30 Ekim 2017 Pazartesi

Allah Var Deyip, Allah Yok Gibi Yaşayanlar...

Allah var deyip, yokmuş gibi yaşayan insanlardan bahsetmek istiyorum bu yazıda.

Deistlerden (Tanrının varlığını kabul edip, dinleri reddeden insanlardan) bahsetmeyeceğim, yanlış anlaşılmasın. Agnostisizm ve ateizm arasında gidip geldiğim ama bir yandan da Tanrıyı arayan biri olduğum yıllarda, tamamen vicdani ölçütle, deizm bana saçma gelirdi. Zira, “Tanrı varsa ve tüm bu kainatı-kulları yarattı ise, onların yapıp ettiklerine umursamaz olamaz” diyordum. Nitekim, Kainattaki en ufak bir zerreden, anne karnında doğup büyüyen bir çocuğa, bulutlara, yıldızlara dek; küçük-büyük her bir detayın muazzam bir planla yaratılıp, devamının sağlandığını görünce; Yaratıcının en ufak bir atomdan, büyük bir gorile, Jüpiter’e dek her an her saniyeyi bilgisi ile devam ettirdiğini iyice anlayınca; Tanrının her an her saniye, yarattığı buraları (dolayısıyla bizleri) umursadığını anladım. Deistlere de biraz sataştığıma göre, devam edeyim.

Bu yazıda “Allah var deyip, yok gibi yaşayanlar” diyebileceğimiz kesim, İslam ile bir sorunu olmadığını iddia eden, Allah’ı ve Son Peygamberi kabul eden, Ahireti reddetmeyen ama dinle ilişkisi sadece “ben Allah’a Ahirete inanıyorum” demekten öte gitmeyen insanlar. Bu insanların hayatında öncelikle dini bir kaygı göremezsiniz. Yaşantılarında Ahiret kaygısı göremezsiniz. Allah’a karşı umursamaz ve duyarsız olduklarını çok net bir biçimde görürsünüz. Dini bir sohbet açtığınızda sizle bir iki sohbet ederler ama eğer siz dindar yaşayan bir insansanız, sizinle uzun süre vakit geçirmekten rahatsızlık duyacaklardır. Bu insanlar dediğim gibi, sadece Allah Ahiret var derler, her hangi bir inkar cümlesi kurmazlar ama Allah ile ilişkileri sadece bu tek sözden ibarettir.

Şu ayette yapılan uyarıda olduğu gibi, inanıyorum demenin yeterli olduğunu sanan, yani işin ciddiyetini iyice içlerine sindirememiş kişilerdir bunlar:

İnsanlar, “inandım” demekle bırakılacaklarını ve imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar? (Ankebut Suresi, 2.ayet)

Bu ayet, net bir şekilde, sadece inanmanın kurtarmayacağına dikkat çekiyor. Kur’an’ın bütününe bakarsak ise, bizi kurtaracak şeyin, iman ederek Allah’ın emir ve yasaklarına titizlik gösteren biri olmak olduğu görülür. Bu amaç doğrultusunda, Allah’ı umursayan bir tavır göstererek, gayretle çalışırsak kurtulabileceğimiz gerçeği anlatılır. Bu anlamda da, başımıza bazı sınavlar geleceği de bize bildiriliyor. Bu sınavların da bizi salih, içten bir kul olmamıza yararı var aslında, sınav görünürde sıkıntılı-kötü olsa da, Allah’ın sözünü dinleyenler için Allah’a güzellikle ulaştıran, hayır yolunda birer basamak niteliğindedir.

