah uyarı da bulunur ve Allah bir şeyi emrettiyse konu kapanmıştır. Kur’an’da çok büyük olarak adlandırılan günahlara da az değinilip geçildiği görülebilir. Çünkü uyarı uyarıdır. Müslümanlar uyarıyı yerine layıkıyla getirmekle mükelleftir.

Konu ile alakalı olan şu yazıları da okuyabilirsiniz:

Bu emirlerin Kuran'da geçtiğini kaç kişi biliyor? 


Namaz Harici Tespih edin kelimesi ile ifade edilen Allah'ı anma ve Övme vakitleri (Tespih İbadeti) 



Peygamberler arasında Üstünlük Farkı var mı? En Üstün Peygamber Son Peygamber mi? Peygamberimiz Allah'ın Habibi mi? 




6 Ekim 2016 Perşembe

Uzmanların Tavsiyelerini Kur'an Süzgecinden Geçirelim

PSİKOLOGLARIN ÖĞÜTLERİNİ, KURAN İLE KARŞILAŞTIRALIM
Psikolojinin bir bilim olarak tarihe çıkışı 19.yy’a denk gelir. Bugün psikologların bazı tavsiyeleri, Kur’an merkezli bakış açısı ile oldukça uyumlu. Psikologlar, bireyin rahat bir şekilde, içsel olarak huzurla hayatına devam edebilmesi için bazı tavsiyelerde bulunuyorlar.
Öfkenizi yutun diyorlar – Allah da böyle buyuruyor
Dedikodu yapmayın bu sizin kendinize saygınızı yitirmenize neden olur diyorlar – Allah da dedikodu yapmayın buyuruyor
Kötülüğü güzellikle savın diyorlar – Allah da böyle buyuruyor
Elinizde olan güzel şeylere karşı farkındalık sahibi olun diyorlar – Allah da bunu farkındalık kelimesi ile değil de şükretme kelimesi ile buyuruyor.
Kendinize iyi şeyler telkin edin diyorlar – Allah da bizi dua ve ibadetlerle iyi duygu ve düşüncelere yönlendiriyor. İbadetlerin kötülüklerden (duygu ve davranış anlamında) alıkoyucu etkisini bildiriyor. Güzel düşünün güzel davranın buyuruyor.
Affedin diyorlar- Allah da affedici olmamızı buyuruyor.
Unutulmaması gereken nokta şu, Psikolog bireyin her seçimini yargılamaz. Cinsellik alanında İslam’a göre iffetsiz olan bazı durumları, kumar oynamasını, verdiği borcu fazlası ile geri istemesini, önemsiz görünen bir yalanı ve Kur’an’ın ahlaksız olarak adlandırdığı pek çok davranışı da ahlak dışı olarak yorumlamaz. Psikologlar, yapılmasını tavsiye ettikleri pek çok davranışı da ahlaki olarak adlandırmaz. Çünkü ahlakın ne olduğu Psikolojinin konusu değildir. Psikoloji bireysel yaşamda kafa rahatlığını sağlama, kişinin hayatını daha kaliteli hale getirme, ruhsal rahatsızlıkları giderme yönünde bazı çözümler üretmeye çalışır.
Her psikoloğun da hayata bakışı farklıdır, bazen bir psikologdan bir konuda A sözü duyarken başka bir psikologdan B sözü duyarız ve iki psikoloğun söyledikleri birbiri ile çelişebilir. Yani psikoloji iyi ve kötü (ahlaki/ahlaki değil) ayrımını yapmamızı sağlamaz. Kuran ise, iyi ve kötü kavramlarını bizim için belirleyebilecek tek geçerli kaynaktır. İnanmıyorsak, zaten içinde ahlak kavramını barındırmayan bir hayat görüşüne sahibiz demektir.
Tanrı otoritesinin ve uyulan bir kitabın olmadığı hayat görüşünde; kişi davranış ve düşünceleri kendi kafasına göre uygun olan veya yapmak istediğine göre belirleyecektir. Böyle bir hayat görüşünde ensesti kimi olağan kimi iğrenç olarak karşılayabilir.
Mümin, Psikologların verdiği davranış önerilerini ahlaki midir değil midir bunu gören birisidir. Önce Kur’an süzgecinden geçirerek bu önerileri alır veya almaz. Bu yüzden önerilen davranışları, mantıksal çerçevede en mutlak yarar yönünde süzgeçten geçiren kişi, mümin olacaktır. Çünkü bazen kafa rahatlığımız için verilen öğütler ileride sıkıntı oluşturan sadece geçici haz odaklı olabilir, günü geçirme ve kafa dağıtma yönünde olabilir ama Kur’an’a göre Ahiret yararımızı riske atacak davranışlar olabilir.
