30 Temmuz 2017 Pazar

Allah, Kur'an'da Kocalara Buyuruyor: Kadınlarınızla Güzellikle Geçinin! (Evlilikte Eşe Danışma ve Vaatleri Tutma)

Geleneksel görüşlerin, Peygamberin vefatından sonra, yıllar geçtikçe, “dini bir inanç” olarak sunulması, elbette gerçek İslam’ın algılanmasına büyük zararlar vermiştir. Hatta gerçek dinin üzeri maalesef ki örtülmüştür, ancak aklını kullanan ve dini kendi çabası ile anlama gayretinde olanlar gerçeği aralayabilmiştir.


Asırlar boyunca, toplumları tarafından kadınlar ezilmiştir. Fiziki-toplumsal avantajlarını (yani Allah’ın verdiği dünyevi bir nimeti) kötüye kullanan erkekler de, kadınlar üzerinde, Allah’ın Kur’an’ında örnek olarak gösterdiği davranışlara zıt tavırlar oluşturmuşlardır. Allah ise Nisa Suresi 34.ayette, “erkekler, kadınlar üzerinde koruyucu gözeticidir” diyerek, kadınlara karşı bu ezici tavırların yıkılması yönünde buyruk indirmiştir. Bu ayette koruyucu-gözetici anlamında geçen kelime KAVVAM’dır ve yönetici-efendi-egemen anlamına gelmez. [1] Erkeklerin, dünya yaşamında, istisnaları olmakla birlikte genel anlamda (çağları ve farklı toplumları ele alırsak) kadından daha kolay toplum içinde yer edineceğini bilen Allah, onların cinsiyetlerinden ötürü kazandıkları ekstra kolaylığı da (parasal üstünlük, fiziki üstünlük, toplumun cinsiyetten ötürü kurduğu baskının kadına göre azlığı gibi…)üstünlük olarak belirtmiş. Bu üstünlük dünyevi sahip olunan nimetler anlamındadır (Allah katında değil, tamamen toplum içinde edindikleri üstünlük-avantaj anlamındadır, zira Allah katında ne ırkın ne cinsiyetin ayrıcalık getirmediği sadece takvanın üstünlük getirdiği Hucurat 13.ayette bildirilmiştir. Dolayısıyla ne ırkımız ne cinsiyetimiz, takva konusunda bize avantaj-dezavantaj getirmez. Kadın ve Erkek, kulluk anlamında, insani değer anlamında eşittir ama dünyevi nimetlenme anlamında farklıdırlar). Erkeklerin bu üstünlükleri ise kadınların ezilmemesi, kadınların haklarının korunması, kadınların rahat yaşamalarının gözetilmesi için, erkeklere sorumluluk getirmiştir.

Gelenekçi inançlar, İslam adı altında, toplum içinde dilden dile dolaşırken, genellikle kadınları kontrol etme ve erkeklerin konforunu gözetme yönünde olmuştur. Uydurma hadislerle, kendi geleneksel ve genelde Kuran ile çelişen algılarını, dine sokmuşlardır. Kadının kocasının cinsel isteğini anında kabul etmesi gerektiği, kabul etmez ise lanetleneceği; kadının kocasının hakkını ödemesinin çok zor olduğu, kadın kocasını memnun etmezse cennete giremeyeceği gibi… Oysa Kur’an’a baktığımızda, konu evlilik olduğunda güzel davranma konusunda hatırlatmalar, erkeklere yapılmıştır. Evlilik birlikteliğinde, özellikle erkeklere, kadınlara güzel davranmaları ve dolayısıyla onların rahatını mutluluğunu gözetmeleri hatırlatılmıştır.

Kadınlarla güzellikle geçinin. Onlardan hoşlanmayacak olursanız, bakarsınız Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde nice hayırlar yaratmıştır. (Nisa Suresi, 19.ayet)

Ayette onlarla iyi geçinin yazıyor, ama ayette erkeklere hitap ediliyor yani erkeklerin eşlerine nasıl davranacakları hakkında ayet (öncesini de okursanız görebilirsiniz). Ben yazıda daha iyi anlaşılır olması adına ve manası değişmediği için kadınlar kelimesi ile çeviriyi paylaştım.

