15 Aralık 2014 Pazartesi

Müminlere Ümit Veren Kuran Ayetleri

Hayatta can sıkıcı, huzursuzluk verici pek çok zorlukla karşılaşıyoruz. Bazı durumlarda insan içinde derin bir kaygı hissi duyuyor. Mümin ise Allah’a olan güven ve inançtan kaynaklı olarak içinde ümit barındırmalıdır. Kuran’ın tamamı insan için ümit niteliğinde aslında. Allah’ın ve Ahiret’in varlığı insanın olaylara karşı dayanması için sebep. 

Ben de içinden çıkılmaz gibi görünen sıkışıp kalmış gibi hissettiğim zor anlarda Kuran ayetlerini hatırlamaya gayret ediyorum. Böyle zamanlarda en çok Yakub ve Yusuf Peygamberi düşünüyorum. 

Yakub Peygamber uzun bir süre oğlu Yusuf’a duyduğu özlemden ötürü keder ile yaşamış ama en sonunda Yusuf’una kavuşmuştur. Çölde yolculuk etmiş, gözleri hastalanmış ama oğluna kavuşmuştur. Allah’a asla isyan etmemiş, O’nun hikmetine güvenmiştir. Yusuf Peygamber ise daha küçük yaşta kuyuya atılmış, gençliğinde uzun bir süre zindanda kalmıştır. Uzun bir süre zindanda kaldıktan sonra ise devletin en yüksek makamlarından birine getirilmiştir…

İşte, uzun süren iki büyük zorluk! Sonu büyük ferahlığa, büyük lutuflara ve büyük nimetlenmeye hizmet eden büyük zorluklar! Hepsi elbette Allah’ın hikmeti ile gerçekleşiyor.

Öyleyse biz de Yakub’un kederini çözen, Yusuf’u zindandan çıkarıp O’na makam veren Allah’a dayanıp güvenelim.

İbrahim Peygamberi ateşe atmaya kalkmışlar, Allah ise ateşi ona serin kılmış; Süleyman Peygamber’in emrine ise kasırgayı vermiştir. İşte böyle; Allah dilerse has kullarına ateşi bile serin kılar, kasırgayı dahi boyun eğdirir. Yani biz, Allah’ın has kulu olmaya bakalım. O, bu dünyada bizi bilgisi ile imtihan edecektir. 

Gerçekten üstün kullardan olabilirsek o zaten bizi Ahiret’de en güzel hayat ile ödüllendirecektir. O’nun yardım ve merhametinden ise bu dünya için de ümit kesmeyelim. Kasas Suresi 77.ayette Allah, Dünyadan’da nasibini unutma diye bildiriyor.

Gene bir başka örnek olarak da Muhammed Peygamberin fakirken zenginleştirilmesini Duha Suresi 8.ayetten anlayabiliriz.

Görüldüğü gibi Peygamberler de zorluklarla karşılaşmışlar ama onlara kolaylıklar da sunulmuş ve Allah tarafından lutuflandırılmışlar.

Zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var!
Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var!
(İnşirah-5,6)

Üstelik Allah, takva sahibi kullarını çıkış yolları ve nimetlendirme ile müjdeliyor!

Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu nasip eder. Ve onu hiç beklemediği yönden rızıklandırır. Kim Allah’a dayanıp güvenirse O, ona yeter. (Talak-2,3)

Rabbimiz Allah’tır diyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (Ahkaf-13)

Allah hayır ve barış seven kullarını koruduğunu da bildiriyor.

Benim Sahibim, Kitabı indiren Allah’tır. O, hayır ve barışı seven kulları korur. (Araf-196)

Allah Halim'dir, müminlere karşı katı değildir.

Eğer siz iman eder, Allah'a ulaşmayı diler ve şükrederseniz, Allah size ne diye azap etsin? (Nisa-147)

İşte tüm bu ayetlerden sonra Allah’ın merhametinden ümit kesmek; Allah’a dayanan, Kuran’a inanan bir mümine asla yakışmaz. Tam da bundan söz eden en dehşet verici ayetlerden biriyle de yazımı bitiriyorum.

Sapıtmışlardan başka kim ümit keser Rabbin rahmetinden! (Hicr-56)


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

18 Kasım 2014 Salı

Şeytan, Anlamını Bilmeden Okuyuşla Kandırır


Allah, Kuran’da istisnasız tüm inananları ayetlerini okumaya, üzerinde düşünmeye ve anlamaya çağırır. 
 
Kur’an’ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? (Nisa-82)
 
Niyeyse toplumumuza baktığımızda kendini Müslüman olarak adlandıran pek çok kişinin Kuran’ı okumadığını, üzerinde düşünmeye dahi tenezzül etmediklerini görürüz. Bizim halkımızın Kuran okumaktan ve öğrenmekten anladığı ”ayetlerin arapça nasıl telaffuz ettiğini öğrenmek ve öyle okumak” 
 
Allah ayetleri anlayarak oku, üzerinde düşün diye emrederken daha ayetlerde ne denildiğini bile anlamadan öylesine telaffuz etmek bize ne kazandırabilir? Bu durum zaman kaybı olmakla birlikte, Kuran çerçevesinde baktığımızda bizi şeytanın adımlarını izlemeye götürdüğünü görüyoruz. 
 
”Arapça anlamadan okusan da olur sevap” diyerek yığınlar yanıltılmakta ve Allah’a iftira atılmaktadır. Aslında şeytan, biz insanları anlamını bilmeden okumaya itmektedir. Biz anlamını bilmeden okuduğumuzu sandığımız her ayetle, Kuran’ın ne dediğine kulağımızı tıkamış oluyoruz. Oysa Allah, defalarca ayetlerde, Kuran’ı düşünmemizi, araştırmamızı, incelememizi, öğüt almamızı buyuruyor. Bunu da anlamadan okumakla yapmamız elbette mümkün değil.

Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez. (Nisa-120)
 
Kuran’ın pek çok önemli ayetinden ibadetlerimizde anlamını bilmeden ezbere arapça dualar okumamızın ne kadar yanlış olduğunu, bunu yapmamızın Şeytan’ın kandırmacası olduğunu anlıyoruz. Allah kuluna, bilinçli, ne dediğinin bilincinde bir şekilde, ibadet etmesini buyuruyor.
 
Kuran’ı arapça anlamadan okuyunca sevap kazanıldığı yalanını uyduranların gerekçeleri ”Cennette herkesin konuştuğu dilin arapça olduğu” ve ”Kuran arapça indirildiyse mutlaka bir hikmeti/gizemi/sihri vardır” düşüncesi. 
 
Cennette konuşulacak dilin arapça olduğu hakkındaki delilsiz iddiayı kabul eden arkadaşlar, anlamadan Kuran okumaya bunu gerekçe getirmenin ne kadar mantıksız olduğunu görmüyorlar mı? Öncelikle Kuran’da cennette herkesin ortak konuşacağı dilin arapça olduğu gibi bir ifade geçmez. Bu gaybi bir konudur. Allah, Peygamberin dahi gaybı bilmediğini ancak O’na vahyedilen Kuran’ın bildirdiği kadarını bildiğini söylüyor.
 
Onlara şunu söyle: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyarım ben!” (Enam-50)
 
Cennette konuşulacak dilin arapça olduğu iddiası, Kuran ile asla eş tutulamayacak, delilsiz, çelişkiler ve yalanlarla dolu rivayetlerden kırpılan bir ifadedir. 
 
Diğer gerekçeye gelirsek; 
 
Peki ”Allah neden Kuran’ı arapça indirdi? Arapça en üstün ve kutsal bir dil mi? Bilmeden okuduğumuzda dahi adeta sihir gibi cümleler etki mi oluşturuyor?” Gerçekten böyle mi?
 
Aslında Kuran’a baktığımızda Allah, bu soruların cevabını çok güzel vermiş.
 
Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: “Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil miydi?/Arap’a yabancı dil mi?/ister yabancı dilde, ister Arapça!” (Fussilet-44)
 
Ayetten de anlaşıldığı gibi Kuran’ın arapça olmasının sebebi ilk muhataplarının ilk ulaştığı toplumun Arapça konuşuyor olması. Eğer başka bir dilde olsaydı, Araplar ”yabancı dil mi?” diye itiraz edecek ve getirilen ayetleri anlayamayacaklardı. Peygamber de Arapça konuşuyordu. Peygamberin tebliğ için gönderildiği toplumdan farklı bir dil konuşması nasıl mantıksız olacaksa, Kuran’ın da başka bir dilde Araplara inmesi mantıki olmayacaktı. Peygamber de haliyle bir milletten olacağına göre, kendi ana dili olacaktı. İngilizce değil de, Arapça oldu bu, tamamen seçilen toplumun Arapça konuşuyor olması sebep. Tabi Allah tek bir dilde yaratabilirdi, yeryüzündeki tüm insanlar tek bir dil konuşabilirdi, ama Kuran’a göre bir sürü dil konuşulması da Allah’ın bir hikmetidir. Kuran’da çeşitli dillerin olması Allah’ın yaratmasına delil olarak getirilmektedir. Bu Allah’ın sanatını bilgeliğini gösterir. Dahası bir insanın ana dilinin olması, ilk insanların da dil bilmesinin zorunlu olduğunun anlaşılmasına sebeptir. Yeryüzünde bir sürü farklı dil konuşan toplumların yaratılmış olmasına Kuran’da dikkat çekilmektedir. Bu da ancak bir bilinç sahibinin yaratması ise ”topluluk” denilen çeşitliliklerin oluşabileceğini anlamamızı sağlar.
 
Konuyu dağıtmadan belirteyim ki, öyleyse bize de düşen Rabbimizin bizden istediği şekilde yani Kuran’ı anlayıp düşünebileceğimiz dilde okumak.
Bugün Kuran’ı anladığı dil olan Arapça’dan dinlemesine rağmen cehalet peşinde sürüklenen Müslüman toplumların hatası da Kuran üzerinde yeterince düşünmemek, çağrısına kulak vermemek, Kuran’ın yanına onunla eş tutarcasına delilsiz rivayetleri rehber edinmek olsa gerek diye düşünüyorum. Onlar Kuran’ı değil, yalancı imamların fetvalarını, uydurma kaynakları uyguluyor. Onlar Kuran’ı değil de, uydurma kaynakları (hadisleri) uyguladıkları müddetçe cehalet içinde kalacaklar. 
 


Dipnot: Peygamberimize sadece Kuran'ın vahyedildiğini anlattığım şu yazımı da okuyabilirsiniz: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/01/kesin-delil-olmayan-allaha-ortak-kosmak.html

ya da Araf Suresi 203. ayeti okuyup üzerinde düşünebilirsiniz. 

Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.
http://www.allahateslim.com/

27 Ağustos 2014 Çarşamba

AVM'deki İnsanlardan Aldığım İbretler

Geçtiğimiz Ramazan ayında sevdiğim biriyle orucumuzu açtıktan sonra akşam namazımızı dışarıda bir camide kılalım dedik. Camiye gittiğimizde bizden başka kimsecikler yoktu. Belki bir ve ya iki kişi anca gelmiştir. Namazımızı kıldıktan sonra, caminin karşısındaki alışveriş merkezinin, kafelerin, mağazaların olduğu bir alana geçtik. Koskoca cami namaz saatinde bomboşken burası alabildiğine kalabalıktı. Etraf tıklım tıklımdı. Ağaçlara ışıklı süsler takılmış, mağazalar insanları kendisine çekmek için müziklerini açmıştı. 
İftar saati geçeli yaklaşık bir saat olmasına rağmen bazı yeme yerlerinde yemek bekleyenler vardı. Ramazan ayında belli ki oruç tutması gereken, yeni yemek yemiş olması gereken dolayısıyla tok olması gereken bir yığın kişi, bu görevini yerine getirmemişti. 

Namaz saatinde caminin dolması gerekirken, tam tersi olmuş insanlar mescite uğramamış kendini süslü ışıkların, alışverişin, oyalanmanın, öylesine vakit geçirmenin, dünyalık işler peşinde boş sohbetler etmenin, kendisini eğlendirmenin peşine düşmüştü. Çocuklar atlı karıncanın, dönme dolapların peşinde oyalanırken; büyükler de bir o kadar bu yapay gösterinin altında oyalanıyordu! Çocukların oyuncaklara kandığı gibi onlar da satın aldıkları kıyafetlere kanıyorlardı!


Orada, kendisini ”gayet iyi birisi” olarak gören insanlara, ”Ne için yaşıyorsun” diye sorsak, ”Allah için” cevabını alır mıyız acaba? Bu cevap çevremizdeki insanların kaçının anında aklına gelir? Allah için yaşayan bir insanın gününü Allah için yaşaması gerekmez mi? Allah’ın emirlerini yerine getirmesi, yasakladıklarından yüz çevirmesi gerekmez mi? ”Allah için yaşıyorum” diye cevap veren bunları yerine getirmiyorsa sadece ”inandık” deyip geçenlerden olmaz mı? Allah var mı diye sorduğumuzda ”Var” cevabını aldıklarımız gerçekten Allah’ı hayatlarının neresinde tutuyorlar acaba? Gerçekten merkezinde mi, yoksa sorulduğunda var deyip geçtikleri bir yerde mi? 



İnsanlar, iman ettik deyip, imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?

(Ankebut Suresi, 2.ayet)


Allah’ın emrini böylesine umursamayan insana ben gönülden ”iyi biri” diyemiyorum. Bana zararı dokunmasa da, böyle insanlara gaflettesin, nankörsün, umursamazsın, uykudasın demek geliyor içimden! İyi biri olduğuna emin misin diye sormak geçiyor içimden. İnsan, Allah’a şükretmek için secdeye kapanmıyorsa, ibadet etmesi gerektiği vaktin bile farkında olmayıp oyalanma peşindeyken, rızkı verene şükredip oruç tutmamışken ”sen iyisin” diyebilir miyim? Bu umursamazlık iyilik göstergesi olabilir mi, bu düpedüz nankörlük değil midir? Bazı insanların gerçekten gaflet uykusu pek bir ağır! Allah dilerse biz ömür boyu ”hesabın” yaklaştığını unutmayanlardan oluruz.


Yaklaştı insanlara hesapları! Ve onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirip durmadalar. Rablerinden kendilerine ulaşan, söze bürünmüş her yeni öğüt ve hatırlatmayı ancak eğlenerek dinliyorlar. Kalpleri hep oyun ve oyalanmada… (Enbiya Suresi, 1, 2, 3)

Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

Art Niyet ve İffet

Sabahleyin Türkiye’de işlenen tecavüz suçundan indirim alan tecavüzcülerin indirim alma sebeplerini okuyordum. Maalesef ülkemizde ve dünyada adaletsizce alınan yanlış kararlara rastlıyoruz. Çantasında doğum kontrol hapı taşıyan bir kıza tecavüz ettiğinden ötürü indirim alanlar mı yok, beni o tahrik etti diye normal karşılananlar mı…Ne ararsanız var. Neredeyse ”kadın olmanız tecavüze uğramanızı meşru kılar” diyecekler utanmadan.


Daha sonra birinden şöyle bir yorum duydum: ” Aç olan bir insan düşünün, yanından da yemek geçiyor… ” diyerek ” bu sadece bir anlık bir şey” diyip bazı art niyetli bakışları ve düşünceleri normalleştiriyordu. İnsanda belli bir ahlak anlayışı olmayınca söylediği sözün nereye gittiğini anlayamıyor tabi. Bazen hayatı ”tam çözemeyince” kafamıza göre olabilirler üretiyoruz. Bu anlayış içeriğindeki yanlışlıkla beraber pek çok şeyi de beraberinde meşrulaştırıyor. ”Canım tatlı istiyordu yanımdan pasta geçerken dayanamadım bir parmak attım” da diyebiliyor biri, ”dayanamadım çok açtım saldırdım” da diyebiliyor başka biri. ‘’Yemek geldi soframa koyuldu, ben de çok açtım dayanamadım’’ diyip aldatma ve zinalarda oluyor. Bir anlık ne olacak diye meşrulaştırmalar bir saatlik bir gecelik bir şeydi diye meşrulaştırmalara da dönüyor. Bu bizim ahlak anlayışımızın tepe taklaklığından neredeyse o kadar meşru görülen tacizler, tecavüzler, normalleştirilen aldatmalar artniyetler ve zinalar dolu ki. Dünyanın bazı yerlerinde tacizleri, tecavüzleri de anlık suçlar, zayıflıklar olarak normalleştiriyor kimileri. 