Geçenlerde bir tanıdığımla gün boyu vakit geçirdim. Kendisi çok iyi bir üniversitenin iyi bir bölümünden yeni mezun ve birkaç aydır işsiz. Bu arada, kendisine daha önce birkaç kere Gerçek İslam denilen dinin Kur’an’da olduğunu açıklamış, hatta pek çok konuda dinin ne dediğinden bahsetmiştim. Gün boyu canının sıkkın olduğunu görünce, kendisine dedim ki “inanıyorum diyorsun, dini reddetmiyorsun, peki dine dönmeyi düşünmüyor musun?” Açıkça düşünmediğini söyledi. Hatta, eğer iş bulursa sıkıntısının çözüleceğini düşündüğünü söyledi. Ben de dedim ki, “yoooo, hayır. İş bulsan da sana yetmeyecek. İş bulunca da bu sefer başka şeylerden yakınabilirsin. Başka zorluklar olabilir. Başka şeylere sıkılabilirsin. Hatta işte çalışıyor olmaktan sıkılabilirsin en basitinden veya iş sana yetmeyecek, elinde olanlar da yetmeyecek” . Gerçek bu. Hayat uzun bir yol ve en zengin dediğimiz, tuzu kuru dediğimiz insanlar bile psikolojik sıkıntılar yaşıyorlar. En basitinden, her şeyleri tam (kıyafet tam, gençlik tam, partiler tam) ama tatminsizlik yaşıyorlar. İç huzursuzluğu yaşıyorlar. Adamın milyon dolarları var ama çok sevdiği oğlu ölüyor ya da mutlu bir evlilik istiyorlar ama aldatılıyorlar boşanıyorlar, gerçek bir dostları olmadığından yakınıyorlar. Şöhret dediklerimizin biraz psikolojilerini deşsek, anksiyete problemi, panik atak, depresyon gibi pek çok farklı sıkıntı bulabiliriz.

“Dine niye dönelim?” diye sorduğumuzda, cevabı, sıkıntının olması da değil aslında. Tanıdığıma sıkıntının, bize Allah’ı bulmamız, O’na yönelmemiz için verilebilen bir sınav olabildiğinden bahsettim. 

Sıkıntımız olmasa bile tek başına ÖLÜM diye bir gerçeğin olması “Ne yani bu varlığım geçici mi? Ne yani bu kadar çok beğendiğim kendim yok mu olacağım? Ne yani şu tatlı köpeğim ölürse onu bir daha göremeyecek miyim? Sevdiklerim ne olacak?” sorularını sormaya itmelidir. Cevabında getirdiklerimiz YOK OLMAK üzerine ise ciddi bir psikolojik çöküntü yaşatacaktır. Bu çöküntünün sesini duymamak için insan kendisini işle, eğlence ile, moda ile oyalayabilir. Sadece o enkazın üzerini örter. Dine dönmemizin sebebi de ölüm diye bir gerçeğin bize sıkıntı vermesi değil tabi ki, bu sıkıntıların bize hayatı niye yaşadığımızı sorgulatıyor olması dine dönmemiz için sebep. Tek başına ÖLÜM bile bu sorgulama için yeterli diyorum. Yani, bu yüzden başınızda görünür bir sıkıntı olmasa bile, sizi bekleyen bir ölüm var, bu sizi rahatsız etmeli ve düşünün diyorum.

Anlatmak istediğim, dine dönmemiz için sebep tabi ki de sıkıntımızın olması değil Din, bir hayat tarzıdır, hayatın her saniyesini kapsayan bir gerçekliktir. Sıkıntıda da, ferahlıkta da Allah’ı umursamamız gerekir. Çünkü, hayat gelip geçicidir ve gerçek hayatımız Ahirettedir. Ahirette güzel bir akıbetin bizi beklemesi de ancak, Allah’ı umursamaktan yani dini önemsemekten geçmekte. Zaten konuşmanın devamında da, bu size anlattığım tanıdığıma bunları anlatmaya çalıştım. Dedim ki, “Başımıza gelen sıkıntıları, Allah, kendisine yönelelim diye verebiliyor. Firavun kavminden bahsettiği ayetlerde bu gerçek var. Bazen de bazı insanlar kötü ile de iyi ile de yola gelmiyor, Allah da onları zenginlik ile oyalayabiliyor, tamamen Ahirette onları nimetlere rağmen nasıl Allah’ı umursamaz oldukları gerçeği ile yüzleştirmek için. Bazen de müminlere de lütuf ve şükür aracı olsun diye nimet ferahlık verebiliyor. Yani senin iş bulamamaktan sıkıntı duyman, aslında seni Allah’a yönelten bir unsur olmalı, hayatını sorgulatmalı, başına geliş sebebi bu olabilir”. Sıkıntı da, ferahlık da, Allah’tandır. Biz sıkıntıda olduğumuz için değil elbette, hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiği gerçeğine dayanarak Allah’a bağlı bir hayat yaşamak ile sorumluyuz.

Bu hayatta harika bir işin de olsa, hayalin süper bir kariyer yapmak da olsa, çocuğunu harika bir insan olarak yetiştirmek hedefin de olsa, ölüm gelir ve SONSUZA dek sürecek olan bir hayat başlar. Bu dünyadaki hayatımız ise, onun yanında kısacıktır. Öyleyse, sırf bu hayat için amaçlar üretmek ve sırf bu hayat için çalışmak, ciddi anlamda mantıksız olacaktır. Elbette insan bu dünyası için de hedefler üretebilir ama esas ve birinci hedefi AHİRETTE kurtulmuş bir kişi olmaktır. İşte, Allah’a Ahirete inanıyorum deyip, umursamayan kişilerin hayatlarında, Allah’ın rızasını gözetmenin birinci sırada olmaması da büyük bir çelişkidir. Böyle insanlardan bu yazıyı okuyan varsa soruyorum: bu nasıl Allah’a ve Ahirete inanmak? Sen bunu söylüyorsun ve hayatında hiçbir şey değişmiyor mu yani? Sırf bu gerçeğin, seni ve hayatını temelden sarsması ve bu doğrultuda bir şeyleri değiştirmesi gerekir. Çünkü Ahiretteki tehdit de ödül de çok sarsıcı ve büyüktür, üstelik de geri dönüşü yoktur.

Bu tanıdığımdan verdiğim örnekte olduğu gibi, işe girip girmeyeceğini dert edinirken, Allah’ın rızasını kazanıp-kazanmayacağını, cennete girip girmeyeceğini dert edinmemek, Ahirete inanıyorum demekle nasıl örtüşebilir? İşe girmen, varsayalım 85’inde ölsen, senin 60 yılını kurtardı, e peki geriye kalan sayısız 60 yılını ne kurtaracak? (İşe girersem süper olur diyenler, amaçları hayalleri ne ise, bu örneğin yerine kendi hayallerini yazabilir… Hadi diyelim sevdiğin çocukla 50 sene mutlu evlilik sürdün… Diğer sayısız 50 seneleriniz?)

Aklıselim bir insan, bu umursamazlığın, Ahiretin önemini gerçekten kavrayan bir akılla uyuşmadığını bilir… Aslında bu insanlar inansa da hala daha Ahiretin önemini ve Allah’a vermeleri gereken değerin önemini yeterince algılayamamışlardır. İmanları kalplerine akıllarına tam anlamıyla, iyice yayılmamıştır. Şu ayetin de dikkat çektiği üzere:

Siz, Allah’a ulaşmayı dilemediniz. Fakat siz teslim (Müslüman) olduk deyin fakat, iman kalplerinize henüz girmedi. (Hucurat Suresi, 14.ayet)

Yani görüldüğü üzere, sadece İslam’a girdiğini söylemek, insanın bu esas amacı için (Allah’ın rızasını kazanmak için) yetmemektedir.
Bu insanlar, olayın (dirilmenin) önemini henüz kavrayamamışlardır. Allah’a inanmanın, Ahireti kabul etmenin ne kadar büyük bir önemde olduğunu idrak eden bir insan, yoluna umursamaz devam edebilir mi? Elbette hayır. İman, Allah’ı umursamayı ve tüm tavırlarında hassasiyeti de -iç dünyasında olsun, davranışlarında olsun- beraberinde getirir.

Bu insanlar, içlerinde yalan söyleyenleri bir kenara bırakırsak, Allah’a inanırlar. Allah’ı umursamadıkları, haşa O yokmuş gibi yaşadıkları için de Ahiretin önemini anlamazlar ama bazen Allah’ı anabilirler, hatta Allah’a dua edebilirler. Duaları sadece bu dünya odaklıdır, Allah’ın rızasını kazanma odaklı değil. Mesela bir ayakkabıyı almak isteyip şükredenler olabilir içlerinde, bu davranış elbette güzeldir, ama bu insanların şükürleri ve istekleri hep dünyevi nimeti yaşamak odaklıdır.

Dediğim gibi, Allah’a dua edebilirler. Dünyalık kaygıları, dünyalık istekleri için… Peki ya en önemli olan şey için ederler mi? Mesela Ahiretteki akıbetleri için? Hayır… Bakara 201.ayeti okuyun tam da bu konuda. Bir de şöyle bir ayet var:

Kim Ahiret kazancını isterse, onun kazancını arttırırız. Kim dünya için isterse, ona da ondan veririz, ama onun Ahirette nasibi yoktur.
(Şura Suresi, 20.ayet)

Ahiretten iyi ve güzeli isteyen bir kişi, öyle olduğu yerde boş boş durur mu? Tabi ki sadece dua etmekle yetinmez. Siz grip olduğunuzda, kıyafetlerinizi çıkarıp buzun üstüne yatıp “Allah’ım gribimi iyileştir” der misiniz? Allah için hiçbir şey yapmamak da, işte kendini hasta iken buzun üstüne bırakmaktır, yani kendini tehdit içinde bırakmaktır. Sevdiğiniz bir kız var ve onunla evlenmek istiyorsanız, ondan 1 haber bile almaya çalışmadan yaşar mısınız?

Allah’ın rızasını ve cenneti, hiçbir şey yapmadan kazanmayı beklemek adil de değildir. Başkası “Ya Rab, ben seni umursadım, bu ise seni hiç umursamadı” demez mi? Allah affedeceği kulları elbet, piyangodan çeker gibi seçmez, O’nun her işi bilgi iledir. Bir de bu bahsettiğim, “Allah var deyip, yok gibi yaşayan” tayfanın bazısında, kalbim çok temiz iddiası vardır ki, Allah bu iddiayı “kendinizi temize çıkarmayın” diyerek Kur’an’ında yerle bir etmiştir. (Bkz: Necm 32)
Bakın şu ayet, Allah’a kavuşmayı unutanlardan bahsediyor, bakın “Allah’a kavuşmayı reddedenler” demiyor, unutanlar diyor…

Onlara denildi: “Bugün sizi unutacağız, sizin bu güne kavuşmayı unuttuğunuz gibi” (Casiye Suresi, 34.ayet)

Benzer bir örnek ayet daha:

(Hesap gününde) Der: “Rabbim, beni neden kör olarak dirilttin? Ben gören biriydim” Dedi: “İşte böyle. Sana ayetlerimiz geldi, fakat sen onları unuttun. Aynı şekilde, bugün de sen unutuluyorsun” (Taha Suresi, 125 ve 126.ayetler)

Ne diyeyim, Umarım Allah’ın izniyle, bizler bir an bile Allah’ı unutmayan, hayatımız boyunca daima, attığımız her adımda, her işte Allah’ı hatırlayan, kötülüğe doğru yönelecek gibi olan benliğimizi anında gerçeklerle güzelliğe yönelten, her işinde Allah’ı umursayan kişiler oluruz… 

Yazıda bahsettiğim tanıdığıma gelince, kendisi umursamadı ve umursamamaya devam ediyor… Bu bahsettiğim tarzda kişilerin bazısının, dikkat etmeliyiz ki münafık (aslında inanmayan) olması mümkün ve inanıyorum demelerine rağmen İslam aleyhine fitne yaratmaya çalışırlar. Bazısının tavırları ise, aslında münafık olmamalarına rağmen münafık gibi olabiliyor. Ayrıca şu sitede de yazılarımın tümü mevcut: http://www.allahateslim.com/


Sevgi ve esenlikler