Bu ayet ışığında bakarsak, özellikle eşlerinden memnun olmayan erkeklere tekrar düşünün derim. Siz inatta, bildiğiniz yolda, umursamazlık, anlaşmazlık, tersleme gibi tavırlarda diretirken belki de hoşlanmadığınız eşiniz sizi “hayırlara” yöneltiyordur. Böyle çok olay yaşanır çiftler arasında. Örneğin kadına bir lafı için kızılır söylenilir, halbuki işin özünde kadının fikri hayırlı bir davranışa düşünceye yönlendirmek olabilir. Kişilerin birbirlerine karşı oluşturduğu ön yargılar ve geçmişteki meselelerden ötürü kalan kinler, hayrı görmede engel olabilir. Genellikle evliliklerde iletişim problemleri çok sık yaşanır. İnsanlar birbirlerini anlamak yerine, onun penceresinden bakmak yerine, sürekli suçlayıcı-aşağılayıcı bir dille yaklaşır. Ama Allah, Kur’an’da evlilik söz konusu olduğunda, özel olarak erkeklere bir kere daha uyarıda bulunuyor. Bu ayetin özellikle erkeklere gelmesi, Kur’an’da özellikle başka yerlerde de erkeklere, kadınlarla güzellikle geçinmelerinin hatırlatılması beni düşündürdü. Mesela boşanma hakkında indirilen ayetlerde de erkeklere “onları (kadınları) güzellikle tutun ya da serbest bırakın” denir. (Bkz: Bakara 231.ayet) Belki de hanımı ile anlaşabilecek iken, kadını tersleyerek, küçümseyerek veya kötücül davranışlarla birlikteliğin sağlığını yokuşa ve çıkmaza sürükleyen beylere duyurulur.

Ayrıca, Allah, Bakara Suresi 177.ayette müminleri, “söz verdiklerinde sözlerine sadıktırlar” diye tanımlıyor. İnsanlar, evlenirken birbirlerine bazı vaatlerde bulunabiliyorlar. Örneğin kadın rahatsız olabileceği bazı şeyleri eşinin yapmaması yönünde söz isteyebiliyor (aynı şekilde erkekler de isteyebilir). Erkekler de kabul edip “senin rahatsız olabileceğin şöyle bir şeyi yapmam” diye söz verebiliyorlar. İşte Bakara 177.ayete göre, müminler, sözlerine sadık olduklarından, tutmayacakları bir söz vermemeliler. Ayete göre, sözlerini tutmazlar ise, hem o kişiye karşı kötülükte bulunmuş hem de günaha girmiş olurlar. Kadın veya erkek, tutmayacağı bir sözü vermemeli. Bu davranışın Allah tarafından onaylanmadığını Saff Suresi 2.ayette de "yapmayacağınız şeyi neden söylüyorsunuz?" uyarısı ile anlıyoruz. O yüzden kadın veya erkek; evleneceği kişiye yapmayacağı-tutmayacağı bir sözü vermemeli. Örneğin kişiler özellikle “başkası ile birlikte olmak istersen lütfen bana söyle açık açık, yola devam etme benimle” gibi isteklerde bulunabiliyorlar. Eğer kişiler sözlerini tutmayacaksa, kişinin istemediği şeyleri baştan sözünü aldığı şeyleri yapmayacaksa da, açık olmalılar.

Bazı erkekler, karısının görüşünü almaz, karısına danışmaz. Hatta bazı cahil kesimlerde kadına danışmak yadırganır, özellikle eski toplumlarda, kadının görüşünü almak söz konusu bile değildi. Oysa Allah, (kadın-erkek diye ayrım belirtilmez), müminlerin işlerini danışma ile gerçekleştirdiğini söyler.

