16 Şubat 2014 Pazar

Bir Şeyler ve Kimseler Allah’dan Daha mı Önemli? Onlarla iken veya Onları Kaybettiğimizde Allah'ı Unutanlardan mıyız?

Göklerin ve yerin egemenliği Allah'ındır. O diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka ne bir dostunuz vardır, ne de bir yardımcınız. 
(Tevbe Suresi, 116.ayet)

Hayatın karmaşası, bayağılığı, boşluğu içerisinde kendimize türlü türlü güvenceler dayanaklar ediniyoruz. Bunları bile bile yahut fark etmeden yapıyoruz. Dünyanın boş oluşundan, gelip geçiciliğinden, inanıyor olsak bile dönüşün yalnızca Allah’a olduğunu söylesek bile unutabiliyoruz. 

Bir bakmışız dünya dertleri içinden kendimize koca dertler çıkarmışız. Daha öncede bu gelip geçicilikte yalnız kalmıştık. Tek başımıza, kimsesiz. Sorgulamıştık, sormaya başlamıştık. Düşünmüştük. Kalbimizde gerçeği duymuştuk ve tek başımıza çektiğimiz sancının ortasında Allah’a dayanmıştık. Hayatımızın muhakkak pek çok döneminde, tek başımıza oluşumuzu hissetmişizdir. Okulda bir sınavda ter dökerken, çok sevdiğimiz annemiz yoktu yanımızda. İşte harıl harıl mesaide vakit harcarken eşimiz de yoktu. Allah'ı ve dinini sorgularken, herhangi bir şeye üzülürken de, kendi kalbimiz ve aklımızın içinde tek başımıza debelendik. 


Adımlar attıkça; yanımızda eşimiz, çocuğumuz, işimiz, mevkimiz, paramız, dostlarımız yani bir şeylerimiz ve kimselerimiz belirdi, bizim için önemli bir dayanak ve güvence olmaya başladılar. Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcı olamazken, onların varlığı ile daha da şükredeceğimize, Allah’a olan vazifelerimizi unutur olduk. Bu şeylerin içlerinden en iyilerini, en hayırlılarını istemişiz; iyi bir eş, iyi bir iş...Peki bu saydıklarımı yani işimizi, eşimizi kaybedersek? İmkansız bir şey değil bu söylediğim. Sevdiğimiz ve bağlandığımız kimseler gönlümüzde derin bir yara, yalnızlığımızda hatırladığımız geçmiş bir mazi halini alırlarsa? Sınavımız bir şeyleri kazanmak olduğu gibi onları kaybetmek de olabiliyor. Kaybetme korkusu bile sınavımız olabiliyor. Biz bir çalı gibi güçsüz hissediyorsak kaybederken onları? Sebep Allah’a yeterince dayanmıyor oluşumuz olabilir mi? Yoksa henüz tam mı değiliz, bir olmamışlık mı var üzerimizde? Tastamam olamayacağımızı bile bile, daha iyisini yapabileceğimizi düşünmüşken hep o sınırın çok daha gerisine düşenlerden mi olmuşuz? Yanlış anlamayın, tabi ki insan işini veya eşini kaybederken çok kötü olabilir, tabi ki çok çok kötü hissedebilir. Böyle bir durumda çok güçsüz hissedebilir. Ama tüm bu güçsüzlüğünü, kederini, Allah'a arz etmeyi unutanlar; Allah'ı hiç aklına getirmeyenler, işte onlar esas kaybedenlerdir. Mümin de insandır ve insan olarak bazen zaafa kapılabilir ve elbette üzülebilir, kendisini kötü hissedebilir ama bir yandan Ahiretin varlığı ve bir yandan da Allah'ın her olayı belli bir hikmete göre yarattığını bilerek sabretmelidir. Sabretmeli yani dengesini korumalıdır. 

