1 Mart 2014 Cumartesi

Dünyadaki Açlığın Suçlusu Allah mı? Başımıza Gelen Kötülüklerin Muhtemel Sebepleri?

Dünyadaki açlık sorununu kullanarak, Allah’ın kötü bir tanrı olduğunu veya Allah'ın olmadığını (haşa) iddia edenlere rastlamışsınızdır. Afrika’daki aç çocukların fotoğrafları paylaşılır, ”madem Allah’ınız bu kadar merhametli, şefkatli; hiçbir günahı olmayan şu masum çocuklara neden böyle zulmediyor?” diye sorarlar.

Aslında bu soru özetle şudur: "Tanrı varsa niye dünyada kötülük var?" Çağlar boyunca filozoflar bu soruyu sormuştur ve bazı teist(Tek Tanrıya inanan) filozoflar da karşıt cevaplar sunmuşlardır. 

Öncelikle dünyada kötülüğün olması Tanrının var veya yok olduğuna dair bir çıkarım vermez. Dünyada iyilik de vardır ve iyilik de o halde Tanrının varlığına işaret etmelidir, diye cevap verenler olmuştur. Dünyada kötülüğün olması ancak; Tanrı kötü biri olduğu için mi buna izin veriyor, açları umursamıyor mu veya amaçladığı bir şey mi var (bu duruma niye izin verdiği) gibi soruları sormamıza sebep olabilir. 

İslam'a göre bu dünya bir imtihan dünyasıdır. İmtihanın anlamlı olması için de insan irade sahibi bir canlı olmalıdır. Yani kendi seçimi olmadan sırf kötülük yapmaya programlı olması veya kendi seçimi olmadan sırf iyilik yapmaya programlı olması imtihanı anlamsız ve haksız kılar. İmtihan olacaksa, insan irade sahibi olmalıdır. 

Tanrı tarafından eylemlerimizin programlanmasını istemiyorsak, robot olmayı istemiyorsak ve irade sahibi oluşumuz bize hoş geliyorsa, iradenin varlığını eleştirmek (imtihanı eleştirmek) haliyle dünyadaki iyiliğin ve kötülüğün olmasını eleştirmek demek olacaktır, tutarsızlıktır. Eğer insanlarda irade olacaksa, başkalarına zarar verebilen veya yarar sağlayabilen; başkalarından da zarar veya yarar görebilen bir varlık olması gerekir. İmtihan ve irade olacaksa, insanın önüne iyi ve kötü seçenekler çıkmalıdır. Allah, iyi ve kötü seçenekleri yaratır ve bunu yaparken bize hangi seçeneği seçmemiz gerektiğini de söyler. Adem ve eşi için de yememeleri gereken bir ağaç yaratmıştır ve onları ağaçtan yemeleri için kandırmamıştır yahut onlardan o ağaçtan uzak durmaları gerektiğini bildirmemezlik yapmamıştır. Bu gibi gerçekler ve iyilerin sonunda ödüllendirilecek olması, Yaratıcının insanları imtihan ederken onları alay  ve oyun unsuru yapmadığına delildir. Tanrı, insanlara neyi seçmeleri gerektiğini bizzat gösteren Rehberler ileterek aslında bizlere merhametiyle büyük fırsatlar sunmaktadır. Allah, seçmemiz gereken seçenekleri zaten bildirmiş. Bundan sonra yaptığımız seçim, iradeli olarak bizi ilgilendirir (haliyle seçimi iradesiyle yapan kimse bu durum seçimi yapan kişiyi ilgilendirir), Tanrıyı suçlatamaz.

Dünyadaki açlığın sebebi, bazı insanların gıda alım gücüne sahip olmamalarıdır ve aslında bunun altında yatan sebep, dünyadaki paranın büyük bir kısmını ellerinde tutan azınlık para babalarıdır. Siyasal, toplumsal, ekonomik sistemden kaynaklı sorunlardır sebep. Gıda üretmeyen bir doğada yaşasaydık, açlık sorunu diğer insanlardan ötürü olmaz, tamamen Allah öyle yarattığı için açlık diye bir sorun olurdu. Dünyadaki fakirliğin ve açlığın sebebi, adaletsiz gelir dağılımıdır. Tüm dünyadaki nimet kaynaklarının küçücük bir grubun elinde olmasıdır. Yani, küçük bir grup, dünyadaki nimetleri sahiplenmiş üzerine konmuştur. Hatta bunu yapmakla kalmayarak, kendi ülkeleri dışındaki başka başka topraklardaki nimetlere göz koyarak, uzak ülkelere gitmiş, oradaki toprağı yağmalamış, halkını köle etmiş veya ham maddeleri elde etmek için savaş çıkarmışlardır. 
Eğer insanlar fakir olmalarından ötürü hırs ve isyana sapmak yerine, ayetlerin dediğini yapsa ve hep birlikte dayanışmacı, sevgi dolu, saygılı, barışçıl bir mümin topluluğu olsalar; aslında tüm bu para çakallarının karşısında haklarını yedirmeyecektir. Allah'ın verdiği imkanlardan yararlanabileceklerdir. Fakat zengin olsun fakir olsun, halkların içinde namaz kılan müslüman kişiler olsalar da gerçekte çoğunluğun Kur'an ayetlerine uygun bir karakterde olmadıklarını, hatta ayetlerin anlayarak okunmadığını, okunsa bile uygulanmadığını görüyoruz. Yani iş, ayetlerin yani Allah'ın dediğini yapmakta.  