Evlilik ilişkisinde de, toplumsal ilişkilerde de mümine rehber olması gereken ayet:
Onlar, işlerini, birbirlerine danışarak yaparlar. (Şura, 38.ayet)

Evliliği etkileyebilecek bir olayda, erkeğin karısına danışması da hayırlı bir karar vermede ve evliliğin huzurunu korumada ona yardımcı olacaktır. Elbette, illa herkes başkasına danıştığında, başkasının dediğini yapacak diye bir şart yok. Eşinin dediğini yapmak zorunda, onun istediğini gerçekleştirmek zorunda diye de bir kaide yok. Ama dediğim gibi, bu danışmalar en azından olabilecekler hakkında veya karşı tarafın içine düşeceği durum (evliliğin ne yönde etkileneceği) hakkında önceden fikirler verecektir. Eşi ile iyi geçinme konusunda, eşinin de istek ve fikirlerini tartma, elbette faydalı olacaktır. İnsanlar, evlilik beraberliğini ve kendi ruhsal durumunu istemediği yönde etkileyen durumlar karşısında ayrılma seçeneğini seçebilir. Erkek veya kadın; eşine danışmadan hareket ettiğinde, karşı tarafı mutsuz edebilir. Birbirinden habersiz atılan adımlar da çoğunlukla bir yerde patlak verir, hatta insanlar çoğu zaman yalana başvurur, oysa dinimizde dürüstlük ve yalan söylememek esastır. Bu yüzden karşı tarafın istek ve fikirlerini gözetmek yararlı olur. Açık olmak yararlı olur, bence bu açık olmayı sağlayan en iyi şey de, birbirinin fikirlerini bilmektir. Karşı tarafın fikrini bilmek onun fikrini alma ile yani ona danışma ile mümkündür. Aklı başında kimse, evliliğe adım attığında, istemediği bir şeyle karşılaşmak istemez tabi ki. İstemediği bir şeyle karşılaşınca haliyle boşanma şıkkı devreye girer, açık olmanın yararı da bana göre burada devreye giriyor, insanlar birbirinin ne konumda boşanabileceğini bilmeli ki, o birlikteliği koruma yönünde davranabilsin. Sonuçta Allah, boşanma gerekçesi konusunda insanları özgür bırakmış. Evliliği insanlar türlü sebepten sonlandırmak konusunda özgür. Evliliği artık istememek tek başına yeterli bir sebep. Dahası insanlar, birlikteliği tecrübe ettiğinde “şu şekilde olursa ayrılırım, şöyle bir huya tahammül edemem” diye kendilerini de tanımaya başlıyor. Bu ayet, evliliğe uygulandığında, birbirine danışmanın getirdiği sonuç olan, çiftlerin birbirlerini tanımaları gerektiğini, birbirlerini tanımalarını sağlayacağı çıkarımını yaptırıyor bana.