Bakın Yakup Peygamber, oğlu Yusuf'u kaybettiğinde nasıl da sabrediyor:

Ben, derin üzüntümü ve hüznümü yalnızca Allah'a arz ederim. Sizin bilmediğiniz şeyi, ben Allah'tan biliyorum. (Yusuf Suresi, 86.ayet)

Bu ayetin bir öncesinde, Yakup Peygambere çocukları, "ölüme götüren bir hastalık sana ulaşıncaya veya helak oluncaya dek Yusuf'u anmaya devam mı edeceksin" diye şikayette bulunuyorlar. Yani, Yakup Peygamber kendini harap edercesine o kadar çok üzülmüş ve Yusuf'u unutmamış ki... Ama onun bu kederi, Rabbini unutturmamış. Rabbi ile olduğunu unutmamış. Hüznünü en yakın dostu olan Rabbi ile paylaşmaya devam etmiş. İşte, bizim herhangi bir kaybımızda veya kazancımızda da düsturumuz tam da bu örnekte olduğu gibi olmalı. Yoksa herhangi bir şeyi kaybettiğimizde haşa Allah'ı unutursak, bu yaptığımız tavır, sanki o şeyi Allah'tan daha çok sevip ona Allah'tan daha çok bağlandığımız gibi bir anlam oluşturabilir. İçimizde öyle olmadığını düşünsek bile, yani Allah'ın bizim için birinci sırada olduğunu düşünsek bile, davranışlarımızla bunu göstermezsek çelişkili bir durum söz konusu olur. Yani mümin biri sıkıntılarla-belalarla yüzleşince, mümin ahlakından taviz vermemek için gayret göstermelidir. Sımsıkı Allah'ın ipine (Kuran'a ve dualara) sığınmalıdır. 

Mümin eğer ki bir malını veya bir işini, maddi bir şeyini kaybetti ise, Allah'ın bunu belli bir sebepten ötürü yaptığını hatırından çıkarmamalı. Eğer ki kaybettiği şey sevdiği biri ise, Ahiretin varlığı yani o kişiyi tekrar görebilecek olma ihtimali onu ümitlendirmeli ve bu olay onu sımsıkı Takvaya sarılmaya, sabırla Allah'a dönüşünü beklemeye itmeli. Üstelik ne hayırlı ne hayırsız bunu gerçek anlamda biz bilemeyiz. Kötü gibi görünen büyük bir kayıp, bizi çok hayırlı bir insana dönüştürebilir ve sonucunda belki de daha iyi bir şeye hizmet etmiş olur bu olay.

Bazılarımız hayat yolculuğunda haşa Allah'ın yerine güç bulacağı başka destekçiler ediniyor. Hatta Allah'ın Yüce varlığını kabul etse bile, namaz kılsa bile fani bazı şeyleri Allah gibi yani haşa Allah'ın hayatımızdaki yerine çok çok yakın bir yerde tutabiliyor. Aslında böyle yaparak kendilerini daha büyük bir güçsüzlüğe itmiş oluyorlar. Oysa bizim tek destekçimiz gerçekte Rabbimizdir. Elbette bir arkadaşımız hatta eşimiz de bizim destekçimiz olabilir ama Rabbimiz kadar asla olamaz. Rabbimizi destekçi edinirsek, zaten en büyük desteği sağlamış oluyoruz. Onlara önemli değerler biçmemiz de sorun yok, yanlış bir şekilde değer biçiyorsak sorun var. 

Yanımızdaki kişileri ve sahip olduğumuz maddi şeyleri güzel birer nimet, mutluluk kaynağı, huzur verici vesileler, insanı mutlu eden varlıklar olarak düşünsek ve Allah’ın önüne asla geçirmesek olmaz mı? Bunların aslında bize güç vermediğini gerçekte güçlülüğü Allah'ın verdiğini asla unutmasak? Zira tüm bu bağlandığımız kişiler ve sahip olduklarımızın hepsi de Allah'a aittir. Hepsi fanidir. Yitirilebilir şeylerdir. 

Pek kısa bir süre sonra her şey yıkıma uğrayacak. Bizim kalbimizdeki sevdiğimiz her şey ile beraber. Dirildiğimiz an gelip çattığı vakit; dünyalık sevgiler, dünyalık telaşlar geride kalacak. Allah yolunda mücadelemiz (takvamızı ilerletme gayretimiz) ve Allah’a olan samimiyetimiz Allah'ı razı edebilirse, bizi din gününün çetin zorluğundan inşallah koruyacak. Bu dünyadaki hiçbir kimse ve hiçbir şey kurtuluşumuzun anahtarı değil. Kurtuluşumuzun anahtarı sadece Rabbimizle bizim aramızda. Sadece Rabbimiz ve biz varız esasında.

Çocuklarımız ölebilir, eşimizden ayrılabilir, işimiz bozulabilir, derdimizi dökecek dostumuz kalmayabilir. Bunların hepsi insanı derinden sarsan olaylar. Böyle bir durumda biz de inananlar olarak dünya gibi basit bir çıkar ortamını kendilerine gerçek hayat edinenler gibi Allah'ı unutup, acıyarak kıvranmakla mı geçireceğiz vakitlerimizi? Yoksa Allah’ın ipine daha da kuvvetle sarılarak mı? Daha kuvvetle çalışma arzusunu taşıyarak mı? Bakın, üzülmeye bir şey demiyorum, üzgünlüğümüz, Yakup Peygamber örneğinde olduğu gibi, bizim için itici bir güç olmalı. Hatta Allah'a olan güvenimiz ve O'na dayanmak üzgünlükleri azaltıyor ve hatta silip süpürüyorsa ne mutlu. Umarım böyle olur. Sonuçta Peygamberler de insanlar ve bazen en olağan insan tavrı gösterebiliyorlar. 

Tüm ıstırapları Allah benliğimize bir ders olarak veriyor. Acılarımızdan öğüt alıp daha da yüzümüzü Allah’a dönüyor muyuz? Her an diri olan Allah’a, bizi asla terk etmeyene, zenginliğin gerçek sahibine, derdimizi her an dökebileceğimiz ve bize gerçek manada yardımı şifayı ulaştırabilecek olana ne kadar yakın yaşamaya çalışıyoruz? Bizi en iyi duyana, kalbimizdeki acımızı bilene, uykusuz dertlerimizde kıvranışlarımızı görene, en içten yakarışımızların sahibine…Onun karşısında küçülme derdi olmadan boyun eğiyor muyuz? 

Allah’dan çok çok küçük olduğumuzu anladıkça ancak büyüyebiliriz. Küçüklüğümüz, kul olmamız bizde büyüklenme yaratmadı; acizliğimizi ve küçüklüğümüzü sevdik yüceler yücesine teslim olmamıza sebep verdiği için. Küçüklüğümüzü görmeseydik en kuvvetli dostu, en kuvvetli Vekil’i kendimize ilah edinir miydik? 

Bakın, Allah sıkıntıları ve musibetleri kendisine sığınalım diye verebiliyor, tabi biz bu şekilde yola gelebilecek kullar olduğumuzdan ötürü:

Yemin olsun, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Sığınıp yakarmıyorlar. 
(Müminun Suresi, 76.ayet)
Biz bir ülkeye bir peygamber gönderdiğimizde, onun halkını zorluk ve darlıkla mutlaka sıktık ki, sığınıp yakarsınlar. 
(Araf Suresi, 94.ayet)

İnsanlar dünyevi şeyler arasından kendilerine haşa ilahlar ediniyor. 

Bizim taptığımız, taptığımız denli çok sevdiğimiz Allah’ımız var. Giden ne olursa olsun. Bir şeylerden ya da kimselerden neyi kaybedersek kaybedelim, Allah’ı sevmekten vazgeçmeyelim…Zaten o bizi hiç kimseyken yaratmıştı. Yokluğumuzu, "ben" diyebileceğimiz alanlar yapmıştı. Yanımızda kimsemiz yoktu. 

Hayatta sevdiğimiz şeyler bizim için birer tehdit-engel oluşturmasın. Onlara anlamları kendimiz veriyoruz ve bu anlamı yanlış bir şekilde oluşturmamız bizim için büyük hüsrana sebep olabilir. Bu dünyada olmasa bile ahirette hüsrana neden olabilir ki genellikle daha bu dünyada sıkıntı verebiliyor bu durum. Birilerine veya bir şeylere verdiğimiz yanlış değerler, gerçek hayatımızı yani ahiretimizi kaybetmemize ve Allah'ın rızasını kazanamamaya -Allah korusun- sebep olabilir. 

Biz Allah’ı nasıl tanırsak tanıyalım, hayatımıza nasıl dahil edersek edelim hatta haşa hayatımıza dahil etmesek de, O çok çok yüce. Bir şeyler ve kimseler ise öyle değil. Bazen onlara öyle yanlış öncelik sırası veriyoruz ki, örneğin Allah'ı anmamız konusunda ayaklarımızın altında takıldığımız engellere dönüşüyorlar. Hayatımıza şöyle bir dönüp baktığımızda görebiliriz belki Allah ile aramıza engel olarak koyduğumuz kişilerin veya bir şeylerin varlığını. Bizim yapmamız gereken Allah’ın verdiği güzellikler içinde hep Allah’a dönmek yüzümüzü. Hep Allah’ın tek dayanak tek güvence, her an her yolda yanımızda Vekil olduğunu bilerek adımlarımızı atmalıyız.