Tüm dünyadaki gıda rezervleri tüm insanları doyurmak için günümüze kadar yeterli olmuştur. Yeryüzü geniştir. Hayvanlardan beslenmemizi sağlayacak, tarım üretimi yapmamızı sağlayacak genişlikte olmuştur. Tarih boyunca da, doğa tüm insanlara gıda sağlayabilir düzeyde olmuştur. Fakat insanların kurduğu sistemle, bir kesim bir kesimi sömürmüş, büyük bir kitle sürekli fakirleştirilip nimetlere ulaşma güçleri (alım güçleri) engellenmiştir. Bu sırada da küçük sömürücü grup zenginleştikçe zenginleşmiştir. Dünyada aç olan yerler, örneğin Afrika'daki insanlar, sizce orada gıda sağlanamaz bir coğrafya var diye mi açlar? Yoksa, yıllarca Afrika sömürüldüğü için, soğuk savaşların odağı olduğu için mi? Hadi diyelim ki, aç olma sebepleri, coğrafyaları gıda üretmediği için olsun. Allah Kuran'da yeryüzünün bizler için geniş yaratılmasına dikkat çekiyor. (Bkz: Nisa 97.ayet) O insanlar o coğrafyadan göç ederse bu sorunları çözülür. Bir insanın seyahat etme, başka yere göçme hakkı yok mu? Bunu engelleyen ne? Devletler. Diğer insanlar. Diğer insanlar bu halklara kucak açsa demek ki sorun kalmayacak. (Bahsettiğim bu durum tabi o coğrafya gıda üretemez olsaydı getirilebilecek çözümler üzerine) Peki bunu diğer insanlar yapmak ister mi? İstemez. Niye? Irkçılık var. Yabancı olanı sevmeme, toplumda istememe var. Oysa Kur'an'da ırkçılık yoktur. Zorda kalanı kabul etme vardır. Diğer insanlar niye yapmak istemez? Bu sistemde yapmak istemez. Zaten nüfusumuz çok fazla, daha fazla kişi sorundur der, çok insan ucuz işçi demektir ve iş imkanları zaten azken o insanların bizim çalışabileceğimiz işleri kapması demektir veya daha fazla rekabet demektir derler. Bunların sebebi ne? Tabi ki gene sistemin adaletsizlik-sömürü üzerine kurulu olması, ve küçük bir kesimin gücü elinde tutmasıdır. İnsana yaraşır sosyal devlet anlayışının herkese uygulanabilir hale getirilmemesidir. 

Tarihte bu zamana kadar doğa, insanların kuşaktan kuşağa yaşayabilir olduğu her coğrafyada rızık vermiştir. (eğer ki Antartika'da değillerse, ki zaten Antartika'nın ortasında kalan bir birey yaşayamaz, eğer üreme varsa, insan nesli devam ediyorsa, rızıklanma da vardır) Doğaya rızık veren, rızığı yaratan elbette Allah'tır. Şimdi burada, evrenci doğacı gibi algılanmak istemem. Tarihte bundan sonra varsayalım ki o küçük grubun elinden gücü aldık ve tüm nimetlerden insanları yararlanabilir hale getirdik. Eğer bu durumda gıdalar-gıda üretimi insanlara yetmiyorsa geriye tek sorun: NÜFUSUN FAZLALIĞI olabilir. NÜFUS FAZLA OLDUĞU İÇİN GIDALAR YETMEYEBİLİR.

Peki, bu tarihe kadar, tarihin her anında, insan nüfusuna gıda yeterken, bundan sonra üredikleri için yetmemesi sorunu, insan kaynaklı olmaktan çıkar mı? Hayır, elbette çıkmaz, çünkü Allah, doğum kontrol yöntemlerinin de yaratıcısıdır. Gittikçe en etkili olan hatta yüzde yüze kadar korunurluk sağlayan (internette bu konuda araştırma yapabilir veya bir kadın doğum uzmanına danışabilirsiniz) doğum kontrol yöntemlerinin buluşu da meydana gelmiştir. Onların da yaratıcısı Allah'tır. Bakınız Allah gemilerin yaratıcısı olduğunu söylüyor. (Bkz: Zuhruf 12.ayet). Bunu söylüyor, çünkü gemiyi üreten insana, gemiyi üretmek için aklı veren, materyalleri veren, geminin yüzebilir olmasını sağlayan doğa kanunlarını yaratan da Allah'tır. Doğum kontrol yöntemlerini geliştiren bilim adamlarına da aklı, bu yöntemlerin gerçekleşmesini sağlayan doğa yasalarını oluşturan, materyalleri veren de Allah'tır. Öyleyse, bu tarihten sonra birkaç milyar olan insan nüfusu bizler için sorun olacaksa, Rabbimiz zaten bu sorun gıda rezervlerinin paylaşımı için sorun olabilecek nüfus sayısına gelmeden, işe yarar doğum kontrol yöntemlerini de yaratmıştır. Doğum kontrol yöntemleri, spermin yumurta ile birleşmesini önler, yani ortada bir çocuk/bebek oluşumu yoktur, ortada olan bir çocuğun/bebeğin yok edilmesi yoktur. Dolayısıyla doğum kontrol yöntemleri gayet helal yöntemlerdir. 

Allah, insanlara sorun çözmek için akıl vermiştir. Aklını kullanırsa insan, sorunları çözer. Allah Kur'an'da hiçbir yerde "çocuk yapın/üreyin/çoğalın" demez. Çocuklarınızı öldürmeyin der ama...Allah çok çocuk yapın demez, çocuklarımızın salih kişiler olması için dua etmeye, onları Allah'a adamamıza yönlendirir ama...Allah, çocuk sahibi olmamak için önlem almayın da demez. Çocuklarınızı "açlık korkusu ile öldürmeyin" der. Çocuğu açlık veya fakirlik gerekçesi ile öldürmek başkadır, çocuk sahibi olmayı istememek yada az çocuk yapmak başka. Allah artık çocuk yaptı isen o çocuğu öldürme hakkı vermez bizlere, nasıl olsa rızkını ben veririm diye çocuk yapın da demez, "sizi de rızıklandıran bensem, siz kendiniz bir şekilde hala yaşıyorsanız, niye bencilce onları öldürüyorsunuz" mesajı verir. 

Velhasıl, görüldüğü üzere, dünyadaki açlık, tamamen insan eli kaynaklıdır, Allah tüm insanlara yetişebilecek miktarda gıda üretebilen doğanın yaratıcısıdır. Bu zamana kadar ki tarihin her anında, dünyadaki tüm insanlara gıda rezervleri yetiyordu. 