Kur’an’da başkaları ile alay etmeyin diye hem kadınlara hem erkeklere uyarı yapılır ama özellikle kadınlara tekrar uyarı yapılır. (Bkz: Hucurat 11.ayet) Yani kadınlara bu konuda bir tık daha dikkat etmeleri yönünde uyarı vardır, Allah yarattığı kulları biliyor tabi. Demek ki kadınlar bu konuda ya daha dikkatsiz olabiliyor ya da bu kötü davranış kadınlarda daha sık görülebiliyor. Allah tabi kadınların bu konuda daha fazla hataya düşeceklerini bildiğinden de ekstra özellikle kadınlara hitap ederek bu ayeti hatırlatmış olabilir. Elbette kadın ve erkek her mümine, güzellikle davranmak pek çok ayette buyruluyor. Güzel bir şekilde konuşmak hatta en güzel olanı söylemek buyruluyor. Nazik bir şekilde öğüt vermek, kötülüğü güzellikle savmak tüm müminlere hatırlatılıyor. Ama, evlilik meselelerinde özellikle erkeklere “güzellikle” davranmalarının emredilmesi düşündürücü. Dediğim gibi, Allah yarattığı kulları biliyor tabi. Demek ki erkeğin özellikle birlikteliğin sağlığını koruması konusunda göstereceği çabaya daha çok ihtiyaç olabilir. Ya da sorunlara karşı; erkeklerin daha pozitif, birlikteliğin sağlığına yönelik davranmaları sorunu çözmede daha mühim etken olabilir. Görünürde sorun kadınlarda olmasına rağmen (ki kadınlarda da gözlemlerime göre ani ve sert reaksiyonlara rastlanabiliyor) alt metni araladığımızda bu tepkileri önleyebilecek şey veya bu tepkilerin oluşumuna neden “erkeklerin daha dikkat etmesi gereken davranışlar” olabilir. Herkesin nasıl bir birliktelik yaşadığını bilemem ama, ayetlerin bu şekilde oluşuna bakarsak, belki de birliktelikte sağlanabilen anlaşma, daha hayırlı iyi güzel geçinme konusunda, bu durumun sağlanmasında, erkeklere daha fazla uyarı yapıldığı dolayısıyla daha fazla sorumluluk verildiği düşünülebilir. Zaten kadınlar erkekler üzerinde değil, erkekler kadınlar üzerinde kavvam (gözetici-koruyucu) ilan ediliyor ve güzellikle geçinmeleri erkeklere hatırlatılıyor. En azından birliktelik içinde kendi davranışlarını ve “güzelliği sağlamaya yönelik mi davranıyorum?” sorusunu erkeklerin kendilerine daha fazla sormalarının yararlı olabileceğini de düşünebiliriz. 

Hanımı ile güzellikle geçinmeyi hedefleyen bir erkek, onu incitecek onunla arasını haliyle manevi açıdan sarsacak tavır ve davranışlardan kaçınır. Kadının rahatını ve mutluluğunu gözetir. Kadını kötü etkilemek ve üzmektense, kötü bir ilişki yaşamaktansa, güzellikle davranmayacaksa da kadını “bırakması” ikinci bir seçenek olarak sunulur. Çünkü boşanma ayetinde özellikle sunulan seçenekler iki tane, ya güzellikle (Kur’an’a uygun) tutmak ya da bırakmak. Bu söylem de gösteriyor ki, en kötü şekilde birlikte olmak, ayrılmaktan daha iyi değil (yani ayrılmak, kötü bir şekilde kadını tutmaktan çok daha hayırlı). Bu ayetler de gösteriyor ki toplumumuzda da görülen “kocamdır ne yapsa yeridir, kötü de olsa ne yaparsa yapsın sonuçta başımda kocam var” şeklinde kadının mutsuz ve güçsüz bırakılması Allah’ın hoşnut olduğu bir durum değil. Ayrılma durumunda kadının maddi anlamda korunmasına dair ayetler var ki, bunlar da kadının “mecburen” evliliği sürdürmesini engellemek için. Allah kadınların ruhsal anlamda da zorluk, mutsuzluk, çöküntü yaşamasını istemiyor; erkeklere görüldüğü üzere sadece “maddi” bir şeyler verme ile sınırlı bir sorumluluk yüklemiyor. Ayrıca, Allah, evlilik hakkındaki ayetleri, "sürdürme" amaçlı yapılan bir sözleşmeye uygun düşecek şekilde bildirmiş. Yani muta nikahı da (daha başında belli bir süre ile kısıtlı olmak üzere yapılan evlilik) ayetlere uymamaktadır. 