Halbuki dışarıdaki hiçbir şey, bizim zayıflıklarımız ya da başka şeyler bizim artniyetliliğimiz için, iffetsizliğimiz için gerekçe olamaz. Yusuf Peygamberimiz bu konuda harika bir örnek. Ondan faydalanmaya çalışan bir kadının baskısına ve arzusuna rağmen tüm asaletiyle dönüp gidecek bir iffete sahipti Yusuf Peygamber. Başkasının iffetsizliği, O’nu iffetsizliğe itmemişti. Takvası, ona bu iffetsizliğe karşılık ‘’zindanı’’ bile daha sevimli gösteriyordu. 

Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir iştir, yol olarak da çok kötüdür. (İsra-32) 

Zinaya ve bu tarz iffetsiz durumlara tiksintiyle bakmalıdır mümin. Önce Allah’dan çekinmelidir. 

Müminlik tüm bu artniyetli duygular içerisine girmemeyi, iffetsiz hallerden sıyrılmayı, bizi artniyetin içine çekebilecek durumlara karşı ‘’bakışlarımızı indirmemizi’’ , ‘’yüz çevirmemizi’’, Allahın verdiği nimeti hatırlamamızı ve takvamıza sımsıkı sarılıp Allahı hatırlamamızı gerektiriyor. 

Mümin erkeklere söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. (Nur-30)Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını korusunlar… (Nur-31)

Çevrede pek çok sakınmayan kadınlara ve sakınmayan erkeklere rastlayabiliyoruz tabi. Artniyetli kadın ve erkekler dolu dışarıda. Allah’ı umursamadan giyilen kıyafetler var. Kibirle, podyumdaymışçasına atılan adımlar, abartılı hareketler, etrafa poz verenler de var. 

Oysa Allah bizi kibri bırakmaya, giyimimizde hareketlerimizde ölçülü olmaya ve sakınmaya, yürüyüşümüzde kadın-erkek normal olmaya, alçak gönüllü olmaya, ayaklarımızı yere vurmamaya (Nur Suresi 31.ayet), tevazu sahibi olmamıza, kötü olandan yüz çevirmeye, böylesi durumlarla ve iffetsiz hallerle karşılaşınca bakışlarımızı eğmemize, art niyetsiz olmaya çağırıyor. 



Rahman’ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden, tevazu ve vakar içinde yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, “selam” derler. (Furkan-63) 

Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah, kurula-kurula kendini övenlerin hiçbirini sevmez. Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt. Şu bir gerçek ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.(Lokman-18,19) 

Maalesef tüm bunlar ahireti unutan insan için düşülen gaflet halleri…Bir arkadaşım gençken iffetsiz olan bir kadını ibret olarak anlatmıştı. Gençken türlü türlü iffetsizlikler işlenmiş, zaman geçmiş, gençlik bitmiş, yaşlılık gelmiş, artık çökmüş yaşlı bir kadın olmuştu. Bunda büyük bir ibret var. İffetsiz kadın ve erkekler her zaman böyle güçlü, çekici olacaklarını sanıyorlar herhalde. Ölüm gerçeğini yeterince kavrayamadıklarından, ahireti, Allah’ı layıkıyla bilip yaşamadıklarından, iffetsizliklerine ve anlık hatalarına kapılıp gidiyorlar.

Oysa bir mümin için çekici olan, işte bu iffetsizlikler, iffetsiz kadın ve erkekler değil; ‘’Allah, ahlak, takva, İslam yolunda çalışmak ve hidayetli olmaktır.’’. Mümin bunlara kapılan kişidir, dünyevi aldatmalara kötü yönlere çekenlere değil. 

Dilerim ki bizler; kadın ve erkek olmanın güzelliğini, zayıflıklarımızı sevdiğimiz insanla doyurup yaşayanlardan oluruz. Allah’ın verdiği bu duyguları en güzel olan helaliyle yaşamamız dileğimle…




Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

http://www.allahateslim.com/

24 Ağustos 2014 Pazar

Bizden Öncekilerin Sonu


Kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünü dolaşmıyorlar mı? Öncekiler bunlardan daha çoktu, daha güçlüydüler ve yeryüzündeki eserler bakımından daha üstündüler. Ama kazandıkları şeyler kendilerine hiçbir şey sağlamadı… (Mümin, 82) 

Bu dünyada servet peşine saltanat peşine düşenlere, sahip olduklarıyla üstünleşme çabasına girenlere, dünyalık hırslar peşinde sürüklenenlere en güzel cevapları veriyor Kuran. 

Allah ibret alalım diye eski kavimlere, onların bıraktıklarına dikkatimizi çekiyor. Bizden senelerce evvel yaşamış insanların bıraktığı eski ve çökmüş yapılar bizim için dünyada saltanat ve sefanın gelip geçici olmak üzere yaşandığının kanıtı aslında. 


Eski insanlar bir yığın devasa yapılar kurmuş. Gösterişli çeşmeler, sanat harikası heykeller, dinlenilen havuzlar, hamamlar, rengarenk bahçeler yapmışlar. Peki tüm bu saydığım yapılar şimdi ne halde? Tavanları çökmüş, her biri eskimiş, kimi insanı ürküten harabe halini almış, terk edilmiş, çeşmeler kurumuş, heykeller kırılmış, bahçelerde gösterişten eser kalmamış, çiçeklerin yerini kurumuş otlar sarmış. Onların bıraktıklarından geriye günümüze kalan tablo bu…

De ki: “Yeryüzünde dolaşın da öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bir bakın! Onların çoğu şirke sapan insanlardı.” (Rum Suresi, 42)




Tıpkı sizden öncekilere benziyorsunuz. Sizden daha güçlüydüler, sizden daha çok mal ve çocuklara sahiptiler. Kendi nasipleriyle zevk sürdüler. Siz de kendi payınıza düşenle zevk sürdünüz. Tıpkı sizden öncekilerin kendi nasipleriyle zevklendikleri gibi. Tıpkı onların dalıp gittiği gibi siz de dalıp gittiniz. İşte böylelerinin amelleri dünyada da âhirette de boşa çıkmıştır. Onlar, kaybedenlerdir. (Tevbe Suresi, 69)  

”Ne saray sahiplerine sarayları, ne de sultanlara hükümdarlık ilan ettikleri topraklar gerçekten ne fayda getirmiş” diye sorduğumuzda, yalnızca bir süreliğine sefa sürmüşler diyor insan… Üstelik onlar da yeri geldiğinde kıtlıkla, hastalıkla, kederle, güçsüzlükle sınanıyorlardı. Bir yığın insanı asan, önlerinde korkulan krallar şu an çürümüş kemiklerden ibaretler toprağın altında. Onlara zamanında uçsuz bucaksız gelen, at sürdükleri topraklarda pek çok şey değişmiş…Ordulara hükmeden imparatorlardan ses-seda yok. Bizimle onların sonu aynı: Ölüm. 

Allah bilir, belki bizden sonra gelenler de bizden kalan yıkıntılara ibret gözüyle bakar. Nice saray sahiplerine, nice sultanlara bu ihtişamlar fayda vermedi. Allah’a teslim olarak yaşayan, Allah’a hizmet eden, O’nun affını kazananlar başka… 


Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuş görsünler? Onlar, hem kuvvetçe hem de yeryüzündeki eserler bakımından bunlardan daha zorlu idiler. Ama Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Ve Allah’a karşı bir koruyanları da olmadı. (Mümin, 21) 

Bu dünyada ister sultan, ister köle olsun kim en çok sakınansa, kim Rabb’ini en çok anansa odur üstün ve seçkin olan. Bizler de şimdiden sadece dünyasını düşünerek hayallere dalanlardansak, dünyalık köşklerin peşinden gidiyorsak; milyon dolarları olan, boş yaşayan, Allah’ı umursamayan insanlara özenenlerdensek bunların hiçbirinin gerçek bir değerinin olmadığını anlamak için ahireti beklemeyelim. Şimdiden Rabbimizin öğüdünü alalım. Süleyman Peygamberimiz gibi sahip olduğumuz mallar için Allah’a çokça şükredelim. Büyüklenmeyelim. Çokluk yarışına kapılanlardan, kibre düşenlerden, biriktirip infak etmeyenlerden olmayalım.


Bilelim ki
Bu dünyanın ne güzelleri var ki ahirette çirkinler. 
Bu dünyanın nice zenginleri de var ki ahirette fakirler. 
Ona göre gerçekten ne istediğimizi, ne için yaşadığımızı bir kere daha sorgulayalım. 

Bir süreliğine yaşanılan bu yerde; çürüyecek bedenlere güvenip kibirlenmenin, sahip olunan mallar ile üstünlük taslamanın bir mantığı yok… 

Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar kuvvet yönünden bunlardan daha ağır ve baskındılar. Toprağı eşip deşip didik didik etmişlerdi. Ve yeryüzünü, bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi. Ve resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. O halde, Allah onlara zulmediyor değildi. Doğrusu, onlardı kendilerine zulmedip duranlar. (Rum Suresi, 9) 


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Kibrimizle Kurduğumuz Uçurumlarla Dolu Dünya Hayatı


Biliyorsunuz israf etmek Allah tarafından yasaklanmış bir davranış. Allah muhtaçlara yardım etmeye çağırıyor bir de bizleri. Bu arada, Allah, zekat konusunda 40 da 1 gibi bir ölçü koymamış.

Bu yazıyı, pek çok insandan şanslı olan gene de israf edebilen bizlere, zekat vermeyen ya da daha fazla zekat vermeye eli gitmeyen bizlere, biraz daha merhameti hatırlayalım diye ithaf ediyorum. 

Allah’ın ayetleri olmasa, bu dünyaya nasıl sabredilir? İnanın ben kendi adıma tasavvur edemiyorum.

Herhalde kimi karanlıklar içinde depresyonlarda, kimi de vücutlarına kibir yuvalayarak, oyun ve eğlencelere dalarak görmüyorlar ibret verici gerçekleri…İnsanlar aslında o kadar acınası ve kötü haldeler ki (hem kişilik olarak hem yaşantı olarak), bu gerçeği kibir yüklü duvarlarından ötürü göremiyorlar. 

Dünyada bunca muhtaç insan varken, çok bulup israf eden insanlar olarak, yatıp kalkıp ne kadar af dilesek az.

Hemen hepimiz güzel yerler arıyoruz vakit geçirmek için, en azından ben öyleyim. Bana neşe verecek, görünce içimin açılacağı manzaralara bakmak istiyorum. Sonra, bir haber okuyorum ya da yolda kötü durumda birini görüyorum. Bu dünya güzel manzarası ile çirkin manzarası ile bir. Madalyonun iki yüzü derler ya bu dünya tam da böyle, bir yüzünde süsler ve ışıklar; bir yüzünde sefalet, açlık, yoksulluk, hor görülmüşlük ve itilmişlik. 

Süslü süslü caddelerde, mutlu mutlu dolaşmayı kim istemez? Ahşap sandalyeli bir kafede kendimize güzel bir yer bulup, giyinip takınmak da çok güzel bir lütuf değil midir? Bu lütufla birlikte caddelerimizin arkasında varoş denilen mahalleler de var tabi. Pahalı bir arabanın jantının elmas gibi parıldayacağı mahalleler var.

Bazen çevreme ibret almak için bakıp düşünüyorum. İnsanlar sanki hayatları hep gülerek devam edecek gibi hala daha niye yaşadıklarını sorgulamıyorlar. Şöyle bir, neler konuşuyorlar diye internete göz atıyorum, alabildiğine sığ muhabbetler dönüyor. Ayakkabılarında dünyayı taşır sanarcasına yürüyen kadınlar, spor salonundan çıkınca dünyayı kurtarmış gibi övünen adamlar, kredi kartlarından ve biletlerinden ibaret kişiler...Elbette spor yapmak, güzel bir gösterinin biletini satın almak günah değil. Bunları yaparken Allah'ı unutmak veya niye yaşadığını aklı selim bir şekilde sorgulayıp gerçeğin peşine düşmemek, esas olması gereken amaç için yani Allah'ın rızası için yaşamamak eleştirdiğim. Allah'ın rızasını kazanmak da, bazı duyarlılıkları edinmekten geçiyor. Mesela başka insanların yoksul oluşunu sorun edinip, birilerine iyilik yapma duyarlılığı kazanmak gibi.


Dışarıda insanların halinden ibret alarak vakit geçirdiğim bir akşam, kir ve yoksulluk içinde yaşadığı belli olan bir kadın yanıma geldi. O gittikten sonra içeceğimi yudumlamaktan utandım. Çünkü, nimetler içinde bazen o kadar da önemsiz olan şeyleri kendime dert edinebiliyor ya da bazen şükretmek yerine nankörlük yapabiliyordum. Çevremdeki insanlar da o kadını zaten pek umursamadı, üzerinde çiçek desenli bir elbise olmadığı için insanlar pek bakmak istemedi kendisine. Fakir insanlar kendilerine illüzyon satın alamaz, o yüzden de kendilerine hayranlıkla baktıramazlar. Bizim oturduğumuz yerlerde vakti olmadığından değil parası olmadığından oturamıyor. Üstelik onun böyle bir hayat yaşamasında hepimizin payı var. Biz okul sınavlarından şikayet ederken ya da işimizdeki bir meseleyi kafamıza takarken, tuvalet yerlerini paspaslayan insanlar var. 

Tabi ki, herkes beyin cerrahı ya da öğretmen olmak zorunda değil. İşçilik mesleğine de bu toplumun ihtiyacı var. Ama Kur'an'a baktığımızda her insanın refah düzeyinde bir hayat yaşaması yönünde çalışmalı gerçek müminler. Her insanın hem insan olarak zorunlu ihtiyaçlarının karşılandığı (yeme, içme, barınma, sağlık gibi) hem de insan olarak sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı (eğitim, sağlıklı bir çevre, sağlıklı doğa, güzel bir muhit) bir hayata sahip olmaları yönünde çalışmaları gerektiğini bilir gerçek müminler. 

Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar? (Nahl-71)

Çok uzak değil, yoksulluk bizim sokaklarımızın arkasında. Ev duvarlarımızdan görmüyor olabiliriz, olsun dev ekranlarımız var seyredebileceğimiz. Yoksulluğu, imkansızlığı, dışlanmışlığı, insan gibi yaşamamayı ekranlarımızdan görebiliriz; o da bir diğer güldüren görüntüye geçene dek. Biz de yoksulluk çekiyor ya da para kaygısı yaşıyor olabiliriz elbette, ama bizlerden daha kötüleri olduğu da bir gerçek. 

Özellikle modern dünyada, gelir düzeyine göre muhitler daha da birbirinden uzaklaşmıştır. Zengin muhitlerde oturan kişiler, arabalarıyla yirmi dakikada çok çok fakir muhitlere gidebilir. Emin olun çocuklarına süt bile alamayan aileler var. Hatta metropol kenti İstanbul'da elektriğin olmadığı evler var. Çay poşetlerinin lüks sayıldığı evler var.

Bir tarafta kırık dökük, bir tarafta ışıltılı sokaklar...Bir tarafta sefalet, bir tarafta büyük yakalar. Dünya böyle bir yer, dahası insanoğlunun açgözlülüğü ve kibriyle kurduğu dünya böyle desek daha doğru...

Birileri kibir yüklü halleriyle, gösteriş budalalığıyla, çürümeyi bekleyen bedenlerini, hayranlıkla sergilemeye çalışırken; birileri daha çocuk yaşta çalışmak zorunda. Böyle bir dünyada yaşayan bizler ise büyük bir imtihandan geçiyoruz. Bu dünya içinde kendisini süsler içinde kaybedenlerden miyiz, muhtaç durumdaki kişileri umursamayan kişilerden miyiz, kibirlenen ve vaktini boş amaçlar için öldüren kişilerden miyiz bunun savaşını vermekle mükellefiz aslında:

Sonra o gün, nimetlerden muhakkak hesaba çekileceksiniz.
(Tekasür Suresi, 8.ayet)

Birileri yaşlarına bakmadan kral, prenses, eşsiz bir pırlanta, harikalık sanırken kendini; bazı çocuklar var ki pilot olmayı hayal etmeleri gerekirken dileniyorlar.

Çok uzağa gitmeye gerek yok, bu kibrimizle kurduğumuz dünyanın adaletsizliğini görmek için. Orta Doğu sokaklarındaki çocukların yüzünden okumaya gerek yok bu adaletsizliği, doymak bilmez iştahımızı, kibir boyalarımızı, imkansızlığı, yoksulluğu… Meksika’nın seks-uyuşturucu bataklarında, çocuk yurtlarında tacizden kurtarılan çocuklarda okumakla da olmuyor sadece. Bir aynada kendimize, bir de sokaklarımızın arkasına bakmak yeter. Daha iyi koşullarda yaşayan insanlar olarak, israf ettiğimiz bir nimette, zekat vermeye elimizin gitmediği halimize bakıp, iki yüzümüzü de görebiliriz. 

Bizim her ihtiyacımız önemli. En ufak bir ihtiyacımız bile önemli. Ama bizim gibi, pek çok şeye muhtaç olan, ama muhtaç olduğu şeylere ulaşamayan insanlar var. Bu insanlar için neler yaptık, neler yapmadık elbette hesabı sorulacak.

İş, sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar: Kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görmüştür. Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir! 
(Alak- 6,7,8)  


Belki iki yüzümüzden de kibrimizden de vazgeçeriz ve belki iyilik yapmaya daha duyarlı, nimetlere karşı şükretmede daha dikkatli insanlara dönüşürüz, umarım...


Ölünceye dek insanların girdiği çoğaltma ve biriktirme yarışı:

Yazılarımı şu siteden de okuyabilirsiniz:

4 Haziran 2014 Çarşamba

Yanında Kimse Yoksa, Allah Var!

Bazen kapısını çalacak hiçbir yer olmaz. Kapısını çalabilecek birileri olsa, yol gitmemiz gerekir. Çok iyi insanlardır, sıcaktırlar, kibar ve anlayışlılardır. Yakın hissederiz kendimizi onlara ama gene de hep bir önceden haber vermek gerekir. Randevulaşmak gerekir. Sıkıntımızı, derdimizi dökecek olsakta. Herkesin bir işi, gücü, uğraşı, kendince yaşantısı olur. 

Oysa mümin için yanında hep Allah vardır. Kalabalıklar içinde yalnız görünse de, hatta kimsesiz hissetse de, kimseler gitse de… Müminin ise en yakın dostu ve asla terketmeyeni Allah’tır. 

Birine varmak için yol gideriz. Oysa Allah’a sığınmak, onun huzuruna varmak için yol gitmek gerekmez. Randevu almaya da gerek olmaz. Rab her an kul için hazırdır, oradadır. Asla kovmaz. Hep çağırır. Her an, her yerde. Zaman, mekan farketmez… Kul dert döker, ağlar, belki sevinir, Rab oradadır. Her an duyar, icabet eder. 


Sığınmak için en iyi dost ne yaparsak yapalım Allah’tır. Bu yüzden tek gerçek dostta Allah’tır ve hep o kalacaktır. Çünkü her an, en ufak bir sıkıntımızı dahi bilir, görür. Sıkıntıyla uyansak, uyuyamasak, içimiz daralsa o her an oradadır. Derdini döktüğün an duyar… Hatta dökmesen de ama anlattıkça hafifler insan, derdini döktükçe iner yükleri yavaş yavaş. Derdi dökmenin en güzel yeri değil midir secde vakti… 

Belki de biz az sığınıyoruzdur… Rabbimizin hayatımızdaki kıymetini sandığımızdan da çok az biliyoruzdur… 

Düğümleri ancak o çözer, karanlığı ancak o aydınlatır, yükleri ancak o indirir, Fettah’dır kolaylık getirir, gönlü ancak o genişletir, iyiliğin ve güzelliğin üzerinde ancak o yürütür, imanı o kuvvetlendirir, ayakları yere o sapasağlam bastırır, takvayı ruhumuzda o inşa ettirir. 

Her geceye sabahı getirdiği gibi önümüze ışığı ancak o getirir. Her gün güneş doğar. Her gün karanlık sıyrılır, aydınlık gelir. Her sabah ışıldar etraf. Göğe ışık olsun diye Ay’ı, Güneş’i, yıldızları vermiştir. Bizim gönlümüze ise ışık olsun diye hidayet rehberi Kuran’ı indirmiştir. Gönlümüz Kuran ile aydınlanır, ışıklanır. 

Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur…(Casiye-20) 


Bu yüzden Kuran’ı asla terk etmemek, O’ndan yüz çevirmemek, O’nu göz ardı etmemek gerekir…


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.


Kuran'da Kıyamet Günü Nasıl Anlatılıyor?





Kıyamet günü neler ile yüzleşeceğimiz sorusu, müslümanlar arasında en çok merak edilenler arasındadır.

Hemen belirteyim, kıyamet günü halk arasında kullanılanın aksine Kuran’da hesabın görüleceği günü ifade eder. Yani, öldükten sonra dirildiğimiz anı. 

Dünyanın yok oluşu, dümdüz edilişi, kainatın son bulması ise saat kelimesi ile ifade edilir. 

Kıyamet günü oldukça çetin ve zorlu bir gündür. Aklımızın alamayacağı kadar zorludur hem de. Geri dönüşün olmadığı bir gündür o gün. Hesap gününün gelip çattığı, dünya hayatının geride kaldığı bir gün… 

Kıyamet gününü düşündüğümde içim ürperiyor ve heyecanla doluyor. Hesabın gelip çattığı günü düşünmek beni kendime getirttiriyor aynı zamanda. Bu yüzden bir mümin için hesap gününün Kuran’da anlatılması, gönlünde iman olanlar için çok değişik duygular oluşturuyordur eminim ki. İslam'a inanan biri o günün varlığından kuşku duymaz. İbret ala ala, kendiyle yüzleşerek silkelenerek okur hesap günü hakkındaki ayetleri… Kendimize gelmemiz, sıkıca takvaya sarılmamız için kıyameti düşünmemiz ibret vericidir.

Takvalarıyla her birimize örnek olan Peygamberlerin dahi hesaba çekileceği o güne, çok dikkatle hazırlık yapmalıyız. Allah hardal tanesinden daha küçük bir şeyin bile gizli kalmayacağını söylüyor. 

Yemin olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba çekeceğiz. (Araf-6) 

Kıyamet günü için adalet terazilerini kuracağız/adaleti terazilere koyacağız. Hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmeyecek. Hardal tanesi kadar bir şey olsa onu ortaya getiririz. Hesapçılar olarak biz yeteriz! (Enbiya-47) 

O gün gelene dek ise suçlular şu dünya hayatında yalnızca kısacık bir nimetlenme ve bir oyalanma içerisindeler… Allah’ın kendilerine verdikleri güzellikleri tadıp suçlu olmaya devam ederken, bir yandan da hesap gününe doğru yol alıyorlar. Allah, hazin sonlarına doğru yol alırken, bu dünyada bir yandan geçici hazlarla oyalananları dehşet verici ifadelerle anıyor.

Vay haline o gün, yalanlayanların! Yiyin ve birazcık nimetlenin. Suçlularsınız siz. (Mürselat- 45,46) 

Diyecekler ki: “Peki bizi yeniden kim yaratacak?” De ki: “Sizi ilk kez yaratan kimse, o.” (İsra-51) 

Dünyada sahip oldukları güçlerle zorbalık yapanlar, gücü geçici olmayan en güçlünün karşısında, yüzleri eğik, ebedi sürgüne sürülecekler. Allah zalimlerden elbette ki habersiz değil, yalnızca hesap gününe kadar erteliyor üzerilerine salacağı azabını...

Bütün yüzler o Hayy ve Kayyum önünde yere inmiştir. Zulüm taşıyan perişan olup gitmiştir…(Taha-111) 

O gün, yalnızca Rabbinin izin verdikleri konuşur. Onlar da doğruları söyler. O gün, ruh ve melekler saf bağlayıp kıyama geçerler. Rahman’ın izin verdiği dışındakiler konuşamazlar. O izin verilen, doğruyu söyler. (Nebe-38) 

Kuran’dan yüz çeviren, zikri unutan ise kör haşredilir. Öyleyse bize ne oluyor ki, elimizin altında olan kitabı okumaya, anlamaya, düşünmeye gayret etmiyoruz? Kendimizi Allah’dan başkalarına mı teslim ediyoruz yoksa? 

O der ki, ”Rabbim beni neden kör haşrettin, ben gören biri idim?”. Allah buyurur: ”Ayetlerimiz sana geldiğinde sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun.” (Taha-125,126) 

Kıyamet gününde herkese kendiyle yüzleşeceği kitabı verilir. Bu kitap fiziken nasıl bir kitaptır, neye benzer bilemiyoruz. Bu konu hakkında bildirilen ayette ki son ifadeler ise dehşet verici. Allah o gün, hesap sorucu olarak herkesin kendine öz benliğinin yeteceğini söylüyor. Birebir orada göreceğiz neler yaptığımızı. Aslında nereyi hak ettiğimizi de (cennet veya cehennem) çok iyi idrak edeceğiz.

Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız:”Oku kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi benliğin yeter.” (İsra-13,14) 


Bizim sözümüze gerek mi var? Allah Kalem suresi 42,43,44 ayetlerinde öyle dehşete düşürücü sözler söylüyor ki… Tekrar tekrar okumalı…Umarım şu sapasağlam halimizle secdelerimize daha da sabırla, huşu ile yaklaşırız. İbadetlerin önemini daha da kavrarız inşallah. O gün, Rabbimiz, benliklerini zillet kaplayanları secde etmeye çağıracak. Fakat yapamayacaklar… 

Azabı hak eden benliklerin hali... 

Baldırın çıplak kalacağı, secde etmeye çağrılacakları gün, onu da yapamayacaklar. Gözleri yere eğilmiş, benliklerini zillet kaplamıştır. Onlar, sapasağlam oldukları zaman da secde etmeye çağrılıyorlardı. Bu sözü yalanlayan kişiyle beni baş başa bırak. (Kalem-42,43,44) 

Dünya’da başkalarıyla oyalananlar… En önemli olanı, Allah’ı unuturken, başkalarıyla olan bağları onlara yarar sağlar mı o gün? Elbette hayır. Ne oğulları, ne kardeşi, ne annesi, ne babası, ne eşi… 

Bir gün ki o, kişi öz kardeşinden kaçar, öz annesinden, öz babasından, eşinden, oğullarından. O gün onlardan her kişinin kendisine yetecek bir uğraşı vardır. (Abese- 34, 35, 36, 37) 


Rabbimden dileğim, inşallah inananlar olarak bizler kıyamet gününü düşünerek daha da sımsıkı Rabbimize dayanırız. Takvamızı daha da arttırmak için gayret gösterip, daha da çok korunup sakınırız. İnşallah inanmayanlar da bir kere daha düşünürler.

Konuyla alakalı olarak, sonsuz azap görmenin adaletsizlik olduğu iddialarına cevaben yazdığım şu yazıyı da okuyabilirsiniz: 


Yazılarımı http://www.allahateslim.com/ sitesinden de okuyabilirsiniz.