Şuanda, yetmemesinin nedenleri:
- Bazı insanların aç gözlü olması ve küçük bir grubun gücü elinde bulundurması
- Adaletsiz gelir dağılımı
- Paylaşmama
vs. Yoksa Allah'ın ürettiği gıdalar yeterlidir. Bunların tüm insanlara ulaştırılamaması: İNSAN ELİNDEN ÖTÜRÜDÜR.
Zaten Allah da ayetlerinde bu gerçeğe dikkat çekiyor:
Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Fazla verilenler, ellerinin altındakilere kendi rızıklarından aktarıp onda eşit hale gelmiyor. Allah’ın nimetini mi inkar ediyor bunlar? 
(Nahl Suresi, 71.ayet)

Tabi bu verdiğim ayetten ''ihtiyacın kadar, mümkün olduğunca en az miktarda veya en düşük fiyatlı/kalitesiz/idareten şeyler satın al, eline geçen ve artan bütün paranı dağıt'' anlamı da çıkmaz. Allah ''ne elini tamamen kapat ne de tamamen aç'' ölçüsü vermiştir. (Bkz: İsra 29.ayet) 

Kaliteli, lüks, zengin yaşam helaldir. Unutulmamalı ki, toplumda zenginden daha zengin, fakirden daha fakir, orta halliden daha orta halli insanlar vardır. Hepsi birbirine göre ''daha fazla rızık verilen kişi'' olmaktadır. Bir öğretmen de zor geçinebilmektedir ama asgari ücretli bir işçiye göre daha fazla para eline geçmektedir. Bu yüzden Rabbimiz ''darlıkta da olsa infak edenler, zekat verenler'' olarak tanımlamıştır müminleri. (Bkz: Ali İmran 134.ayet) Yani herkes gerekli zekatı verse, aslında Allah'ın tüm imkanları tüm insanların erişebileceği imkanlar halini alacak. Zaten zengin siyasetçiler de Allah'ın dediklerine uysa, sosyal devlet anlayışı yükselecek, toplumun her kesimi (fakirler, yaşlılar) düşünülecek ve imkanlar daha adil bir şekilde paylaştırılacak.  

(israf ile karıştırılmasın bu lüks kavramı, lüks deyince insanların aklına gereksiz veya boşa yapılan harcama akla gelmekte maalesef. Konfor içinde olmak, hızlı - kaliteli - güzel arabalar, havuzlu ev, jakuziler, eve süs olsun diye heykeller tablolar yaptırmak, güzel mermerler hepsi helaldir. Süleyman Peygamber gibi yaşamaktır. Boşa su akıtmak israftır, gömlek alıp hiç giymemek israftır ama süs ürünleri/estetik amaçlı materyaller yani heykel-resim gibi şeyler helaldir. Konfor sağlayıcı şeyler, daha kaliteli ve daha güzel görünümlü dolayısıyla daha pahalı şeyler de helaldir. Örneğin lüks arabalar daha güzel görünümde, daha hızlı, daha kaliteli, çarpmaya karşı daha dayanıklı, estetik görünüm açısından çok daha üst düzeydedir. Burada sayamayacağım kadar üst pek çok farklı özellikleri vardır.) Altın ve gümüşü yığıp bir kasaya hapsedip, ileride kullanım amacı gütmeden - örneğin ev almak gibi, geleceğe yatırım yapmak, ileriye dönük hem daha da zenginleşme ve infak etme amaçlı yatırıma dönüştürmek dışında- sırf kasalara senelerce hapsolan, dünya zenginleri listesinde olduğundan ötürü harcanılması mümkün olmayan altınlar vardır. Dolayısıyla kullanılması mümkün olmayan ve aşırı zenginlikten ötürü asırlarca aile servetinde öyle kasalarda durmaya mahkum altınların da Allah yolunda kullanımına davet edilmekteyiz. Böyle dünya zengini aileler var malumunuz. Dolayısıyla -aşırı zenginlikten şahsi olarak kullanılması mümkün olmayan- bu altınlar aslında öyle boş boş durmakta ve bu da israf demektir. (Bkz: Tevbe 34.ayet) Zaten ayette altın ve gümüşü yığın yığın yığmak anlamında bir ifade kullanılıyor. İslam'da miras bırakma var yani öldükten sonra birilerine servet, mal, mülk bırakmak da var. Dolayısıyla servet ve mallar-mülkler sahibi olmak da helal. Ticaret de helal. Ticarette yatırım için beklemek, sermaye kurmak, sermayeyi en uygun adım için bekletme gibi şeyler de var, ticaretin doğası böyle. Dolayısıyla ticaret için atılan bu tarz adımlar da helal. Sermayesiz ve yatırımsız, ticaret düşünülemez. Dünyadan nasibini unutmamamızı da söylüyor Rabbimiz bize. (Bkz: Kasas 77.ayet) Sermaye kurmak için biriktiren de ticaret dahilinde bir iş yapmakta yani ticaret yapan, servet, mal-mülk sahibi birisi de pekala Allah'ın yoluna aykırı bir iş yapmamakta hatta bunları şükür aracı yapar ve zekat-infak amaçlı da düşünürse, bu fiilleri Allah yolunda salih işler olabilecektir Allah'ın izniyle. 

İhtiyaçtan fazlasını almak günah mı, sorusuna cevap veren bir yazım:

 http://evrendepinar.blogspot.com/2017/11/ihtiyacmzdan-fazlasn-almak-gunah-m.html

Ne demiştik? İrade ve imtihan varsa, insanlar başkalarına yarar da sağlayabilir zarar da. 

Ne demiştik? Allah imtihan ortamının oluşumunu sağlar bunu da insana irade vererek yapar, ama imtihanın mutlu ve iyi bir şekilde sonuçlanması için insanların izlemesi gereken yolu da söyler. Nahl Suresi 71.ayette söylediği gibi. Allah, adaletsiz gelir dağılımına da, küçük bir grubun nimetlerin üstüne konup gücü elinde barındırmalarına da, paylaşmamaya da dikkat çekmiştir dikkat çekmekle kalmamış kitabının pek çok yerinde ağır bir şekilde uyarılar yapmıştır.

Allah imtihanda karşılaştığımız kötü sıkıntıları da (fakirlik/açlık gibi) niye bana veriyor, diğerine vermiyor diye soracaksak, kötü imtihanların bize denk gelmesinin de çeşitli sebepleri Kur'an'da anlatılmıştır. Yani o zengin küçük grup şanslı, ezilen büyük grup şanssız bunun da bir hikmeti olabilir mi diye soracak olanlar için yazıyorum bunu. 