Dünyevi sıkıntılar içinde Allah’a dönüşümüzü hatırımıza getirmeye çalışalım Diriliş gününde yani o büyük hesap gününde o bir şeylerin ve kimseler yanımızda olmayak. 

Şu dünyalık hayatımızda pek çok anımızda yalnızca yanımızda Allah olduğu gibi o günde yalnız Allah’la baş başa olacağımızı hatırlayarak yaşamaya çalışalım. Bu dünyada her şey gidebilir, her şey bozulabilir, dünyanın çöküşü gibi biz yaşarken hayatımız bir yıkıma dönebilir ama her zaman yıkıma dönmeyecek gitmeyecek tek dostumuz Allah ve sahibimiz o. Başka şeyleri sahibimiz yapmayalım. Bir şeylere ya da kimselere olan tüm ümitlerimiz kırılabilir yeter ki Allah’a olan ümidimiz yitmesin. Sıkıntıların içinden Allah diyerek doğrulmayı, dik durmayı, ayağa kalkmayı bilelim yeter ki. 

Ne malımız ne çocuğumuz bizi Allah’ı anmaktan alıkoysun, ne işimiz ne eşimiz bize Allah'ı unuttursun, ne dünya süsleri gözümüzü boyayarak ahiretimizi unuttursun... Dur diyelim Allah’tan başka her şeye. Sıkıntılarımıza, can çekişmelerimize, hüznümüze de bir dur diyelim ve Allah'ı hatırlayalım bir an. 

Sıkıntıları Allah’a arz edelim ama o sıkıntıları Allah’ın rızasını kazanmanın önüne geçirmeyelim. 

Mümin, Allah sevgisinin önüne başka bir sevgiyi koymaz. 

Dünya’ya hapsolmayacağız. Bildiğimiz gibi -çünkü bu hayatın sonunda ölüm var-. 

Dünyalık dertlere, dünyalık kimse ve bir şeylere istesek de esir olamayacağız. 
Allah’a teslim olmak bir derdin, bir oyalanmanın, bir süsün esiri olmaktan bizi kurtarabilecek tek gerçekliktir. 

Derde düşüp, takvadan düşmeyelim. Gücümüz azalırken, takvamızdan eksilmeyelim. Ne denli yitenler olursa olsun yanımızda gücü hiç yitmeyen Allah var. 

Hakkımızda Allah’ın yazdığından başkası bize asla ulaşmaz. O’dur bizim Mevla’mız. Yalnız Allah’a güvenip dayansın inananlar. (Tevbe Suresi, 51.ayet) 

Dertleri içinde, yanında bir şeyleri ve kimseleri dururken, Ahireti unutup bu dünyayı gerçek hayatı edinenlerden olmaktan Rabbimiz bizi korusun. Gerçek hayatın kısa bir süre sonra başlayacağını, bu dünyanın kısa bir süre sonra biteceğini unutanlardan olmayalım. Bu hayata boyun eğip buranın kulu olup, bu geçici hayatı Ahirete tercih etmeyelim. 

Kimse Allah gibi dost olamaz, bu yüzden de tek gerçek dostumuz Allah'tır. Hepimiz için temennim olan, şu duamı ömür boyu sık sık hatırlamak ve ömür boyu kabulünü yaşamak istiyorum: "Seni, en çok sevdiğimden kat kat fazla sevme gücü ve imkanı ver bana Rabbim..."

Allah, kuluna yetmiyor mu? (Zümer Suresi, 36.ayet)

Sıkıntılarımız, edindiğimiz süslerimiz, oyalanmalarımız, dertlerimiz içinde Allah’ın iman sahiplerine sorduğu şu soruyu hatırımızdan çıkarmayalım: 

Ahiretten vazgeçip iğreti hayata mı razı oldunuz? (Tevbe Suresi, 38.ayet)

Allah'ın gerçek tek dostumuz ve gerçek tek yardımcımız olduğunun anlatıldığı şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim: http://allahvar.blogspot.com.tr/2017/02/tek-gercek-dostumuz-tek-gercek-yardmcmz.html

Yazılarımı şu siteden de okuyabilirsiniz:

9 Şubat 2014 Pazar

Diz Kapağımızın ve Baş Parmağımızın Yaratılış Harikası Olduğunu Düşündünüz mü?