Şunu da belirtmeden geçmeyelim. Bu yazıda verdiğim ayetlerde geçen "kadınlarla güzellikle geçinin" ifadesi aynı zamanda "kadınlarla Kurana uygun geçinin" anlamına da gelmekte. Yani Allah, hem "güzellikle geçinin" hem de "Kurana uygun geçinin" mesajını vermekte. Her iki anlamdan herhangi birini elememiz için bir sebep yok. Zira, Kur'an kendi kendisinin tefsiri olduğunu (Bkz: Furkan 33) yani kendi kendisini açıklayan bir kitap olduğunu belirtiyor. Eğer bu anlamlardan bir tanesini elememizi sağlayacak daha net başka bir ayet olsaydı, o anlamı atabilirdik. Kuran'a uygun geçinin anlamı ile okursak, Allah zaten yazıda da değindiğim gibi insanlara en güzel olanı söylemeyi (Bkz: İsra 53), kaba olmamayı (Bkz: Ali İmran 159), bize düşman kesilen kişiyi güzel davranışlar sözlerle kendimize dost yapabileceğimizi (Bkz: Fussilet 34) buyuruyor, demek ki eş ile aramıza düşmanlık girerse de tekrar sıcaklık kurabiliriz. Yazıda güzellikle geçinin diye verdiğim ayetlerde yani hangi anlamı göz önünde tutarsak tutalım, özel olarak erkeklere, Kuran'a uygun yani güzel davranmaları hatırlatılmış oluyor. Bu iki anlamı bir arada aldığımızda da, herhangi bir uç durum yaşandığında, örneğin, kadın tarafından erkek aldatılırsa ne tarz bir yol izleyebileceği de hatırlatılmış oluyor. 

Nisa 34.ayette kadın iffetsizlik gösterdiğinde (evliliğin sürdürülmesi erkek tarafından zor olduğunda) onları doğru yola çekmek (evliliği düzeltmek) için izlenebilecek yollar sayılmakta. Öğüt vermekten, yatakları ayırmaktan bahsettikten sonra onları "darabe" etmekten bahsedilir. Farkında iseniz darabe etmek, yatakları ayırmaktan sonra gelmekte. Yani yatakları ayırmak bir nevi kadın ve erkeğe "evliliğin selameti" hakkında düşünme fırsatı veriyor. Böyle sıkıntılı zamanlarda kişilerin birbirlerinden uzaklaşarak düşünmesi, hem bu durumu tecrübe edenler tarafından hem psikoloji bilimi ışığında sağlıklı bir yöntem olduğu görülmekte. Darabe'nin kelime anlamları birkaç tanedir dövmek, çıkarmak, ayırmak gibi...İnsanları doğru yola şiddet, kabalık ile değil, nazik davranışlar ile çekebileceğimiz diğer pek çok ayette belirtilmiş. Hatta Firavun gibi azgın yoldan çıkmış bir insana bile, Musa Peygamberin nazik olması emredilmiş (Taha 44.ayet). Zaten başka ayetlerden de bahsettim, iyilikte bulunarak insanları kendimize yaklaştırabileceğimiz hakkında kötülüğü güzellikle savmak hakkında ayetler olduğunu belirttim. Dolayısıyla bir kadını döverek evliliğin kurtulamayacağını veya kadını doğru davranışa çekemeyeceğimizi anlamaktayız. Kuran kendi kendisini açıkladığına göre, darabe kelimesinin dövmek anlamını alırsak, başka ayetler ile çelişki açığa çıkmış olmakta. Bu yüzden Kuran'ın kendi kendisini tefsir etmesi ışığında, bu kelimenin "çıkarmak/ayırmak" anlamını almamız gerektiğini, yani tüm uğraşa rağmen düzelmeyen kadından erkeğin ayrılmasını anlamaktayız. 

Kaynak:

[1] Her ne kadar her görüşünü her yaptığını onaylamasam da Kavvam kelimesinin anlamı hakkında Edip Yüksel'in Türkçe Kuran Çevirilerindeki Hatalar kitabı, erkekler kadınları gözetirler onları dövmezler, başlığına bakabilirsiniz. Yönetici olarak bazılarının çevirdiği bu Kavvam kelimesini araştırmayı okuyuculara bırakıyorum. Ben eski arapça sözlüklere dayanarak araştırma yapıyorum. el-müfredat, lisanül-arab gibi kaynaklar kullanılıyor genellikle. 

Yazılarımı http://www.allahateslim.com/ adresinden de okuyabilirsiniz.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Boşa Vakit Geçirmeyen ve Rabbine Yönelen Bir Kul Olmak...