Bir kişinin kötü-sıkıntılı imtihanla karşılaşan tarafta olma sebepleri:

1. Ancak sıkıntı ile doğru yola gelebilecek bir insan olmamız (Bkz: Araf 94.ayet)
2. Bir kötülük yapmamızdan ötürü, kötülüğümüzün karşılığı olarak (Bkz: Şura 30.ayet) ve aslında Allah bizim bütün iç dünyamızı bildiğinden, hatta gelecekte karşımıza çıkacak her olasılık her şık için yapabileceğimiz tüm kötülükleri bildiğinden, daha şimdiden bizi terbiye etmek amaçlı da başımıza kötülük verebilir. İç dünyamızdaki belki farkına bile varmadığımız ama aslında bizi kötüleştiren hastalıklı yanlarımızdan ötürü de bizi daha iyi bir insan yapmak için de başımıza kötülük verebilir. 
3. Daha kötü bir şeyi engellemek için (Musa ve Bilge adamın -halk arasında Hızır ismi verilen kişinin- yolculuk kıssasında anlatılan olaylarda olduğu gibi. Örneğin bir gemi hasar görür ama bu sayede korsanların el koymasından kurtulunur)
4. Daha önemli ulvi sonuçlar için daha güzel yerlere gelmemiz için bu sıkıntılar basamak olur. Yusuf Peygamberin köle olarak satılması, kuyuya düşmesi, hapse düşmesi gibi olaylar aslında ileride Hazine bakanı olmasını sağlayan konuma ulaştırır.
5. Allah'ı umursamayan ve dolayısıyla gerçek iyilerden olmadığımız için, Allah'ı düşünme fırsatı olarak da başımıza kötülükler verilebilir. Kanser hastası olup, dindarlaşan ve dolayısıyla daha fazla iyiliğe yönelen insanlar vardır. Tecavüz gibi acı verici zulümlere uğramasına rağmen, Allah'a daha da yönelen takvalı ve daha da iyi bir insana dönüşen insanlar vardır. 

Yani bir insanın şu an açlık sorunu yaşamasının, maddi sıkıntılar yaşamasının sebepleri bunlardan biri olabilir. Hatta zengin olsa azgın ve kötü bir insan olacağı için, hatta kötü-azgın bildiğimiz zenginlerden de daha kötü-azgın olacağı için; fakirlikte bırakılan insanlar da vardır. Yani Allah istese tabi ki, hak eden iyi bir insanı daha iyi koşullarda dünyaya getirir, böyle bir sürü insan vardır. Zaten Allah bilgisi ile bunu da yapmaktadır. Kimini de daha da azacağı için, fakirken daha iyi bir insan olacağı için fakirlikte bırakıp, kötü bir insan olmasını engellemektedir. Kimini de içindeki kötülükte yüzleştirmek için daha zengin eder, kötülük etmesine fırsat verir, bu kötülüklerin aslında hak eden insanlara dokunmasını da sağlar. Hep toplumun acısından, talihsizliğinden bahsediyoruz ama Anadolu'da fakir kesimler arasında yaşanan bir sürü azgınlıklar, o küçük ailelerde dönen bir sürü sapıklıklar, zulümler var. Şimdi bu zulümleri yapanların bir de konfor içinde, daha da fazla imkan içinde neler neler yapabileceklerini düşünün. Bazısını da Allah daha fazla imkanla daha kötü olabileceği için fakirlikte bırakabilmekte. 

Bir kişinin nimetlendirilmesi, zenginlik ile imtihan edilmesi ona bir lütuf olsun diye verilmez her zaman:

Şu yazıda da anlattığım gibi, sevinip şımaracaklarını bildikleri için Allah zaten kötü olduğunu ve ne olursa olsun kötülük istikametinde olduğunu bildiği kişilere de zenginlik verebiliyor,  böylece hem o kişiler kötülükleri ile yüzleştirilmiş oluyor, onların sebep olduğu kötülüklere maruz kalan kişiler de belli hikmetlerden ötürü bunlara maruz kalıyor. Unutmayalım ki Allah tüm olasılıkları biliyor, her türlü imtihana karşı verebileceğimiz tüm tepkileri ve özümüzdeki gerçekte iyi mi kötü mü olduğumuzu biliyor. Örneğin, cehennemliklerin dünyaya geri döndürülse bile aynı kötülükleri yapacaklarını bildiriyor Enam 27, 28.ayetlerde: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2015/10/allah-kotu-insanlar-ve-kendisini.html

Bu imtihanları oluşturan da bizim iyilik veya kötülük potansiyellerimiz...Örneğin sadece sıkıntı ile iyiye yönelebilecek kişi oluşumuz veya zaten ne tarz imtihanla karşılaşırsa karşılaşsın kötü olacak kişileri daha da şımartmak gibi hikmetler olabiliyor. Bu sayede içimizdeki iyilik veya kötülükle yüzleşmemiz sağlanıyor dünyada ve cennete cehenneme götüren benliğimizi anlıyoruz. Niye iyi veya kötü imtihanlarla karşılaştığımız hakkında daha ayrıntılı fikirler oluşturması için şu yazılar okunabilir: 


Tabi şu da var ki, bir kişi ille zengin diye anında daha fazla lütuf, mutluluk ve haz içinde yaşıyor anlamına gelmez. Kişilerin toplamdaki haz ve mutluluklarını Rabbimiz bilir. Örneğin, daha fakir ama sağlıklı, mutlu bir evliliği olan biri; daha zengin ama mutsuz evliliği olan, sağlık sorunları olan bir insandan çok daha mutluluk içinde olabilir. Fakir ama sağlıklı biri, zengin ama sağlıksız birinden daha rahat yaşıyor veya daha mutlu yaşıyor olabilir. Yani mutluluk-lütuf kıstası sadece para ile alakalı değil. Dolayısıyla Allah'ın görünürde verdiği metalara bakarak, aslında kime daha fazla lütufta bulunduğunu da bilemeyiz. 

Unutulmamalı ki, Allah tüm imtihan seçeneklerinde bir insanın ne yapacağını biliyor, bir kişinin benliğinde iyilik potansiyeli mi fazla, kötülük potansiyeli mi fazla biliyor. Bir insanın karşısına neler neler çıktığında neler yapacağını, ileride ne kötülükler veya iyilikler yapacağını biliyor. Kötü bir insana, gelecekte çok büyük kötülükler yapabilecek bir insana, daha yolun başındayken daha dünyadayken ceza verebiliyor. Örneğin, zenginlik içinde olmasına rağmen bir genç kızın boğazını kesip öldürebilecek bir kişiyi, Cem Garipoğlu gibi bir kişiyi, 19 yaşında sefaletle cezalandırabiliyor. Cem Garipoğlu'nun veya diğer tecavüzcülerin sapıkların tekrar dünyaya getirildiğini, aynı benliğe kalbe sahip kişiler olduğunu bilsek ve 17 yaşında dünyada pislik ve sıkıntılar içerisinde yaşadıklarını bilsek, üzülür müyüz? Hayır. 