Kur’an Furkan’dır doğruyu ve yanlışı ayırt etme rehberidir. Kalbini ve aklını Kur’an ile geliştiren ve benliğini iman ile dolduran bir kişi doğruyu yanlışı ayırt etme gücü kazanır.
Ey iman edenler! Allah’a karşı takva sahibi olun. Allah size, iyi ve kötüyü ayırt edici bir güç verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah en üstün olan lütuf sahibidir. 
(Enfal Suresi, 29.ayet)
Mümin, her alanda gerçek doğru olanı ve yanlış olanı ayırt edebilme kapasitesi kazanır. Bazen bize günlük olarak haz veren şeyler, ruhsal anlamda bizi gerçekten kirlenmişlik hissi vererek kötü hissettirebilir. Bu yüzden en güzel davranış; sürekli hazza yani cennete ulaştırabilecek ve dünyadayken de içsel anlamda –doğruyu yaptığının bilincini aşılayarak- huzur veren seçimler olacaktır.
Allah için yaşayan ve gönülden iman eden bir kişi, Allah’ın onaylamadığı bir davranışı işlediğinde mutsuzluk duyacaktır.
Bu yüzden en önemli nokta Psikolog tavsiyesi de olsa, her psikoloğun farklı bir bakış açısı olduğunu hatırlamak. Psikoloji gibi bilimsel bir disiplinde bile insan davranışını çözümlemede 10 farklı yaklaşım türü olduğunu bilerek (en azından ben 10 tanesini öğrendim), verilen her tavsiyeyi Kur’an çerçevesinden değerlendirmek yerinde tutum olacaktır.
HER UZMANIN TAVSİYESİNİN PEŞİNDEN GİDİLMEMELİDİR
Sağlık alanında da, bizi günaha sürükleyen demeçlere rastlayabiliriz. Kalp doktorlarından eskiden 1 bardak şarabın kalbe iyi geldiğine dair demeçler okumuştum. Hatta kadın hastalıkları uzmanları ve beslenme uzmanlarından da şarabın yararlarına dikkat çeken demeçler görmek mümkün. İçmemiz yasak olduğu için, bu yararları anlatmayı gerekli görmüyorum ama ilginç olan nokta şu ki, Allah da şarapta yararlar olduğunu ama zararının daha fazla olduğunu ve bize yasakladığını bildiriyor. Çok ilginç değil mi? Kur’an her konuda doğru nokta atışı sözü söyleyerek, bize gerçekten Yaratıcıdan geldiğini en umulmadık ayette bile belli ediyor. Yararları da olduğuna dikkat çekiyor, bu gerçekten Kur’an’ın muazzam delillerinden biri. (Bkz: Bakara Suresi, 219.ayet)
Ekonomi uzmanları, Allah’ın hoşuna gitmeyecek şeyleri(!) fırsatı kaçırılmayacak yatırımlar olarak bizi heyecanla yönlendirebilir. Kumarhaneler tatil seçeneği içinde, şans sana da vurur denilerek turizm uzmanları tarafından övülebilir.

O yüzden biz, kişinin uzmanlık alanı olsa da olmasa da her öğüdü kendi aklımızla değerlendirelim. Hayatımıza kendilerince cinsel heyecan getireceklerini vaat eden iffetsizlikleri, sonunda insanları kirlenmişlik duygusuna götürecek dergilerdeki başlıklara hemen atlamayalım. Helal ilişki içerisinde de sevdiğimiz eşimizle, cinsel hazzın doyurucu bir şekilde yaşanabileceğini unutmayalım. Cinselliğin genel geçer kuralları olmadığını, psikolojik durumlarla alakalı olduğunu unutmayalım. Modanın duayeni görülen birinin tavsiyesi Allah’ın sınırına uymuyorsa, uygun olan ve en şık olanı giyinelim. Psikolog veya kalp doktoru olsa da, her tavsiyeyi Kur’an’a uygunluğuna göre değerlendirelim. Sevdiğimiz birinin her öğüdüne hemen atlamayalım. Allah’ın sınırları içinde en zevkli ve en güzel hayatı yaşayabiliriz. Dünyadan nasibimizi unutmadan ve önce Ahireti hedefleyerek elbette.