Hepimize muhakkak olmuştur, “of 3 saattir boş boş öylece duruyorum hiçbir şey yapmadım, ben şimdi ne yaptım ki bugün, tüm gün evde boş boş oturdum.” Boş durmaktan kastım, hastalanınca yatakta mecburen yatmak, denize gitmek, film izlemek değil. Herhangi yaptığımız sıradan bir işi veya bize keyif vermesi için yaptığımız bir şeyi bile; Allah’a şükretmek için aracı kılabiliriz. Sıkıntılı bir durumu, Rabbimizi anıp O’na sığınmak için vesilelere çeviriyorsak, Allah’ın izniyle günlük yaşamımız zikir ve hayra yönelik davranışlarla artar. Örneğin, dışarıya biraz kafa dağıtmak ve rahatlamak için çıkan bir kul, bir çiçeği bir kuşu gördüğünde Rabbini anıyorsa, gezerken etrafında olan bitene ibretler olarak bakıyorsa (mesela insanların hal ve davranışlarına) gökyüzüne Allah’ın bir delili olarak bakıyorsa, o yürüyüş aynı zamanda bir tefekkür yürüyüşü olacaktır. Zaten, Rabbimizde yerlerdeki ve göklerdeki delillerine bakmaya çağırmıyor mu bizi? Şu yazıda da bahsettim: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2013/12/4-duvar-arasnda-yasarken.html 

Ölüm ve varoluş, hastalık, insanların olaylara verdiği tepkiler, kazanmak-kaybetmek, insanların gösterdiği uğraşlar, boş amaç ve hayaller gibi bir sürü başlığa dönüşebilecek konulardan, bir filmi izlerken, Kur’an’da anlatılan dersleri çıkarıyorsak, o film bizi tefekkür ettiren bir araç olabilecektir. Şahsen ben izlediğim şeylere hep bu gözle bakıyorum. Muhakkak gerçekçi bir mesajla bağdaştırıyorum. Bulaşık yıkamak bile, bizim için Rabbimize şükretmeye vesile olabilir. Örneğin ben bu mecburi işi yaparken; bana suyu verdiği için, elimi-kolumu kullanma gücü verdiği için, Efendime şükrediyorum. Pollyannacılık demeyin buna, çünkü bu Pollyannacılık değil, her durumdan muhakkak memnun mutlu olalım gibi bir şey söylemiyorum zira. Tabi ki bizi memnun etmeyen, hatta haksızlığa uğradığımız veya sıkıntılı durumlar olacaktır. Böyle durumda da Kur’an’da öğütlendiği gibi sabır ve Allah’a dayanma (ve o haksızlıkla sıkıntıyla mücadele etme) gibi fiillere yönelmek gerektiğini biliyorum. Özetle söylemeye çalıştığım şey şu, inananlar için, her durumda Allah’a yönelmek söz konusu olabilmekte. Kötü bir unsurla veya bizi kötülüğe yaklaştırmaya çalışan herhangi bir durumla karşılaştığımızda, Allah’a sığınmak gibi (Bkz: Araf 201), iyi hisler için Allah’a şükretmek gibi… Yapılan tüm işler, Allah’a yönelmek ile bağlantılı kılınabilir özetle. Geceleyin sinemaya gidildiği için şükretmek (o filmden ders çıkarmak dahil), denizde suyun üzerine yatıp gözleri kapamışken şükretmek, var oluşumuzu amacımızı düşünmek… Her şey, Allah’a yöneltebilir. Zira her şeyi yaratan Allah’tır ve o halde, her şeyde Allah ile bağlantılı çıkarımlar yapılabilir.

Bakın, Allah ne diyor biz kullarına:

Boşta kalır kalmaz, başka bir şeye koyul ve Rabb’ine yönelip doğrul. (İnşirah Suresi 7 ve 8.ayetler)

Yani, Allah, boş boş vakit geçirmemizi değil, kendimizi bir şeylerle meşgul etmemizi ve kendisine yönelmemizi buyuruyor. Boş şeylerden (ve sözlerden) müminlerin yüz çeviren kimseler olduğu da Müminun Suresi 3.ayette bildiriliyor.

Boşa vakit geçirmenin zararı malum… Aslında bunun zararlarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Boş boş vakit geçirmek, en başta kişiye mutsuzluk verir, insanın içi sıkıntı dolar, canı sıkılır, hatta ümitsizlik havası gelir üzerine. Şeytan, insanın kafasına vesveseler ile üşüşür. Boşa vakit geçirdikçe, insanın canı bir şey yapmak da istemez hale gelir, çünkü çoktan ruh halini aşağı bir seviyeye indirmiş olur. Boşa vakit geçirmek, insanı karamsarlaştırır. Değersiz ve işe yaramaz hissettirir. Boşa yaşıyor duygusu verir. İnsanın yaşama sevincini öldürür, içini daraltır. Bunun zararları çok. Rabbimizin neden bizleri boş işlerden çevirmeye yönelttiği ortada bence…

Psikiyatrist David Burns da, hareketsizliğin veya bir şeylerle meşgul olmamanın insanı kötü bir ruh haline sürüklediğini anlatıyor. Zaten depresyonun en büyük belirtilerinden biri: hiçbir şey yapmamaktır, hiçbir şey yapmak istememektir, bir şey yapmaya güç bulamamaktır. Yaşlı insanlar arasında da gözlemlenen bir durum bu, bir şeylerle meşgul olan yaşlı kişilerin duygu dünyaları, boşa vakit geçirenlerden çok çok daha iyi. Burns, ev için alışveriş yapmanın bile, hiçbir şey yapmamaktan insana çok daha iyi geldiğini ve kişiyi memnun ettiğini çalışmaları ve testleri ile gösteriyor (bkz: iyi hissetmek adlı kitabı, internette de Kur'an'a yönelen birkaç kişinin bu kitabı tavsiye ettiğini gördüm). Bu bir kısır döngü aslında, kötü bir olaydan ötürü, kişi hiçbir şey yapmak istemez hale gelebileceği gibi, hiçbir şey yapmadığı için de kişi kötü hale gelebilir. Burns, çalışan kişilerin (özellikle tek yaşayan kişilerin) hafta sonu geldiğinde, hiçbir şey yapmadıkları için kısa süreli depresyona girmelerine, tüm günü kötü ve sıkkın ruh hali ile geçirmelerine değiniyor. Yani özetle, eğer hasta veya yorgun değilsek, tembellik yapmak bize iyi gelmez (zaten hasta olduğumuz için bir şey yapmıyorsak o tembellik değil, dinlenmek olur bu da bedensel zihinsel sağlığımıza iyi gelir). Burns kitabında, bir şeyler yapmaya güç bulamayanlar için alıştırmalar yöntemler öneriyor, merak edenlere tavsiye ederim.


Eğer direk din ile alakalı olmayan bir işle uğraşıyor ama o işi dolaylı olarak Allah'a daha iyi yönelmeye veya Allah yolunda kaliteli şeyler yapmaya adıyorsak; Allah böylesi işlerden de bize güzel bir mükafat verecektir diye ümit ediyorum. Zira böyle yaptığımızda, İnşirah suresindeki boş kalmama ve Allaha yönelme buyruklarını yerine getirmiş oluruz. Örneğin "1 saat fazla uyuyayım da bu sayede kafam daha dinç olur, Allah yolunda daha iyi çalışırım" diyorsak ya da ticarete atılıp başarı sağlayıp, kazandığımızdan insanlara daha fazla yardım etmeyi, daha rahat yaşayıp Allah'a daha kuvvetli yönelmeyi, zekat vermeyi hedefliyorsak, ticaret bile Allah yolunda mücadele etmemiz için bir araç olur. Yeni bir dil öğrenip, bu dili akedemik alanda kullanma ihtimali görüp dolayısıyla insanları dine çekmek için kullanabileceğimizi hedefleyerek çalışırsak ya da o dildeki insanlara dini tebliğ etmek için kullanmayı hedefleyerek öğreniyorsak, bunların hepsinin amaçları içinde; Allah için değer üretmek, İslam adına güzel işler yapmak olacağından, bu işleri yaparken Allah bizi daha hayırlı bir kul mertebesine yükseltebilir. 


Müminin, kendisini fiziksel ve zihinsel olarak kötü hale sürükleyen, boş boş vakit geçirme durumuna karşı uyanık olması gerekir. Bir şeyle meşgul olmamız ve Rabbimize yönelen bir tavırda olmamız isteniyor. Birisi bizi telefonla arasa, ne yaptın dese “hastaydım yatıyorum” bir cevaptır, “pikniğe gittim rahatladık eğlendik” bir cevaptır, ama özellikle öğrencilik dönemlerini tembellik ile geçirenler çok iyi bilir masanın başında saatlerce bile boş boş durabildiklerini. Yatağa uzanıp boş boş durabildiklerini… Bizi zihinsel ve fiziksel olarak iyi hissettiren, gerektiğinde motive eden veya rahatlatan her şey (belki ufak bir egzersiz, hoşumuza giden müzikleri dinlemek vs), bizi daha güçlü çalışkan bir insan kılar, Rabbimiz için hayırlı ve güzel işler yapmamızda bize enerji verir. Belki o günkü namazlarımızı daha güzel kılmamızı sağlar. Vaktini boşa geçirmeyi çokça tecrübe etmiş bir insan olarak ve bu boşa vakit geçirmelerin beni nasıl mutsuzluğa sürüklediğini, karamsarlaştırdığını, tembelleştirdiğini hisseden biri olarak; kendime tam da, boş günlere düşecek gibi olurken, bu yazıda paylaştığım ayeti hatırlıyorum. BOŞTA DURMA, RABBİNE YÖNEL, BİR ŞEYLE MEŞGUL OL diyorum. “Ne yapsam, neler yapabilirim?” diyorum. Bebek bezi değiştirmek, bankaya para yatırmak gibi şeyler de mecburi işlerdir; kişisel bakımlar, ev ile ilgili sorumluluklar, iş veya okulla ilgili sorumluluklar hepsi birer iştir. Bizler kendimize mecburi neler yapmamız gerektiğini hatırlatabilir, bir yandan da bizi rahatlatacak motive edecek (bu sayede de Allah’a yönelten) işlere vakit ayırabilir, akademik okumalar yapabilir ve Kur’an çalışması, cihat (bilgi ile mücadele etme ve kendini ilmen geliştirme) gibi Allah yolunda gayretler gösterebiliriz. Bizi Allah’a yönelten şey sadece elimize Kur’an’ı alıp okumak değildir, buna yazının başında da değindim. Akademik bir okumadan öğrendiğimiz pek çok şey bile, bizim ufkumuzu genişleterek daha iyi düşünen bireyler olmamıza ve belki de o bilgileri yeri geldiğinde Allah yolunda harcamamıza vesile olabilir. Zaten aklı başındaki her inanan, neyi ne kadar yapması gerektiğini Allah’ın izniyle tecrübe ederek tartacaktır. Örneğin günde 1 saat komedi dizisi izlemek bizi rahatlatıp, beynimizi dinlendirmemizi sağlayarak daha üretken yapabildiği gibi (başka önemli ilmi işler yapmada daha enerjik kılabildiği gibi), günün 5 saatini bununla geçirmek bize günün sonunda “öf boş boş duruyorum, bunu 40 dk izleyip şu işle de uğraşabilirdim” dedirtebilir. Üstelik yaptığımız geziler, taşıtlara binmek bile Rabbimizi anma ve tefekküre götürebilen olaylardır: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2015/08/bu-emirlerin-kuranda-gectigini-kac-kisi.html ve http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/08/bizden-oncekilerin-sonu.html yazılarda değindim. Öyleyse, bugünden itibaren hep birlikte, Rabbimizin yolunda daha dolu dolu yaşayan, ruhunu(iç dünyasını) öldürmeyen, ruhunu yeşerten insanlara dönüşelim inşallah. 

Yazılarımı http://www.allahateslim.com/ sitesinden de okuyabilirsiniz.