Allah, bazen insanlara bu dünyada ödül veya cezalarını verebiliyor. Bunun hakkında bir örnek daha vereyim. Geçenlerde bir haber okudum, mülteci kampında gönüllü olarak çalışan bir genç kıza, mülteciler tecavüz etmiş, daha sonra da öldürmüşler. Kötü bir haldeyken, bir genç kıza tecavüz edip onu öldüren bir kişi, iyi bir insan olabilir mi? Sıkıntı yaşıyor diye, onun bu eylemi aklanabilir mi? Elbette hayır. Hepimiz sıkıntıdayız diye haşa birilerini öldürmeye zulmetmeye kalkalım o halde. İşte, bu mülteci örneğinde olduğu gibi, aslında çok pis bir iç dünyaya sahip insanlara, Allah onların her seçenekte kötü olacaklarını bildiğinden, pislik ve sıkıntılar verebiliyor. Yani, bir insanın başına neden sıkıntı verildiğinin en iyi bilgisini Rabbimiz bilir. Ardındaki gerekçeleri hemen biliyormuş gibi, bu durumu haksızlık olarak nitelemeye kalkmak, ancak zandan öteye gitmeyecektir. Yani o genç kıza tecavüz eden alçaklar, aslında zaten bu var olan kötü benliklerinden ötürü, daha en baştan Allah tarafından mülteci durumuna düşürülebiliyor, sefaletle cezalandırılabiliyorlar. Şimdi bunu yapan alçakların mülteci olmasına üzüldük mü? Hayır. Daha da beter olsunlar. 

Savaştan kaçıp ülkemize sığınıp gelen insanların taciz tecavüz haberlerini alıyoruz. Bazı insanlar için sıkıntılar, kötü kişiliklerinden ötürü ceza niteliğinde olabiliyor. Sel bastığında, can kurtarma derdine düşeceklerine onun bunun malını yağmalayan insanlar da var. Bazen sıkıntılar, insanların içindeki kötülüğü açığa çıkartmak için verilebiliyor. Bazen lütuf olarak görünen imkanlar da insanların içindeki kötülüğü açığa çıkartmak için verilebiliyor. Zengin birinin oğlu, zenginlikten ötürü şımarıp, hız yarışı yapıp rahatlıkla insanları ezip öldürüp, bıçaklayıp gene zevk sefa alemlerinde aynı şeyleri yapmaya devam edebiliyor. Allah, benliğimizle yüzleşmemiz için, bizi çok iyi tanıdığından, bize uygun imtihanları karşımıza çıkartıyor. Zenginlik içinde de, kötülük içinde de akıllanmayacak insanları, Allah pislik içinde bırakabiliyor. Elbette bu kötü insanlardan ötürü başına kötülük gelen kişi de başka başka sebeplerden ötürü, bu kötülüğün kendisine isabet ettiği kişi oluyor. Zaten Şura Suresi 30.ayette de başımıza gelen kötülüklerin sebebinin kendimiz olduğu hatta Allah'ın pek çok hak ettiğimiz kötülükten bizi koruduğu da belirtiliyor. Dediğim gibi, bir kötülüğe maruz kalmamızın sebebi illa kötü insan olmamız olmayabilir. O kötülükle ancak ders alabilecek potansiyelde olmamız da sebep olabilmekte. Yani başka başka insanların bilmediğimiz iç dünyalarına bakıp ahkam kesmeyelim. Kendi başımızdaki lütuf ve musibetlere bakıp ders çıkaralım. Zaten göreceğiz ki, biz iyi insan oldukça, biraz olsun iyi oldukça, Allah pek çok felaketi de bizden uzak tutuyor. 

İnançlı ama sıkıntılı bir durumda olan kişi ile; inançsız ama refah içinde olan bir kişiyi kıyasladığımızda, inançlı kişi daha şanssız değildir. Bu iki kişinin ruhsal dünyasını ve kalp tatminini kıyasladığımızda, zor koşulda olan bir mümin, iyi haldeki bir inkarcıya göre içsel olarak çok daha huzurlu-iyi-dengeli bir haldedir. İmanın verdiği konforu, başka hiçbir meta, hiçbir iş, hiçbir eş, hiçbir banka hesabı veremez.

Gerçek müminler kötü durumlar içinde bile Allah’a dayanıp Allah ile olacakları için, en gerçek tatmin duygusunu mutluluğu iç huzuru yaşayan kişilerdir. (Bkz Rad 28)

Zengin birisi, lüks teknesinde ama iç sıkıntısı, tatmin olamama, içindeki rahatsızlık duygusu ile inkarcı yaşarken; bir mümin ondan kat kat aşağı imkanlar içinde Allah ile olduğundan iç huzuru olan, ümitli, gelecek için cennet gibi çok önemli bir planı hedeflemiş, dolayısıyla mutlu -sabırlı - ümitli - içi ferah olan kişidir. Dolayısıyla her şey görünürdeki gibi değildir. Allah çok daha aşağıda görünen birine aslında çok daha fazla merhamet göstermiş, o daha aşağıdaki kişinin daha rahatta/huzurda olmasını sağlamış olabilmekte. 

Biz niye daha iyi koşullarda yaşamak isteriz? Olumlu duyguları hissetmek için. Güven, ümit, daha az kaygının yanında tatmin, huzur, mutluluk gibi şeyler için iyi koşullarda olmayı isteriz. Zenginlik olumlu duyguların hepsini sağlamaz. Bunların hepsi ancak iman ile sağlanır psikolojik anlamda. İmansız kişide her zaman anlamsızlık, boşluk, bulantı, bir şeylerde eksiklik, samimiyetsizlik olduğu gibi pek çok olumsuz duygu vardır. Bu gerçeği Yusuf peygamberin "zindanda olmak zinadan daha sevimlidir" sözünde de görebiliyoruz. Çünkü o zindanda da Rabbi ile olan, ve aslında, dışarıdaki pek çok insanın ümit edemediği duygulara sahipti ve iç dünyasında olumlu hislere sahipti. Mesela şuan zindanda olmayan, iyi koşullarda yaşamasına rağmen intiharı düşünen kişiler var, ama Yusuf peygamber zindanda ümitli, sabırlı, Allah'a sığınmakla tatmin yaşayan, intiharı düşünmeyen, daha dengeli zihin yapısında biriydi...Şimdi hangisi daha lütuf içinde? Görünürde zindandaki kötü durumda ama gerçekte öyle değil...Yani mümin görünürde kötü bir durum içinde olsa bile takvaya sarılarak pek çok insandan daha önemli ve büyük bir lütuf içindedir. 