Konu ile alakalı şu yazılarımı da okuyabilirsiniz.

Düşkünlüklerimizi yönetmek hakkında: 



Aynı zamanda Psikolog tavsiyesi olan affetmek emri hakkında:



2 Ekim 2016 Pazar

Allah'ın Affedin Öğüdünü Uygulamak

Psikologların tavsiyelerini takip eden biriyim, uzmanlık alanları insan davranışlarını iyileştirme odaklı olsa da, verdikleri öğüdü Kur’an ayetleri ile uyumluluğuna göre değerlendirerek alırım. Bu öğütler içinden en çok duyduklarımdan biri: Affetmek…
Allah da böyle buyuruyor.
Affetmek ne demek? “Senin bana rahatsızlık veren bu davranışını önemsemiyorum, kafama takmayacağım, bu yüzden sana kırgın hissetmeyi bırakacağım, bunu bir hesaplaşma meselesi yapmayacağım, boş vereceğim, bu yüzden sana kin gütmeyeceğim, bu yaptığını unutacak ve düşünmeyeceğim” demek. Yani affetmenin aslında psikologlara göre önemli olan noktası şu “kafamı bu bana yaptığın şeyle doldurmaktansa, affederek arındıracak ve kafama takmayacağım” demek.
Psikologlar bunu, bize kötü hissettiren kişiler için değil, önce kendimiz için yapmamızı söylüyor. Bu sayede kendimizi rahatlatacak, umursamayacak ve iyi hissedecekmişiz. O kötücül insanları da kendi hallerine bırakmamızı ve bizim kendi dünyamıza odaklanmamızı söylüyorlar.
Bu yönden baktığımızda ben de Allah’ın affedin emrini iki odaklı ele alıyorum.
1.si sevdiğimiz ve görüştüğümüz, hayatımızda olmasını istediğimiz kişileri affetmek
2.si bize gerçekten zararları dokunmuş ama hayatımızda da yeri olmasını istemediğimiz kişileri affetmek
Allah, sakınanların dostlarının gene sakınan kişiler olduğunu söylüyor. Bizim müşrik veya inkarcı kimselerle gönül dostu olmamızı da yasaklıyor. Müşrik birinin bize karşı yaptığı kötü davranışı affetsek bile, zaten onunla gönül dostu olmamız yasak. Müminlerin ufak tefek hataları olduğunu da söylüyor. (Bkz: Necm Suresi, 32.ayet)
HAYATIMIZDA OLMASINI İSTEDİKLERİMİZİ AFFETMEK
Yani ne kadar mümin olursa olsun, bir mümin bazen ufak tefek sürçme denilebilecek hatalar yapabilir. İnsanoğlunun tuhaf bir tabiatı var, niye bana tuhaf baktın düşüncesiyle bile sorun çıkabilir. Anlaşmazlıkların çıkması için illa büyük bir yalanla aldatılmaya gerek yok. İşte, Allah ise tüm bu anlamsız kavgalar içerisinde bizlere affedin diyor. Kötülüğü güzellikle savın, güzel şeyler söyleyerek kalplerinizi birbirinize ısındırın (Bkz: İsra Suresi, 53.ayet), sabredin, öfkenizi yutun diyor…
Görünürde belki zor, Allah da sabretmenin çok zorlu bir iş olduğunu buyuruyor zaten. Amma velakin, sabretmek zordur diye bu onu yapamayacağımız anlamına da gelmiyor! Hem kolay olanları hem zor olanları yapabiliriz Allah’ın izniyle, Çünkü aynı zamanda sabredin diye buyuran Allah, bize taşıyamayacağımız bir emir vermediğini de bildiriyor! (Bkz: Bakara Suresi, 286.ayet)
Affedin emrini bir oturup düşünün, affetmeyerek kafanıza daha da taktığınız insanları ve affetmeyerek birlikte yürümeye çalıştığınız insanları düşünün. Tüm bu rahatsız durum içerisinde, affedin emri ne güzel bir emir değil mi?