Şükredecek o denli sebebimiz var ki...Biri tarafından özel olarak yaratılan canlılar olduğumuzu anlamamız için de bir sürü delil var.

Vücudumuzun herhangi bir yapısı, ihtiyaç duyduğu gereklilikten mahrum bırakılmamış, şuur yoksunu zerrelerin ancak şuurlu bir yönlendirmeyle yapabilecekleri olaylar sonucu eksiklikler tamamlanmış.

Beynimiz hassas dokuları ve incecik hassas sinirleri barındırırken ona özel olarak kafatası denilen yapı oluşmuş ve oraya özgü şekil almış. Derimiz bu yapıya dek gerilmiş, üzerini kaplamış. 

Bir arkadaşım sohbetimizde diz kapağımıza dikkat çekmişti. Yürümemizi ve tam da hareketlerimizi oluşturabilmemizi sağlayan, sabah olduğunda yatağımızda doğrulmamızı sağlayan, kimilerine göre tesadüf, kimilerine göre bilinçle oluşturulmuş diz kapağımız...


Eklemlerimiz olmasaydı fiziksel olarak bu et, yağ, deri kütlelerini kontrol altına almamız imkansızlaşacaktı. Felçli insanlardan farkımız olmayacaktı. İnsanoğlu denen bir canlılıktan da söz edemeyecektik böylece.

Çevremizdeki çarpıklıklar aslında bize Allah’ın kudretini, ikramını hatırlatan sebepler olmalı. Felçli insanlar, gözleri görmeyen kardeşlerimiz bize Allah’ın istediği her şeyi çekip alabileceği ve istediği her şeyi sunabileceğini hatırlatmalı. Bu zorlu durumlar sağlığı yerinde olanlar için şükretme ve Allah’ın yardımına, kudretine, ikramına ihtiyaç duyan O’na muhtaç canlılar olduğumuzu fark etme sebebi olmalı. Geç olmadan Allah’ın imtihan olarak yarattığını söylediği, dolayısıyla imtihan dünyası oluşuna yakışır bir şekilde güzelliklerin, sıkıntıların olduğu bu hayattan Allah'ın buyurduğu gibi ibretleri alıp, üzerinde düşünelim ve şükredelim. 

Ne de az şükrediyorsunuz. (Araf Suresi, 10) 
Ne kadar da az şükrediyorsunuz. (Mülk Suresi, 23) 



Küçükken baş parmağını kaybeden bir insana ayak baş parmağının nakledilmesini anlatan bir belgesel izlemiştim. Adam eskiden avcılıkla uğraşıyormuş, elinde baş parmağı olmadığı için tüfek kullanamadığından bahsediyordu. Şöyle bir düşündüğümüzde eğer yalnızca baş parmağımız olmasa, tüm araç gereçleri kullanmakta zorluk çekecektik. Bu hayatımız için çok fazla zorluk demek olacaktı. 

Parmaklarımız bize hayatımızda diğer canlılardan farklı imkanlar oluşturmamıza yardımcı. Baktığımızda ellerimizde tüm parmaklarımız özel bir dizaynla konumlanmış. İki elimiz simetrik. Yalnızca dört parmağımız olsaydı ellerimizin işlevi baya azalacaktı. Örneğin kalemle yazmamızı, bardağı tutmamızı düşünelim. Eğer baş parmağımız olmasaydı, gerileyen bir yaşam söz konusu olacaktı, şüphesiz. Beş parmağımızın beşi de, elin işlevini sağlamasında etkili.

Tek başına baş parmağımız bile kudretli bir dehanın özel olarak tasarımını anlatıyor. Daha anne karnındayken öylesine denk gelme eseri olamayacak ellerimiz, yine özel olarak konumlanan parmaklarımızla donatılmış. 

Dilerim, geç olmadan bu dünyada Rabbimizin delillerinden ibret alan, akleden, düşünen, şükreden insanlardan oluruz. 

Diğer tüm kanıtları bir yana bırakırsak baş parmak bile benim Tanrı’nın varlığına inanmam için yeterlidir, diyor Isaac Newton. 

Hayvanların doğada kendilerini koruması da Allah'ın delillerindendir:

İnsanların farklı suretlerde yaratılmasının yaratılış harikası olduğu hakkındaki çalışmamı da okuyabilirsiniz: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/01/renk-renk-insanlar.html

Allah Var blogu ile ortak sitemizden de yazılarımı okuyabilirsiniz.