Allah her olayı da belli bir bilgiye(amaç/hedefe) yönelik yaratır. Kimine fakirliğin denk gelmesi belli bir hikmete göredir veya bizim irade sahibi oluşumuz gibi şeyler de hedefe yöneliktir (irade sahibi olmamız imtihan hedefine yönelikti). Bu kadar uzatmasaydı, cennette mutlak iyilik ve iyiler var, orası gibi olsaydı diyeceklere gelince, cennete gidenler de aslında orayı iradeleri ile seçmiş oluyorlar. Yani cennet de insanın iradesine göre kurulu. Cennete giden insanlar iyi olduklarını göstermiş, iyiden yana olduklarını, iyiyi seçtiklerini ve iyilik üzerine kurulu bir hayatta yaşamayı istediklerini söz ve fiille seçmiş oluyorlar. Allah da bu seçim karşısında, cennetlikleri tamamen temizliyor, kötülük kırıntılarından onları arındırıyor. Çünkü cennetlikler, sadece söz ile değil davranışları ve takvalarıyla da iyilik ortamı istediklerini ispatlamış kişiler yani cennet gerçekten de hak edilerek, irade ile elde edilen bir yer. Diğer türlü direkt herkes cennette yaratılsa, hak edilmeden kazanılmış bir yer olacaktı orası ve yine programlanmış bir robot gibi olacaktık. İrademizin, iradeli benliğimizin bir anlamı olmayacaktı.

ALLAH DOĞRU OLAN SEÇENEĞİ GÖSTERMİŞTİR

Allah insanlara geçinmeleri için ikramda bulunurken, yoksullarla da paylaşmalarını buyuruyor. Hem de bunu sadece bollukta iken değil darlıkta iken yapmaları gerektiğini söylüyor. Çünkü her fakirden daha fakiri var. "Ben anca kendimi geçindiriyorum" diyen ve üstü başı temiz güzel giyimli, pek çok insana daha kötü durumdaki insanlar ''refah içinde yaşıyor'' diyebilir. Herkes bağışta bulunsa, yoksulluk diye bir şey kalmayacak zaten. Çok zenginlere, hani şu şikayet ettiğimiz dünyanın para babalarına, niye aşağıdakilere zenginliklerini dağıtmadıkları soruluyor. Tüm insanların nimetlere ulaşabilmesi, ayetlerden gördüğümüz gibi hedefimiz olmalı. 

Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler. (Ali İmran, 134) 

Bir tanıdığımıza para versek ve "ben şu çocuğa çok üzüldüm, okul masrafını karşılamak istiyorum, parayı ona ulaştırır mısın?" desek ve o kişi zaten bize ait olan parayı kendisininmiş gibi sahiplense ve çocuğa yardımı ulaştırmasa, kim suçlanır? Bu örneğe dışarıdan bakalım. Para ulaştırmasını söyleyen ve paranın gerçek sahibini mi suçlarız yoksa açgözlülükle o paranın üstüne konan ve yardımı ulaştırmayan kişiyi mi? Bu dünyadaki nimetlerin gerçek sahibi de Allah. Bu nimetleri insanlara veren ve o nimetlerin başkalarına ulaştırılmasını söyleyen de Allah. O halde nasıl olur da, nimetin sahibi olan ve ulaştırılmasını şiddetle buyuran Rabbimizi suçlarız? Bu örnekteki kişinin yerine Allah yazınca, Allah suçlanıyor. Sebebi çok basit. Sıkıntı Allah'ı benimseyememe aslında. Tamam, Allah'ın gücü ile bir insanın gücü kıyaslanamaz ama iradenin olduğu bir sistemde ancak böyle bir yaşantı mümkün olabilmekte ve dediğim gibi, bununla birlikte yardıma muhtaç kimselerin o durumda olmalarının da bilemediğimiz pek çok hikmeti var. İnsan olarak Rabbimizden güçsüz olabiliriz ama açlığı ve fakirliği bitirecek güce de sahibiz. Eğer bunu yapamıyorsak, ciddi anlamda açlık ve fakirlikten rahatsız olan kitlenin ya ''azınlık'' olduğu ya da ''ahlaksız/akılsız/bencil'' olduğu düşünülebilir...Ya da sadece düşünüp eyleme geçmedikleri...

Dolayısıyla yeryüzünde açlıktan ölen bir çocuk varsa bunun sorumlusu insandır. Pişkince, bunları Allah neden doyurmuyor, diyerek aslında tamamen zalim bir anlayışla yoksullardan bahseder, daha kendi layıkıyla darda bollukta bağışta bulunması belli belirsiz olmasına rağmen Allah’a düşmanlıkla söz savaşı açmaya kalkar. Emin olun yoksulluktan ve açlıktan şikayetçi olan pek çok kişi, parasından arttırıp birilerine 3-5 kuruş da olsa maddi yardımda bulunmuyor. Fakirleri gösterip Allah'a kin kusan pek çok kişi ''Şunu da satın almayayım çünkü hiç yardım yapmadım'' demiyor. 

Onlara ''Allah'ın size verdiği rızıklardan verin'' denildiğinde gerçeği yalanlayan nankörler, iman edenlere ''Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseyi biz mi doyuracağız? Siz doğrusu apaçık bir sapıklık içindesiniz.'' (Yasin Suresi, 47.ayet)

Allah, tüm insanlara irade vermiş. İyiyi izleme ve kötülüğü izleme imkanı vermiş ve bu konuda da bizleri evet açıkça serbest bırakmış. 

İrade vermek, kötü bir Tanrı göstergesi mi, bunu tartışmak lazım. Düşününce irade vermek demek kötülük göstergesi değil, irade verdiğini kale almak demek. Dediğim gibi ya programlanmış robotlar olacaktık ve aslında birey olmamızın ''ben'' olmamızın hiçbir anlamı kalmayacaktı, ya hiç var olmayacaktık ya da benlik sahibi iradeli kişiler olacaktık. Allah, herkese hak ettiğini yaşattığından ve hak ettiğine ulaştırdığından ötürü ''hiç var edilmeme'' şıkkı da bir iyilik etme olmuyor. 