Hayatımızda daima olmasını istediğimiz ve gönülden sevdiğimiz kişilere karşı ne kadar öfke yutucu, affedici, kötülük savıcı yaklaşırsak aslında kendimiz de bir o kadar mutlu olacağız. Elbette, insanların birbiri ile sorunları olabilir, Allah karşınızdaki kişinin hatalarını ve size hissettirdiklerini anlatmayın demiyor. Tam tersine, müminlerin birbirlerine iyi ve güzel olanı öğütlemelerini, kötü ve çirkin olandan ise yasaklamalarını buyuruyor. Dostumuz gördüğümüz kişileri en güzel olan şekilde, iyi olana yönelteceğiz ki hepimize mutsuzluk getirebilecek ve çirkin olan işleri ortadan kaldırabilelim. (Bkz: Tevbe Suresi, 71.ayet)
Gerektiğinde hataları da söyleyeceğiz ki karşımızdaki kişinin de kendisini düzeltmesini sağlayalım ama kendimizin de hataları olduğunu, kusursuz olmadığımızı, o kişinin de bizim hakkımızda fikirleri olabildiğini unutmayarak yapalım!
Başlı başına AFFEDİN emri bile, Allah’ın bizler için ne kadar iç rahatlığı getirmeye çalıştığını kanıtlıyor. İlişkilerimizi düzeltmeye, olumlu olmaya yönlendiriyor. İyi ilişkiler ve mutlu hayatlar kurmamıza yarıyor.
Yani affetmek, önce bizim yararımıza. Hayatımızda olmasını arzu ettiğimiz, sevdiğimiz kişiye karşı olsa bile temelde BİZİM YARARIMIZA. Zaten Allah, eğer iki tarafta müminse arada barış olmasına yönlendiriyor daima. Müminler, müminlerin dostudur. Zaten mümin biri bize çok büyük bir kötülük/ haksızlık yaptı ise de o kişinin gönlü kaymış demektir.
HAYATIMIZDA OLMASINI İSTEMEDİĞİMİZ KİŞİLERİ AFFETMEK
Rahatsız edici davranışlar bize sadece yakın olduğumuz kişilerden gelmiyor. Bize yararı olmayan, gönül dostluğu kurmak istemediğimiz kişilerden de rahatsız edici şeyler geliyor. Bırakalım, affedelim.
Affetmek ne demekti? “Boş vermek, onunla bir davam yok” demek. Bırakalım kendi iç huzurumuz için, kafamızda rahatsızlık oluşturmamak adına affedelim.
Affettiğimiz kişi Allah’ı umursamayan bir kişi olabilir, tamam, o kişiyi benimsemiyorsak da sırf Allah’a karşı sorumluluklarını umursamayan biri olduğu için hoşlanmayalım ve aramıza mesafe koyalım. Ama, bize yaptığı kötülüğü 1.sıraya koyarak, tekrar tekrar kafamıza yerleştirerek kendi kendimizi rahatsız etmeyelim. Allah, her affettiğimiz kişi ile can ciğer dost olmamızı emretmiyor ki. Affetmek “dava gütmemek, hesaplaşma amacı gütmemek, hatasını ödetmeye çalışmamak” demek. Affetmek “o davranışı unutmak, hatırlayarak üzülmemek” demek.
Bakın, Allah gene bizi düşünüyor. Affet emri bir kişiyi temize çıkardığımız anlamına gelmiyor, o kişi gerçekten temize çıkmamayı hak eden biri ise, Allah zaten gereğini yapacaktır. Affetmekte amaç bizim dava peşinde koşarak kendimizi yıpratmamamız.
ALLAH TOPLUMSAL SUÇLARA CEZA VERMEMİZİ BUYURUYOR
Burada bahsedilen aflar “tecavüzü affedelim” gibi bir durum değil, daha ruhsal anlamdaki anlaşmazlıklar hakkında. Zaten Allah, bazı toplumsal anlamdaki suçlarda bizi affetmeye değil, ceza vermeye çağırıyor. Misal Nur suresi 2.ayette 4 şahit durumunda zina edenlere karşı, acıma duygusu/affetme duygusu duymayarak ceza vermemizi buyuruyor. (4 şahit olduğu için zinanın toplumsal yayılımını engelleme amacı burada önemli nokta, genelev/porno gibi her türlü aleni fuhuş durumlarını engelleme amaçlı olduğunu anlayabiliriz, yoksa gizli yapılan zina gizli kalacaktır.) Bu yüzden hırsızlara uygulanacak ceza; tecavüz edene gücünü kesmek (hadım) ve zina cezasının uygulanabilirliği, Allah’ın gösterdiği yöntemlerdir. Tecavüze uğrayan biri zaten affettim dese bile, bu toplumsal bir tehlikedir, zanlı bu suçu başka masumlara tekrar yaşatabilir. Burada, Kur’an’ın önemli bir ayrıntısı olan akılcı anlamda affetmekten bahsediyorum. Kimse hakkını aramasın adalet peşinde koşmasın mantığı çıkmıyor yani Kur’an’dan. Tam tersine zaten özellikle toplumsal tehlike odaklı suçlara ceza uygulaması var ama dedikoduya yok mesela.
AFFEDELİM, KAFAMIZ RAHAT ETSİN
“Beni çekiştirmiş, bana şöyle bir yalan söylemiş, bana kibirli davrandı” gibi ruhsal anlamdaki sorunların affından bahsediyorum. Boş verelim, ne halleri varsa görsün, affedelim gitsin. Muhataplığı da kesmeyi uygun görüyorsak, keselim gitsin. Mesafemizi koymayı daha uygun görüyorsak, hesap defterini açmayalım, yakın olmayalım bırakalım gitsin.
Akıl sağlığımız için affedelim.
Affetmek, kafama takmayacağım demek olduğu için affedelim. Bırakalım, kötü insanlar kendi hallerinde ne halleri varsa görsün. Yoksa kötülüklerini biz unutsak bile Allah unutmaz.
Affetmek, bazı insanlara karşı, sen kendi yoluna ben kendi yoluma umursamıyorum eyvallah demektir. Kafa rahatlığı değil de nedir bu? Bırakalım, biz kendi hayatımıza, Allah’ımıza kul olmaya kafa yoralım, insanlar yüzünden yıpranmaya değil. Kötülük işlemekten tam deyimiyle ayvayı yiyecek olan insanlar çok, bunu biliyoruz. Allah gereken kişiye ödetecektir ve affedilmesi gereken kişiyi de O bilir, hem unutmayalım bir insan aslında iyi olmasına rağmen de sürçmeler gösterebilir.
Biz de affedilmeye muhtaç değil miyiz hem? Allah bilir bizler, farkına varmadan neler yapıyoruz. Unuttuğumuz Allah bilir ne hatalarımız var. Aramıza mesafe koymamız gereken insanları kinle kafaya takarak daha da dertlenmeyelim bence. Allah da belki bu yüzden buyuruyordur, bu emri?
Affetmek, Allah’a havale etmektir.
Bize sıkıntı çıkartan insana karşı bırakalım Allah adaleti ile hükmetsin. O ne yapacağını çok iyi bilir.
Ve en önemlisi ise, şu emirlerin güzelliğini görebilelim. Allah her daim nasıl da bireysel hayatlarımızın daha kaliteli olması adına, içsel anlamda huzurlu olalım, kafamız daha da rahat olsun adına hayırlı emirler bildiriyor.
Allah, size hafiflik getirmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.

(Nisa Suresi, 28.ayet)

Yazıda bahsi geçen

Kötülüğü güzellikle savmak hakkında şu yazıyı:

http://allahvar.blogspot.com.tr/2016/04/kotulugu-iyilikle-savmak.html

Müşrikler ve inkarcılarla dost olmamızın yasak olduğu hakkındaki şu yazıyı:

http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/04/inkarc-kafir-allaha-dine-inanmayan.html

Okuyabilirsiniz inşallah.