Ayrıca belirtmek gerekir ki iyi ve kötü kavramları, insanoğlu için her zaman, Allah ile bağlantılı olarak düşünülmediği müddetçe, felsefi açıdan belirsiz kalacaktır. Yalan söylemenin bir kısmını bazı insanlar iyi, bazı insanlar kötü görebilir. Defalarca verdiğim bir örnek, ensesti kimi iğrenç, kimi olağan görebilir. Eğer ki tüm bu belirsiz konuları, Allah ile bağlantılı olarak düşünürsek, daha doğrusu tüm insanların görüşünden çekip alıp, Allah’ın belirlemesine bırakırsak, işte o zaman bir şeyin gerçekten iyi mi veya kötü mü olduğu söz konusu olur, mutlak geçerli ahlak anlayışını ancak bu şekilde bulmuş oluruz. Kimileri eşe hissettirmeden tek gecelik kaçamakları gayet insani görebilir örneğin, kimileri eş değiştirmeyi, kimi kendi öz çocuğuna cinsel duygular besleyip eyleme geçmediği müddetçe bunu da gayet insan tabiatına uygun görebilir.

Haşa Allah’ın kötü bir tanrı olduğunu kabul etsek bile, bu Allah’ın varlığını yok etmez. Yani aç insanların fotoğrafını paylaşıp ''Allah bunları neden görmüyor?'' diye soran kişiler, Allah'ın var olmadığını ispat etmiş olmaz. Belki Allah kötüdür? (Haşa) Yani, insanların yaşadığı bu sıkıntılardan ötürü Allah'ı reddetmek mantıklı bir gerekçe değildir. Ancak ''Allah neden buna izin veriyor?'' sorusu sorulabilir ve tüm bu yaşanılanların muhtemel hikmetlerine dair Kur'an'da pek çok ifade vardır. Bilmediğimiz bilemeyeceğiz nice hikmeti de olabilir. 

Biz ne dersek diyelim, Allah'a dost da olsak düşmanlık da etsek (Allah korusun), Allah'ın buyrukları gerçekleşecek. İlginçtir ki, tam bu noktada açlık sorunu gibi büyük problemler için bazıları suçu Allah’a atarken, elinizdekileri başkaları ile paylaşın buyuran da Allah’ın kendisi. Allah haşa kötü bir İlah, ama elinizdekileri başkaları ile paylaşın, nimetlerden herkesi yararlandırın ve hatta fakirliği kaldırın diye bildiriyor! 

Durmadan Allah’a her konuda yarım bilgi ile suç atanlar, peki siz en son ne zaman bir yoksula bağışta bulundunuz? Bir sürü Allah’ı inkar eden tanıdığım oldu, ellerinde imkan vardı, hep insanların fakir olmalarının ne kadar adaletsiz olduğundan bahsettiler, ama doğru düzgün bir yardımda bulunduklarını göremedim, yardım da bulunan vardır da, ben genel bir bakış açısı oluşturmak için diyorum bunu. İçlerinde maddi yardımda bulunmayanların olduğunu çok iyi biliyorum. Aynı Yasin 47.ayetteki gibi üstlerine alınmayan bir sürü inkarcı tanıyorum. ''Hayat böyle'' deyip geçen elini cebine atmayan bir sürü inkarcı tanıyorum. Bir şeyler yapabilecekken, yapmayıp bir de Allah'ı suçlayabilen insanlar var, Yasin 47.ayette de şahit olduğumuz gibi. Cimri olan ama namaz kılan, müslüman olan insanlar da var tabii. Müslüman olmak da inanın kurtarmaz. İnsanımıza ''inanıyorsan müslümansan kesin yırtarsın Ahirette. Eninde sonunda affedileceksin'' diye bir palavra sıkmışlar. Arkadaşlar, bu kocaman bir palavradır. İman etmek yetmez, Allah pek çok ayette cenneti ancak iman ve salih amellerle kazanabileceğimizden bahseder. Cenneti kazanmak için kötülükten uzak durmamız gerektiğini de pek çok ayette görebilmekteyiz. Zaten Allah'ın kendisi iman etmekle bırakılmayacağımızı esas kendimizi ispat edeceğimiz kısmın fiillerimiz olduğuna dikkat çeker. (Bkz: Ankebut, 2.ayet)

Cehennemden cennete geçiş var mı, sorusu hakkında bir yazı:
http://allahvar.blogspot.com/2015/05/biraz-yanp-ckacak-myz-eninde-sonunda.html

Şimdi konu, Allah da bir şeyler yapabilir, konusuna gelmesin. Çünkü aslında yazıda bu çıkışa da cevap verilmiş oldu. Aynı soruları başka şekillerde sormaya gerek yok. 

Allah koşulsuz şartsız, tek yüce otoritedir. İrade veren tek bir ilahtır. Biz ise iradeyi alan ve sınava tabi tutulmuş insanlarız. Allah mı bizi imtihan ediyor, biz mi Allah’ı imtihan ediyoruz? Allah mı bizi iyi mi kötü mü diye benliğimiz ile yüzleştirmek için var ediyor, haşa biz mi kendisini var ediyoruz? Sınavı beğenmiyorsak, sınava girmeyi istemiyorsak, buyurun işte, bizim beğenimize göre değil, kendi dilemesine göre bizi imtihana tabi tutuyor. Bu da yine O'nun karşısında nasıl aciz varlıklar olduğumuzun göstergesi. Bizi var etti, sınava tuttu ve bununla birlikte iyilikler etmeye, iyi insan olmaya, cennete, mutluluğa, huzura çağırıyor bizleri. Haşa kötü bir Tanrı olsa, iyiliğe ve mutluluğa mı çağırırdı bizi? Haşa kötü olsa, bizim iyiliğimiz ve mutluluğumuza yönelik emirlerin olduğu bir din mi indirirdi bizlere? Üstelik Allah o kadar Yüce ve merhametlidir ki, bizim de O'ndan razı olmamıza bizi çağırır.

Hem hoşnut ve razı olarak, hem de hoşnut edilmiş ve razı etmiş olarak Rabbine dön. 
(Fecr, 28.ayet) 

Kendisinden hiçbir şekilde otorite-ilahlık istememek sadece bizim keyfi bomboş bir arzumuz. Bununla birlikte ayetleri iyice anlayan ve hayatlarında ayetlerin doğruluğunu tecrübe edenler, Allah'ın ne kadar da merhametli olduğunu çok iyi idrak ederler. 

Allah’ın sıfatlarından biri de Cebbar’dır, çok sevdiğim sıfatlarından biridir, manası, dilediğini zorla yaptıran demektir. Allah’ın merhamet sahibi gibi sıfatlarının yanında, üzerinde titizlikle düşünmemiz gereken böyle önemli başka sıfatları da vardır. Bunları düşünelim ki, kim İlah kim kul anlayalım. Allah sorguya çekebileceğimiz okul arkadaşımız, kavga edeceğimiz iş arkadaşımız, surat yapacağımız babamız değil; itaat edip boyun eğmemiz gereken tek bir İlah. Bu gerçeği iyice idrak edelim. Haşa Allah'ı değil kendi benliğimizi sorguya çekelim. Elbette Allah'ı tanımak için felsefi sorgulamalar yapmak önemlidir, ben burada isyan ve inkara saparak yapılan hesap sormalardan bahsediyorum. Yoksa Allah elbette sorgulayın, düşünün der. Ayetleri üzerinde düşünmemizi ister ve kötülüklerin meydana gelme sebepleri hakkında da ayetleri vardır. İmtihan hakkında da, Allah'ın hakim oluşu hakkında da. Dolayısı ile bu konularda aklı selim bir şekilde, akıllıca ve vicdanla düşünmek ancak hayırlı bir ibadet olabilir. 

Şimdi kendimize soralım, en son ne yaptık başkasına maddi yardım için? Yol üstünde dilenciye denk gelip vicdan yapıp bir lira mı bıraktık? Halbuki yol üstünde dilenene denk gelmekle bırakılan bir liradan değil, gönülden bağışla ömrün genelinde ihtiyaç sahiplerine ulaşmaya çalışmaktan bahsediyor ayetler. Üstelik bir lira nedir ki? Bu kadar mı cimriyiz gerçekten?

İhtiyaç sahibi çok insan var. Hastalar, on yaşında çalışmaya itilen çocuklar, okuma imkanı elinden alınanlar, sağlık hizmetinden faydalanamayanlar, elden ayaktan düşen yaşlılar, dünyanın pis batağında kalanlar… Beled Suresinde boynuna zincir vurulanları özgürleştirmekten bahsedilir ve bunu yapmayanlar eleştirilir. Yani bir köleyi azat etmek dini bir emirdir. Eskiden kölelik daha da vahşiydi ama bugün bitti mi gerçekten? On yaşında bir çocuğun işçiliğe mahkum ve muhtaç olması adil mi? Biz ne yapıyoruz bu çocuklar için? Kötü koşullarda çalışmaya muhtaç ve canının hiç önemli görülmediği maden işçileri için ne yapıyoruz mesela? Onların aileleri ve çocukları için ne yapıyoruz? Bu insanların yükünü hafifletmek için ne yapıyoruz? Sevgi ve merhamet toplumda yaygınlaştıkça dünyamız güzelleşecektir...

Bereketli gördüğü toprakları yağmalar, koca bir nüfusu sefil bırakır, sonra ”Allah hani nerede?”diye sorar. Bir de aktif bir şekilde kötülük yapmayıp ama aktif bir şekilde iyilik de yapmayıp, koltuğunda oturup duranlar vardır. Hani şu, suya sabuna dokunmayanlar. İşte onlar da gerçekte kötüdürler. Kötülüğe karşı savaşmamak, iyiliğin yanında aktif bir şekilde yer almamak da zalimliktir. Bazısı sefil bırakan sömürücüleri ve bu sömürücülere susanları, aktif iyilik yapmayanları suçlu görmeyi bırakıp Allah’ı zalim görmeye başlar. Bozgunculuk çıkarmayın, diye bildiren Allah'ı bozgunların suçlusu yapar. Bakın bu sosyal adaletsizliğe karşı mücadele taksimde slogan atmakla da olmaz. Kötülüğe karşı tek tepkisi slogan atmak olan nice tanıdığım var. Slogan atar ama elini cebine atmaz. Slogan atar ama yardıma yönelik eylemlere katılmaz. Slogan atar ama aslında amacı sadece devletimize ve polisimize kin kusmaktır. Yaptığı sadece boş boş devleti suçlamaktır. Oysa devletin fiileri, halkın iyi ve ahlaklı olması ile güzelleşir, gelişir. Çözüm kuru bir isyanda değil, akıllı ve vicdanlı topluma dönüşmektedir. 

Allah yolunda harcama yapmanıza engel ne var ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah’ındır. 
(Hadid Suresi, 10.ayet)

Kullar ki, sabredenlerdir, ilahi huzurda duranlardır, nimet ve imkanlardan başkalarını yararlandıranlardır; seherlerde, bağışlanmak için yakaranlardır. 
(Ali İmran Suresi, 17.ayet) 

O halde, tüm bu sıkıntılar, kimin iradesinden ötürü kaynaklanıyorsa, o kişiyi suçlayalım, irade veren Allah'ı değil, iradesi ile seçimleri ve eylemleri yapan biz insanları suçlayalım. En başta da işe kendimizi suçlayarak başlayalım. Kendimizi suçlamak bizi kendimizden nefret etmeye değil, daha vicdanlı ve aktif iyi olmaya itsin. Allah çok affedicidir. 

Not: yazıda Adem ve eşinin cennetten atılması olayına değindiğim için belirtmek istiyorum. Kur'an'da cennet kelimesi her zaman Ahiretteki cennet anlamında kullanılmaz. Cennet kelimesi aslında ''bahçe, yeşillikli güzel yer'' anlamına gelir ve dünyadaki güzel köşeleri ifade etmekte de kullanılmıştır. Ahiretteki cennetin özellikleri belirtilmiştir. Adem ve eşinin kıssasında ifade edilen cennette imtihan olmaları oraya şeytanın girebilmesi durumlarından ötürü, bahsedilen cennetin dünyadaki cennet olduğunu anlıyoruz. 

Şu siteden de yazılarımı okuyabilirsiniz:
http://www.allahateslim.com/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder