5 Aralık 2016 Pazartesi

Allah'ın Yaratılış Delili: Rızıklar...

Allah size, kendi benliklerinizden eşler nasip etti. Eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar oluşturdu. Ve sizleri güzel ve temiz nimetlerle rızıklandırdı. Şimdi bunlar, bâtıla mı inanıyorlar? Ve bunlar, evet bunlar, Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? (Nahl Suresi, 72.ayet)
Allah'ı bırakıp da kendilerine, göklerden ve yerden bir parçacık rızık veremeyen, buna güç yetiremeyen şeylere mi tapıyorlar? (Nahl Suresi, 73.ayet)
Yemin olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık, onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. (İsra Suresi, 70.ayet)
Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırıyoruz. Sonuç takvanındır! (Taha Suresi, 132.ayet)
Allah odur ki, yeryüzünü sizin için durulacak yer, göğü bir bina yaptı; sizi yaratıp donattı ve görünüşünüzü güzel yaptı, sizi temiz ve güzel nimetlerle rızıklandırdı. İşte bu Allah'tır sizin Rabbiniz! Âlemlerin Rabbi olan Allah ne kadar yücedir! (Mümin Suresi, 64.ayet)

Kuran’da sayısız yerde, Allah’ın rızıklandıran vasfına dikkat çekilmiştir. Elbette sadece rızıklara değil, Allah’ın üzerimizdeki sayısız nimetine ve çeşitli yaratışına genel olarak dikkat çekilmekte, farklı örnekler üzerinden hatırlatılma yapılmakta. Lakin, özel olarak rızıklara (bize verdiği gıdalara) ayrıca çok yerde değinilmiş.

Genel olarak çok şükür iştahı açık bir insanım, belki biraz da bu sebepten, Allah’ın çeşitli gıdaları bana ulaştırması beni hep etkilemiştir. Beni en büyük tefekkür ettiren araçlardan biri de, gıdaların faydalarını okumak. Benim çok dikkatimi çeken bir konu bu, sırf tefekkür etme amacıyla da okunabilir bence. Sağlık sayfalarını bu amaçla arada bir takip edebilirsiniz, çok çeşitli sayısız gıdaların oluşu ve her birinin sayısız özellikte vücudumuza yararı olması beni çok etkiliyor.

Yoksa yaratmaya başlayıp sonra tekrar tekrar yaratan ve sizi gözeten ve yerden rızıklandıran mı hayırlı? Allah'ın yanında bir ilah mı var? De ki: "Getirin susturucu kanıtınızı, eğer doğru sözlüler iseniz." (Neml Suresi, 64.ayet)
"Allah'ın berisinden; bir takım putlara tapıyorsunuz, yalan/iftira üretiyorsunuz. Sizin Allah dışında kulluk/kölelik ettikleriniz size hiçbir rızık veremezler. Rızkı Allah katında arayın; O'na kulluk edin, O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17.ayet)
Allah'tır ki sizi yaratmış, sonra rızıklandırmıştır. Sonra sizi öldürüyor, sonra diriltiyor. Peki, ortak koştuklarınızdan biri var mı, bunlardan bir şeyi yapabilecek! Yücedir, arınmıştır onların ortak koştuklarından O. (Rum Suresi, 40.ayet)
Ey insanlar, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini anın! Allah'tan başka yaratıcı mı var? Sizi gökten ve yerden rızıklandırır. O'ndan başka ilah yoktur. Hal böyle iken nasıl oluyor da yüz geri çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3.ayet)
O odur ki size ayetlerini gösteriyor ve sizin için gökten bir rızık indiriyor. O'na yönelenden başkası öğüt alamaz. (Mümin Suresi, 13.ayet)
Ve biz, gökten bereketli bir su indirdik. Böylece onunla bahçeler bitirdik ve hasat edilen taneler yetiştirdik. Üst Üste kümelenmiş tomurcukları olan uzun hurma ağaçları… Kullara rızık olsun diye, ölü bir beldeye hayat verdik. (Kaf Suresi, 9, 10, 11.ayet)

İlk etapta sırf “gıda-gıdalanma” denince şükredilecek, üzerine düşünülecek hemen birkaç büyük sebep buluyorum, elbette bu maddeler arttırılabilir:

1.Vücudun çeşitli ihtiyacı ile tam uyumlu bir şekilde doğada çeşitli rızıkların olması, tasarımcıya/bilince işaret ediyor. Kuruyemişlerden, meyvelere, sebzelere, süte, bala yani hayvansal gıdalara dek geniş bir yelpaze ve geniş bir yararlanma menüsü. Ne kadar çok sayıda ve farklılıkta içecekler, gıdalar olduğunu hayal edin çünkü buraya yazmaya kalksak sayfa yetmez. Her birinin, tek tek, sayısız vücuda faydası söz konusu… Beyinden, cilde, duygusal sıkıntılardan, sistemsel rahatsızlıklara, saça, tırnağa, kalbe, mideye tek her bir hücremiz için ayrı ayrı sorunlara merhem olan gıdalar ve farklı farklı yararları…Sağlıklı olmanın en büyük iki anahtarı: sağlıklı beslenme ve sağlıklı psikoloji. Psikolojimiz, bağırsaklarımızın sağlığı ve ne ile beslendiğimizle öyle ilintili ki… Aslında pek çok sorunumuzu sadece sağlıklı gıdalarla atlatabiliriz, ama 21.yyın stresli yaşamı, çıkarcı politikalar ve mutfağımıza dek uzanan insan eliyle bozunmuş bazı gıdaların yapısı, aceleci yaşam tarzımızdan ötürü çabuk beslenme alışkanlığımız buna maalesef genellikle fırsat vermiyor. Gene de, elimizden geldiğince temiz gıdalardan faydalanabiliriz.

2.Bunca ihtiyacımızla uyumlu olması ile birlikte, ilaçlar gibi hoşa gitmeyen tatta değil de, çok çeşitli tatta ve insana haz veren lezzette bir sürü gıdanın olması ve aslında biraz da bize haz vermeleri amacıyla yaratılmış olduklarını gösteriyor.

3.Tatları ile birlikte her birinin görünümü, rengi, kokusu da farklı. Dolayısıyla insana algısal olarak da iştah arttırıcı bir çeşitlilik yığını oluşturulmuş. Bu da ayrıca Allah’ın yaratış gücünü ve sanatını hatırlatıyor.

4.Bu gıdaların, doğada ciddi anlamda takdir edilesi bir meşakkatle oluşması… Allah için elbette bunları yaratmak zor değil, Allah zamana da muhtaç değil zaten, zamandan da mekandan da bağımsız, zaman bizim için işliyor. Bu gerçekler bir yana, gıdaların oluşum süreci insana gerçekten “bir bilincin aranması gerektiğini” hatırlatıyor. Üstelik şükretmek ve Allah’ın kudretini görmek isteyenler için çok düşündürücü bir olay. Bir zamanlar canlı olan, ölmüş bedenlerin topraktaki ayrıştırıcı bakterilerle ayrıştırılarak atom döngüsünün sağlanması ve bitkilerin yapısına ulaştırılması, toprağın beslenmesi, diğer canlılara da muhtaçlık duyan bir döngünün olması (hayvanların bu gıdaları yiyerek tekrar oluşması için döngüye katkı yapmaları), tüm bunlar için belli bir zamanın gerekli olması, su ve mineral döngüsünün gerçekleştirilmesi, sırf bu gıdaların oluşması için atmosferden bulutlara rüzgarlara bir sürü araçların gerekli olması ciddi anlamda Tasarımcıya işaret.

Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah'ın gökten bir rızık indirip de onunla yerküreyi ölümünden sonra hayata kavuşturmasında, rüzgârların her bir yana sevk edilişinde de aklını çalıştıran bir topluluk için izler, işaretler vardır. (Casiye Suresi, 5.ayet)

5.Kompleks oluşumların meydana gelmesi (bitkiler, hayvanlar ve onların gıda ürünleri), hem doğada hem vücudumuzda bu gıdaların oluşumunu ve sindirimini sağlayan organizasyonların görülmesi, Yaratıcıya işaret. Kompleks bir oluşum ve ciddi anlamda uyumlu, karmaşık organizasyonlar varsa –ki var- arkasında bir bilinç aranmalıdır. Hiçbir tesadüf arka arkaya bu kompleks varlıkları, uyumu, kompleks organizasyonu oluşturamaz. Bilinç olmayan bir yerde, ancak bilinçle hareket edebilecek organizasyonları görüyoruz. Akıl sağlığı yerinde olmayan insanları ve akıl sağlığı yerinde olan insanları hayal edin. Bu iki grup arasındaki farkı düşünün. Akıl sağlığı bozuk bireyler, konuşmadan, yemek yemeğe dek en basit denebilecek insan davranışlarından bile yoksunlaşmaya başlarlar.

Bir şeyin Tasarım olduğu, özelliklerinden bellidir. Beethoven’ın müziğindeki uyumda, Frederick Leighton’un içinde estetiği barındıran resimlerinde, sırf uyum/estetik/düzenlilik, parçadan bütüne sergilenen kompleks ve anlamlı oluşum bize, bunların Tasarımcılarına muhtaç olduğu gerçeğini hatırlatıyorsa; kainattaki bilinçsiz atomların bilinçli davranışları Tasarımcıyı hatırlatmalıdır.

Aslında Kainatta bilimsel kurallar varsa, kurallara dayanarak çeşitli şeyler meydana geliyorsa, soyut ve dolayısıyla kendiliğinden var olamaz, maddi olmayan bu kuralların da bir YARATICISI OLMALI. Bu anlamda, gıdaların var olması kadar sayısız yararlarının olması, tatlarının çeşitlilikte olmasının yanında, vücudumuzda bu gıdaların tadını hissedebilecek dil hücrelerinin, dilin, dişlerin, yemek borusunun, midenin, bağırsakların, bunları tüm vücuda ulaştıracak damarların sıvının, sıvı içindeki hücrelerin olması da; tesadüf değil elbette. Vücut biliyor da (!) yemek borusu yapıyor.  Sadece diş olmasa, damak olmasa, dil olmasa içlerinden sadece tek 1 şeyi çekip alsak, tamamen çökecek bir sistem var. Örneğin, toprakta ölüleri ayrıştıran bakteriler olmasa çökecek bir sistem. Su döngüsü aksasa kuraklığın vurup çöp edeceği bir toprak… Allah, ayetlerinde kuraklığa, toprağın sulanmasına da dikkat çekiyor.

Bir Müslüman evrime inanabilir, inanmayabilir, bu Kur’an’la çelişen bir durum değil. Evrimsel mekanizmayı, Yaratıcıdan bağımsız görmeye kalkmak Kur’an’la çelişen bir durum. Nasıl ki bir bebeğin anne karnında gelişimi (evrimleşmesi) ve bunun meydana gelmesinde bir sürü aracı varlığın yaratılmış olması (hücreler vs) Allah’ın yaratılış vasfını sarsmıyorsa; evrim mekanizmasının var olup-olmaması da sarsmıyor. Lakin evrimi Allah’tan bağımsız görenler ve evrimsel mekanizmaya akılcı yaratıcılık yeteneği atayanlar, her şeyi evrimin tamamen maddi bir amaca dayalı oluşturduğunu söyleyenler; gıdaların renklerinin çeşitliliğine, gıdaların kokusunun çeşitliliğine, tatlarının çeşitliliğine ve üstelik de bunları ayırt edebilecek yetenekte hücrelerimizin olmasına açıklama getiremez. Ne gerek vardı ki armudun tadını sütün tadından ayırmaya? Ne gerek vardı ki, balın kokusu ile ocakta pişen çikolatanın, çileğin kokusunu almaya? Bunlar olmadan da hayatta kalabilirdik. (Eğer evrimi bağnazca savunanları dinlerseniz, her oluşumun nedenini hayatta kalmaya-hayatı sürdürebilmeye bağladıklarını görürsünüz) Bizi rızıklandıran Allah, rızıklanmamızı hatırlatarak tüm bu sisteme dikkat çekmiş oluyor. Çünkü tüm bu saydıklarım rızıklanmanın içinde olan şeyler.

Kur’an’ın rızıklara sürekli dikkat çekmesi tesadüf değil elbet.

Adil ve kibirsiz olan bir insan tüm kainata “bunlar tasarımlanabilir şeyler mi?” gözüyle bakıp sorgulamalıdır. Ateistlerde ise şöyle bir inat göze çarpmakta: “bunlar tasarımlanabilir şeyleeer değiiil işteee değil, tasarımlanmalarına gerek yok çünkü!!!!” diyerek olayları ve tüm makro-mikro varlıkları bilimsel mekanizmalarla açıklayarak, tüm bunların yaratılmadığı sanısına bağlarlar. Onlara göre, bir elmanın yere düşmesi bilimsel bir mekanizma ile açıklanabiliyorsa otomatikman Tanrı yok(!) oluyor. Halbuki, bilimsel mekanizmalar da tasarımlanabilir şeylerdir. Hatta dediğim gibi, maddi olmayan, tamamen soyut olan (matematiksel) kuralların “elmayı uzaya fırlatma” gibi bir kural değil de “yer çekimle yere düşmesi” kuralına bağlı gelişmesi de soyut olan kuralların bir “yasa koyucusu” olması gerektiğine işaret. Soyut yani aslında madden olmayan kuralların oluşmasından bahsediyoruz. Artı ve eksi birbirini iter ama itmeyebilirdi, bir şey bunlara “birbirini itme” kuralı veriyor. Bu kurallar maddelerden bağımsız, soyut gerçeklikler.

Tüm bu evrenin tasarımlanabilir oluşu ve bu kadar milyarlarca çeşitliliğin ardı ardına gerçekleşmiş olması; bizi 2 olasılığa götürmekte. Ya ardı ardına milyarlarca tesadüfü kabul etme yahut yaratıcıyı kabul etme ikilemine götürmektedir. İnsan yaratıcılığına sahip olamayan bir şempanze, elinde laptopla Faust’un 2 cildini yazamıyorsa, bilinçsiz atom yığınlarının da milyarlarca yıldır, milyarca “akıllı” oluşumu oluşturmalarını tesadüfle açıklamak bir o kadar abes olacaktır. 


Yerde hiçbir debelenen yoktur ki, rızkı Allah'ın üzerinde olmasın. O, onun karar kıldığı noktayı da bilir, emanet edildiği yeri de. Her şey, apaçık bir Kitap'tadır. (Hud Suresi, 6.ayet)
Nice hayvanlar var, kendi rızkını taşıyamaz. Allah onları da rızıklandırıyor, sizi de. (Ankebut Suresi, 60.ayet)
Rabbinizin rızkından yiyin de, O’na şükredin. (Sebe Suresi, 15.ayet)

Tüm bu çeşitli varlıklar bir ilk nedene ihtiyaç duymakta. Her şeyin bir ilk nedenini sorguladığımızda ateistlerden klasik aynı soruyu duyuyoruz “o zaman Allah’ı kim yarattı değil mi ama?”. Tüm bu ilk nedenle var olabilen yaratılmış varlıkların ilk nedeni de, yaratılmamış ve ilk nedensiz bir şey olmalı demek ki. Tasarımlanabilir olan bu varlıklar, tasarımlanamaz bir Tanrı’nın eseri olmalı ki, tasarım modeli akla yatkın, kısır-döngüsüz ve dolayısıyla geçerli olabilsin. Tam da her şey tasarımlanamaz, ilk nedensiz, yaratılmamış bir Tanrı’ya işaret ediyor. İlk bilinçli ve imtihana tabi insandan bu yana, İslam’ın sürekli peygamberler aracılığıyla anlattığı gibi.

Bu dünyanın oluşması ve varlığını sürdürebilmesi için tasarımcıya, her an kudreti ile her şeyi kontrol altında tutana ihtiyacı var. Bu tasarımcı tasarımlanamaz olmalı. Tanrı tasarımlanamazdır, ama melek(gerçek olduğu bildirilen) kavram, peri kavramı gibi fantastik karakterler tasarımlanabilir şeylerdir, tanrı tarafından da dolayısıyla yaratılabilir varlıklarken, tanrı yaratılamaz ve tasarımlanamaz bir gerçekliği ifade eder. Dolayısıyla, Allah’ı kim yarattı diye sormak tutarsızdır, mantıklı bir soru değildir. “Üçgen 3 kenarlıdır” diye belirtilmiş bir gerçekliğe, “4 kenarlı üçgen olamaz mı?” diye sormaktan farksızdır. Kavramın tanımı ile çelişen bir soru sorularak, sürekli kavram alt ediliyormuş sanısı oluşturulmakta.

Kafalarda “Tanrı” kavramı yerine, dünyayı yaratan ve kendisi de yaratılabilir olan peri gibi fantastik karakterler canlandırılırsa, “Tanrıyı kim yarattı o halde?” sorusunun akla gelmesine şaşmamalı.

Peki, O, rızkını tutarsa kim var sizi rızıklandıracak? Hayır, bir azgınlık ve nefret içinde inat etmekteler. (Mülk Suresi, 21.ayet)
O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Ve gökten bir su indirdi de onunla sizin için meyvelerden/ürünlerden bir rızık çıkardı. Artık bilip durduğunuz halde Allah’a ortaklar koşmayın. (Bakara Suresi, 22.ayet)
Bu haldeyken Allah sizi barındırdı, yardımıyla sizi destekledi ve şükredersiniz ümidiyle sizi tertemiz nimetlerle rızıklandırdı. (Enfal Suresi, 26.ayet)
Sor: "Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya o işitme gücünün ve gözlerin sahibi kim? Kim çıkarıyor ölüden diriyi ve kim çıkarıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?" Hemen, "Allah!" diyecekler. De ki: "Hâlâ kendinize gelmiyor musunuz?" (Yunus Suresi, 31.ayet)
Allah odur ki, gökleri ve yeri yarattı. Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi. (İbrahim Suresi, 32.ayet)
Tutuyor, kendilerine verdiğimiz rızıklardan hiçbir şeyin farkında olmayanlara pay çıkarıyorlar. Allah'a yemin olsun ki, iftira edip durduğunuz şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz. (Nahl Suresi, 56.ayet)

Olağan gördüğümüz rızıklanma konusunda bile, tefekkür ettirecek bunca ayrıntı mevcut.

Aracı mekanizmaları yaratan da Allah'tır. Rızıklar soframıza ulaşana dek, etkisi olan tüm aracıları yaratan Allah'tır, onların sahibi de Allah'tır. Kullandığımız elektrikten, yaktımız ateşe dek. Gerçekte, Allah'ın yarattığı hiçbir gıda sağlıksız değildir. Onları yanlış ilaveler ve yanlış yöntemlerle sağlıksızlaştıran biziz.

Allah, Kur’an’da rızıklandırmasına sayısız yerde dikkat çekmişken, Allah’ın gıdalanmadan evvel kendisini anmamızı emretmesine şaşırmamalıyız o halde

Kuran'da geçen yemeklerden önce Allah'ı anma emri hakkında yazılar:





Dawkins de Tasarımı Kabul etti, Tanrı Yarattı demeye inat ediyor sadece: 


Diğer tefekkür yazılarım:

Diz kapağımız ve baş parmağımız da yaratılış harikasıdır:

Doğada kendini korumak için kamufle olan hayvanlar, Allah'ın Yaratışına Delildir: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/05/allahn-delili-dogada-kendini-koruyan.html 

İnsanların farklı suretlerde olması, yaratılış harikasıdır: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/01/renk-renk-insanlar.html

Evren'i kim inşa etti? Allah mı? Şuursuz Atomlar mı? Tanrı nasıl var oldu? Çok Tanrı ve Evren=Tanrı iddiaları: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/01/evreni-olduran-kuvvet-allahndr.html

29 Kasım 2016 Salı

Melek kartları, Melek terapisi, Spiritüalizmin büyü ritüeli ve inançlara karşı Kuran'ı delil getirmek



Her kitapçıda, internette, televizyonda, İslam’la harmanlanarak öğretilmeye çalışılan Spiritüal inançların çalışmalarına denk gelmişsinizdir. Spiritüal yaşam felsefesi denilen bu inancın öğretilerinden en meşhurları da melek kartlarına günün-geleceğin nasıl olacağı hakkında danışmak ve gündelik yaşam içinde her türlü sıkıntı-istekle alakalı meleklere çağrıda bulunup yardım isteyerek “olumlama” yapmak, türlü maddi nesnelerle (tütsü, nar bitkisi gibi) cümleler eşliğinde ritüeller yapıp evin bereketini sağlamak yahut bu ritüellerle zenginliği, eşin bağlılığını çağırmak. İşte tüm bu saydığım fiiller, şuanda Spiritüal yaşam koçları(!) tarafından insanlara öğretilmeye çalışılıyor. Bir Müslümanın yaşam koçu, Peygamberlerdir. Onların yaşam koçluğuna uymak ilettikleri vahiy yoluyla olabilmekte ve şuanda Son Kitap Kur’an-ı Kerim olduğu için tek güvenilir vahiy rehberimiz Kur’an’dır. Bakalım Kur’an tüm bu Spiritüel inançların bize aşılamaya çalıştıklarına nasıl bakıyor?

Melekleri Çağırma, Meleklere İstek İletme, Meleklerden Yardım Talep Etme

İsmine “olumlama” deseler de, temelde meleklere çağrı ve seslenme yoluyla sıkıntı ve istekte bulunma anlamına gelen bu inanç aslında İslam’da dua etmenin anlamına eş değerdir. Dua etmek demek sıkıntı ve istekleri Allah’a iletmek için çağrıda bulunmak demektir. Spiritüal koçların öğretisi içinde büyük yer kaplayan meleklere çağrıda bulunma ritüeli, dua etmek kelimesi yerine “olumlama” ismi koyularak Allah’a değil meleklere yapılmaya yöneltilmiştir.

İslam’da dua/yakarış sadece Allah’a yapılır ve yalnızca Allah’tan yardım istenir. Evet, etrafımızda özel işler için görevli melekler vardır, amma velakin, ancak Allah’ın emri ile hareket ederler. Düz mantıkla, melekleri yöneten kimse, onlardan üstün olan kimse O’nun yardımını sağlamak en akılcı hareket olacaktır. Dahası, Kur’an’a göre Allah’tan başkasına yakarıp onlardan yardım dilemeye kalkmak şirktir. Şirkin alasıdır hem de. Çünkü, Kur’an’a göre Allah’tan başkasından yardım talep etmek, Allah’tan başkasına yakarış insanı şirke sürükler.

Allah'tan başkasını çağırmak, onu Allah yerine koymak anlamını taşır. Bunun da Allah'a ortak koşma (şirk) olduğunu görmemiz mümkün.

Bakın, Kur’an ayetleri apaçık bir şekilde duanın kime yapılması gerektiğini söylüyor. Dua (yakarış/iletişim/istek/yardım talebi/çağrı) yalnızca Allah’a yapılmalıdır:

Gerçek dua yalnız O’na yapılandır. O’nun dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap veremezler. (Rad Suresi, 14.ayet)
Yalnız senden yardım isteriz! (Fatiha Suresi, 5.ayet)

Rad Suresi 14.ayette görüldüğü gibi Allah dışında yalvarılanlar/çağrılanlar asla ama asla cevap veremez. Yani duayı (çağrıyı) işiten ve onun gerçekleşmesini sağlayan dolayısıyla başvurulması gerekli mercii Allah’tır. Allah da başkasına dua etmeyin (çağrıda bulunmayın) diyor. Yani o tatlı olumlamaları Allah’a yapmanız buyruluyor. Küçük büyük istek diye çekinmenize gerek yok. Çünkü Allah her an bizimle ve en ufak detaylarla ilgilenmektedir. Üstelik duamız kadar önemli olduğumuzu da bildiriyor.

Allah’ın her an bizimle tek tek ilgilenmekte olduğuna dair yazdığım bir yazı:

Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Furkan Suresi, 77.ayet)

Görüldüğü gibi, küçük-büyük ne konuda olursa olsun, Allah’a sığınıp O’na çağrıda bulunmamız, aslında bizim Allah katındaki değerimizi arttırıyor. Yani otobüste kalabalıktan, trafikten sıkılıp Allah’tan kolaylık ve sabır istedik diye, Allah’ı boş yere meşgul etmiş olmuyoruz. Çünkü O’nun kudreti her şeye yetiyor, üstelik Allah’ın bizden “ufak şeyler hakkında dua etmeyin” diye bir talebi yok. Tam tersine, ne kadar kendisine çağrıda bulunur, ne kadar kendisi ile sürekli iletişim halinde olursak, ne olursa olsun kendisine sığındığımız anlamını taşıyan bu durum aslında bizim kulluk derecemizi yükseltiyor. Her konuda, ne olursa olsun dua etmemiz konusunda bize yol gösterilmiş.

Spiritüalizm adı altındaki tehlikeli işlerle uğraşacağınıza, anlayarak Kur’an okuyun ve anlayarak güzelce namazınızı kılın. Hem de Türkçe kılın. Anlayarak kılın. Anladığımız dilde namaz kılmanın gerçek sünnet olduğu hakkında detaylı bir yazı yazmıştım: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/10/turkce-namaz-klnabilir-mi-kuranda-rekat.html

Bir de bu melek çağırma olayının Peygamber çağıran versiyonları, Peygamberin ruhunun koşup kazada savaşta yardım edeceğini, “Yetiş ya Muhammed” diye Peygamberden sıkıntı anında yardım talep edenleri, evliya gördükleri kişilerin ruhunu çağıranları mevcut. Rad Suresi 14.ayete bakarsanız, çağrı sadece meleklere yapıldığında tehlikeli değil Allah’tan başka kime yapılırsa tehlikeli.

Ehli-sünnetin içinde de Peygambere salavat getirdikçe ciddi ciddi Peygamberin onlara Din Gününde şefaat edip kurtaracaklarını sananlar mevcut. Salavat, Şefaat, Allah’tan Başkasına Yakarma, Allah Dışındakilerden Yardım Umma, Allah Dışındakileri Çağırma konuları hakkında şu yazıyı yazmıştım: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/03/allahn-berisindekilere-yakarmak.html

Nasıl dua etmeliyiz, Aracısız dua etmek hakkında şu yazıyı yazmıştım: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/05/nasl-dua-edelim-allah-ibadetlerimize.html


Şeytan, insanları mistik gelen konular üzerinden saptırmaya çalışıyor. İnsanlara, bu tarz gizemli görünen alemler üzerinden konuşanlar, mistik ritüeller yaptırmaya çalışanlar şeytan tarafından cazibeli gösterilmeye çalışılıyor. Eğer ki Alemlerin Rabbinin gönderdiği Kitabı rehber edinmezsek, böyle sapkın şeyleri cazibeli bulup onlara kendimizi kaptırmamız normal. Halbuki, müminler üzerinde şeytanın hiçbir şekilde saptırma gücü yoktur. Biz mümin olmaya gayret gösterirsek, şeytan bizi hiçbir felsefeyle hiçbir olayla kandıramaz:

Şüphe yok ki, onun (şeytanın) iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde sultası (yaptırım gücü) yoktur. (Nahl Suresi, 99.ayet)

Şeytan, kötülükleri ve fena iğrençlikleri, süslü ve güzel göstermeye çalışır. Üzerinde sultasını kurduklarına karşı başarır da. Ama, müminleri kandıramaz. Müminler, o işlerdeki çirkinliği ve şeytanın kandırmacasını hemen görür. 

Muhakkak, o takva sahibi olanlara şeytandan bir vesvese/musibet dokunduğu zaman, onlar Allah'ı tezekkür ederler ve hemen gerçeği görürler. (Araf Suresi, 201.ayet)

Şeytan, onlara, yaptıklarını süslü gösterdi. (Nahl Suresi, 63.ayet ve Ankebut Suresi, 38.ayet)

İnternette bu sapkın öğretilere kapılanlar bütün güzel olayları meleklere dua edip cevap almalarına bağlamış. “Dolmuş çok kalabalık oluyor biri yer verse” isteği ile meleklere çağrıda bulunan bir kadın, dolmuşa biner binmez birinin kendisine yer vermesini meleklerin yardımına bağlamış. Olumlamam işe yaradı, diye düşünmüş. Halbuki, Kur’an penceresinden bakarsak, o kadına dolmuşta yer bulmasını sağlayan Allah’tır, melek değil. Kendisi bu olayı meleklere bağlıyor sadece. Başımıza iyi-kötü her türlü olay geliyor ve bunların hepsi Allah’ın izin vermesi yoluyla gerçekleşiyor. 

Unutulmamalı ki, Allah aklımızı kullanmamız için bizi bazen lütuflandırarak bazen sıkıntılar yoluyla da imtihan eder. Allah zulmedici değildir aslında: http://allahvar.blogspot.com.tr/2012/04/allah-kullara-eziyet-eden-kotu-biri.html

Meleklere böyle bir çağrının üzerine isteğin gerçekleşmesi, tamamen o insanın aklını kullanıp sorgulaması yönünde bir imtihan olabilir. Şeytanın saptırma çabası sonucu, tamamen Allah’ın verdiği bir lütfu o kişi meleklere bağlıyor olabilir. Unutulmamalı ki Şeytanlar da insanlara vahiy bildirmektedir. Yani, eğer ki biz aklımızı Allah’ın indirdiği rehberin çizgisinde kullanmazsak, şeytan bizim üzerimizde rahatlıkla vahiyler yoluyla, biz farkına varmadan, üzerimizde sultasını kurabilir. Bunu bazen biz farkına varmadan fısıltılar, başkalarından duyma sözler yoluyla yapar, türlü olaylar üzerinden de saptırıcı vahyini bize iletebilir. Bazen bu vahyi, sapmış kullar üzerinden yapar, yani bizim sözünün cazibesine kapıldığımız Spiritüel koçlar bizlere sapkın felsefeleri aşılayan, şeytanın dostları konumunda.

Muhakkak ki şeytanlar, kendi dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için vahyederler. Eğer siz onlara itaat ederseniz, muhakkak ki müşriklerden olursunuz. (Enam Suresi, 121.ayet)

Şeytan vahyini, İslam hocası kimliği altında görünen dostlarını kullanarak yani evliya olarak adlandırılan şahsiyetler üzerinden de elbette yapabilir. Bu yüzden müminler aklını kullanmalı, Allah’ın Kitabını kendilerine rehber edinerek her sözü Kur’an süzgecinden geçirmelidir.

İnternette meleklere çağrıda bulunma öğretisine sapmış insanların tecrübelerini okudum. Her şeyi meleklerin çağrılarını işitmelerine bir delil olarak görmüşler. Spiritüel öğretiler bazı nesneleri bu konuda sembolleştirmiş, kuş tüyü de bunlardan biri. Kuş tüyünü meleklerin bize bir işaret olarak gönderdiğini düşünüyorlar (gerçekten çok akıllıca(!), dünya üzerinde milyarlarca kuş tüyü var. Her an her yerden kuş tüyü üzerimize düşebilir. Ayrıca milyarlarca kuş tüyü meleklerin bir işareti değil, Allah’ın yaratılış kudretinin delili). 

Bir kadın, melek çağırma olaylarını saçma bulmuş, daha sonra merak edip Spiritüel kitapları okumuş, kitaplığını karıştırırken kuş tüyü bulmuş. Daha sonraki gün evine giderken apartmanının kapısında kocaman bir kuş tüyü bulmuş. Bunların hepsini meleklerin “senin yanındayız” anlamında ilettiğine inanıyor. Halbuki, başta söylediğim gibi, zaten Allah tarafından türlü işler için görevlendirilmiş melekler çevremizde yer almakta. Bir lütuf, kolaylık, bir nimet, bir yardım mı bize iletildi hepsi Allah’tan. Ayrıca böyle kuş tüyü buldum gibi olayları neden Allah’ın imtihanına yahut şeytanın sapkın vahyini fısıldama çabasına bir delil olarak görmüyorlar?

Yardım çağrılarına karşılık, üzerilerine hayırlarına koşmak için meleklerin indiğini düşünenler -ki onlar lütufları meleklerin çağrılarına cevap vermelerine yordukları müddetçe bu durum onlar için hayırlı olmayacak- acaba üzerilerine toz pembe hayallere sürükleyerek saptıran şeytanların inmediğinden eminler mi?

Şeytanların, kimin üzerine indiğini size söyleyeyim mi? Onlar, her yalancı günahkarın üzerine iner. Onlara kulak verirler, onların çoğu yalancıdırlar. (Şuara Suresi, 221, 222, 223.ayet)

Allah, biz aklımızı sapkın şeylere teslim edersek, Allah’ı hatırlamaz, Allah’ın Kitabını rehber edinmezsek, sapkın şeylerin içinde pisliğe/yanlışa saptığımızda, Allah bizi bunların peşinde sürüklenebileceğimiz olaylarla sınar.

Bu Allah’ın hidayetidir. Dileyen kişiyi onunla hidayete ulaştırır. (Zümer Suresi, 23.ayet)
Allah pisliği, aklını kullanmayanların üzerine yağdırır. (Yunus Suresi, 100.ayet)

Aklımızı kullanmak ve Kur’an’ı kılavuz edinerek hidayete ulaşmayı istemek görüldüğü üzere bizim elimizde. Bazen Kur’an’da Allah dilediğini saptırır gibi ifadeleri, irademizi elimizden aldığı yönünde anlayanlar çıkıyor. Oysa, bu anlayış Kur’an’ın pek çok ayeti ile çelişmektedir. Biz cinsiyet, doğduğumuz yer-zaman gibi şeyleri belirleyemeyiz. Ama, Allah düşünelim diye bize akıl, gözler, kalp verdiğini söylüyor. Yani kalbimizi ve aklımızı irademiz ile yönlendirip çalıştırmak bizim elimizde. Tüm bunları gerçekleştirmemiz haliyle Allah’ın izin vermesi yani dilemesi/onaylaması yolu ile gerçekleşiyor. Allah’ın irademiz ve imtihanımız konusundaki olaylar hakkındaki dilemesini bu yönde alırsak, ayetleri daha kolay anlarız. Ayrıca, Kur'an'ı anlayarak okuyan bir mümin, başına gelen şeylerin sınanma aracı olduğunu bilir. Olaylara imtihan oluyorum gözüyle bakar.

Siz, eğer ki isteğinizi gerçekleştirenin melek olduğunu 1 defa sanarsanız, 2.si 3.sü gele gele bir de bakmışsınız onların kulu olmuş, onları Allah’tan daha çok sever, Allah’tan daha çok onlara sığınır (hatta Allah yerine onlara sığınır) olursunuz!

Ve Allah, size melekleri ve peygamberleri Rabbler edinmenizi emretmez. Siz, Müslümanlar haline geldikten sonra küfrü mü emreder size? (Ali İmran Suresi, 80.ayet)

Cehennemin, alemlerin Rabbi Allah ile başka bir şeyi eşit tutanlarla dolu olacağı Şuara Suresi 98.ayette bildirilmiş.

Çok eskiden, Kur’an’ı yeni okumaya başladığım zamanlarda bu ayeti okuyunca “Kim melekleri Rabb edinir ki?” derdim, sonradan bu Spiritüel öğretinin melekleri, Allah yerine koyan sapkın inancı gördükçe anladım, bu ayetin iniş sebebini.

İNANÇLARA KARŞI KUR’AN’I DELİL GETİRMEK

SORU İnançlara karşılık Kur’anı delil getirmek ne kadar akılcı bir yaklaşım ki, meleklere tapınma gibi ayrı bir din niye olmasın? Ben belki melekleri tanrı edinmek istiyorum, meleklere tapma dinine inanıyorum. Gibi sorular akla gelebilir.

Öncelikle spiritüel inanç, öğretilerini İslam maskesi altında sunarsa (ki Kur’an’da melekler için şöyle denilmiş gibi sözlere başvuruyorlar) bir Müslümanın gerçekte Kur’an’ın ne dediğini açığa çıkarmaya çalışması çok normal. Benim yapmaya çalıştığım da bu.

1. Bu tamamen Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna inandıktan sonra, Kur’an’ın diğer konular hakkındaki beyanını delil edinmekle alakalı bir durum. Bu konu da apayrı bir yazının konusudur. Kimi bu inancı, Kur’an’daki ahlak anlayışının tutarlılığı ve güzelliği, hukuksal ayrıntılar, sosyolojik ve psikolojik delillere şahit olarak, matematiksel kusursuzluğuna şahit olarak, bilimsel delillere şahit olarak, içsel ayetleri ile uyumluluğuna şahit olarak sağlar. Kimi doğadaki kozmolojik delillerle Kur’an’ın anlatısını ve Kur’an gibi bir kitap olmayışını, ayetlerin kendi içlerindeki felsefi tutarlılıkları delil edinir; kimi ise tüm bunlara kulak tıkar.

2. Felsefi açıdan, peri/ejderha/su bükücüsü gibi fantastik karakterleri hayal etmekle TANRI VASFINDA bir karakterin varlığını hayal etmek aynı şey değildir. Kişi, kainat delillerine bakarak bir Tasarımcının varlığının olması gerektiği sonucuna varabilir. Ve Tasarımcının tutarlı bir Tasarımcı olması için, Yaratılmamış, Başlangıcı-Sonu olmayan gibi vasıflara sahip olması gerektiği sonucuna varabilir. Buna İster Tanrı ismi versin, ister God desin, ister başka bir isim koysun, bu o Tasarımcıyı, Kur’an’ın bildirdiği Allah’ın özelliklerine eşitler. Bu açıdan, peri gibi hayali bir karakter, tanrıyla denk olmayan özelliklerle hayal edilmiş fantastik bir ürün olur. Melek ise özellikleri Allah’a eşit olmadığı müddetçe zaten YARATILMIŞ BİR ŞEYİN ismi olduğundan TANRI olması mümkün değildir. Tüm bu spiritüel inançtaki melek kavramı da her zaman yaratılmış bir şeyi ifade eder. Eğer melek = Allah diyecekseniz, sadece Tanrının ismini sadece melek yapmış olursunuz. (misal tüm meleklerden üstün olan bir melek/ diğer tüm melekleri yaratan bir melek inancında aslında tanrının ismi melekle değişmiş oluyor) Bu durum da, sizi gene, Tanrının gerçekte bize hangi yollarla doğruyu gösterdiğini sorgulama çabasına (mevcut delillere, kutsal kitapları incelemeye, doğada delil aramaya) götürür. Birden fazla meleğin tanrı olduğuna inanıyorsanız, çoktanrıcı olursunuz, çoktanrıcılık da bir sürü felsefi çelişkiyi beraberinde getirir. Aslında çoktanrılar edindiğimizde her bir tanrı, tanrı özelliklerini kaybetmeye başlıyor. Çoktanrıcılıkta üzerimizde tek başına söz söyleme ve hakimiyet kurma kabiliyetini kaybeden tanrıcıklar aslında tanrı özelliklerini kaybetmeye başlamış anlamını taşıyor. Yani, bu durumda kudretleri sınırlı olduğu anlamına geliyor. Tanrı olma özellikleri eksik oluyor. Kudreti noksan olan bir şeyin de tanrılığı tartışılır. (Tanrı olmada eksiktir, tanrı olamaz) Kuran'da da tüm bu gerçekle bire bir paralel olan bir mesaj mevcuttur. Tüm bu yaratılışı "ortak bir kararla yaratılışı oluşturan ve kontrol eden tanrıların bunları ortaklaşa idare etmeye çalışarak kudret ve hakimiyet çatışmaları yaşayacakları" delili ile karşı çıkar zaten. (Bkz: Enbiya Suresi, 22.ayet) Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.

3. Spiritüel inançlar, kendi öğretilerini hangi yollarla kanıtlamaya çalışıyor? Bunun mantıksal delilleri de sorgulanabilir. Kur’an’ın kusursuzluğu ile Spiritüel öğreti kıyaslanarak, kişi hangisinin daha tutarlı ve akla yatkın olduğunu seçebilir. Benim de amacım Kur’an’ın akla yatkınlığını göstermek.

Spiritüel İnancın, Kuran ile çelişen ritüellerini konuşmaya devam edelim.


MELEK KARTLARI

Melek kartı diye (spiritüel koçların bizzat kendi elleriyle yazması) bir şey oluşturmuşlar. Bu kartlar yoluyla aslında falcılık yaparak gayb bilgisi almaya çalışıyorlar. Halbuki Kur’an’a göre gaybı (geleceği) yalnızca Allah bilir. Son Peygamber bile, gelecekte bize ve kendisine ne olacağını bilmez. Üstelik falcılık da büyük günahtır.

Ben diğer peygamberlerden farklı değilim. Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. (Ahkaf Suresi, 9.ayet)
Göklerde ve yeryüzünde, Allah’tan başka kimse gaybı bilemez. (Neml Suresi, 65.ayet)

Maide Suresi 90.ayette fal oklarının (ve el ezlamu) şeytan işi pislik olduğu da bildirilmiş.

NESNELER ARACILIĞI İLE YAPILAN RİTÜELLER: BÜYÜ

Yazının başında da dediğim gibi türlü nesneler (tütsüler, ipler, sözler, duvara yatağa eve yerleştirilen objeler) aracılığıyla bazı istekleri gerçekleştirmek yolunda, ismine büyü demeseler de büyü yapıyorlar. Bunun içinde bazen bazı sözler söyleyerek evin içine tütsü, tuz, bazı taşları yerleştirmek gibi ritüeller; kağıdın içine resim koyup türlü sözler söyleyip bağlayarak duvara asmak gibi ritüeller yer alıyor. Bunları televizyona çıkıp insanlara nasıl yapacaklarını baya baya anlatıyorlar.

Yani, bazı nesnelerden ve bu ritüellerden kendilerince çıkar sağlamak için medet umuyorlar. Halbuki, Allah’tan başka hiçbir şey, hiçbir nesne, hiçbir ritüel bize yardım edemez. Bu büyülerin gerçekleştiğini sanmamız, ya da gerçekten gerçekleşmeleri tamamen Allah’ın bizi imtihan etme aracıdır. Şeytan bazen de bu tarz olaylarla bize vahiy gönderek, sanılara sürükleyerek, büyüye daha da çok sapmamız için üzerimizde sultasını inşa eder.

Elbette onu (büyüyü/sihri) satın alan kişiler için ahirette bir nasip yoktur. (Bakara Suresi, 102.ayet)
Büyücüler (sihirbazlar) nereden gelirlerse gelsinler kurtuluşa eremezler. (Taha Suresi, 69.ayet)

İşin kötüsü, bu büyü ritüelleri sadece spiritüalist inançlar üzerinden değil, bizzat her evde bulunabilecek Yasin Suresi gibi dua kitaplarının arasına iliştirilen “bilmem ne duasını bilmem kaç defa okursan şu gerçekleşir, pirince bilmem ne duasını okuyup içersen şöyle olur, ipin üzerine bilmem ne hazretlerinin kerametli duasını 93 defa okuyup evine asanın şu isteği olur” tarzı laflarla insanlar büyüye davet edilmektedir. Gerçekte ise ne ezbere bilmem kaç defa anlamını bilmediğimiz dualar okumak ne de pirince dua üfleyip yemek bize hiçbir başarının kapısını açmaz: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/04/haydi-arkadaslar-ezbere-sure-okuyarak.html


KUR’AN’IN BİLDİRDİĞİ ALAMET

Allah, bize doğru olanı gösterenlerin işaretlerinden birinin de, bizden ücret talep etmemeleri olduğunu bildirmiş. Kur’an göre doğru yolu gösteren kişi, bu yaptığı üzerinden para kazanmaz. Oysa, bu spiritüel koçlar kitaplarından, düzenledikleri melek terapilerinden, sattıkları melek kartlarından yani yaptıkları her işten ötürü para talep ediyorlar.

Sizden herhangi bir ücret istemeyene uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar. (Yasin Suresi, 21.ayet)

Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak Alemlerin Rabbidir. (Şuara 109, 127, 145, 164, 180. Ayetler Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb Peygamberlerin sözü)

Görüldüğü gibi doğruya çağıran Peygamberler de ücret istememiştir. Doğruyu gösterenlerin ücret istememeleri alamettir. Bu ayetler boş yere bildirilmedi elbette. Kur’an’da, doğruya çağıranların ücret istemediğine dair bir sürü ayet var görüldüğü üzere. Gerçek yaşam koçları ücret istemez çünkü, onlar kalpten ve aklen bize karşı samimilerdir ve gerçekten dost edinilmeye layıktırlar.

NAMAZ ÜCRETSİZDİR VE EN BÜYÜK TATMİN ARACIDIR

Meleklere danışmanın yani melek terapisinin maliyeti: 200 tl.
Hissi: hihiihi yaşasın her şey toz pembe, Allah yerine melekten isteyeyim ehuhuhu canım meleklerim.

Namaz terapisi: Ücretsiz
Hissi: Paha biçilemez. Çünkü, Rad Suresi 28.ayet: Gönüller ancak Allah’ın zikriyle tatmin bulur.

28 Kasım 2016 Pazartesi

Kuran'a göre evlilik yaşı ne olmalı? Talak 4.ayette geçen adet görmeyen kadınlar kimler? Muhammed Peygamberimiz 9 yaşında kızla evlendi iftirası (Ayrıca, Mehir Nedir?)


KURAN NİKAH İÇİN HANGİ ZİHİNSEL, BİYOLOJİK ŞARTLAR İSTER?

Allah, dinen gerekli ve sorumlu olduğumuz her şeyi, türlü örneklerle açıkladığını Kur’an’da bildirmiştir. Bunu kimi zaman kıssalar aracılığı ile, kimi zaman benzetmeler yaparak, kimi zaman hukuki bir yöntem üzerinden dolaylı anlatımlarla yapar. 

Andolsun, biz bu Kuran’da her şeyi misallerle (örneklerle) açıkladık. İnsansa daha çok, münakaşa edici oldu. (Kehf Suresi 54.ayet)

Nisa Suresi 6.ayette, özel olarak yetimin malından yararlanabilen ve bu malları geri verirken şahit tutması gereken, yetimin rüştüne ermesini gözleyen birine izleyeceği hukuk anlatıldığından, bu ayette bir yetimi özel olarak gözeten birinin bahsedildiğini anlarız.

Öncelikle ayetten nikah çağına gelmiş olarak düşünülebilecek bir bireyden bahsedildiğinden, bu bireyde bazı fiziksel değişimler olduğunu anlarız yani demek ki ergenliğe ulaşmış (fiziki olarak değişime ve gelişime ulaşmış) çocukluktan çıkmaya başlayan bir gençten bahsedildiğini anlarız.

Ayet şöyle:

Yetimleri, nikah çağına gelmelerine kadar gözetip deneyin. O zaman onlarda bir olgunluk bir erginlik (yeterlilik/rüşt) görürseniz mallarını onlara geri verin. Büyüyecekler diye, onların mallarını saçıp savurmayın. Zengin olan bundan sakınsın, fakir olansa iyilikle yesin. Onlara mallarını geri vereceğiniz zaman şahit tutun. Allah hesap görücü olarak yeterdir. (Nisa Suresi, 6.ayet)

Görüldüğü gibi, buluğ çağına ulaştığı anlaşılan bu bireye, mallarını geri vermemiz için onlarda yetişkin bir bireyin erginliğini/olgunluğunu görmemiz gerektiğinden yani yetişkin bir bireyin yeterliliğini/rüşt özelliklerini gözlememiz gerektiği belirtilir.

Bu ayetten aynı zamanda nikah çağına ulaşmış (buluğ çağa ermiş) bireyin para yönetimi için rüştüne ermesi beklendiğinden aynı zamanda nikahlanma işlemini yapabilmesi için de rüştüne ermesi gerektiği sonucunu çıkarırız. Çünkü, Kur’an’a göre erkek veya kadın nikahlanabiliyorsa, aynı zamanda para yönetimi yapabilen yetişkin bir erginlik taşıdığını anlıyoruz. Bu ayette nikahlanabilme yetkisi ile malları geri alma yetkisinin farklı olduğunu sananlar olabilir. Oysa, bir birey nikahlanırken erkekse mehir verir, zaten erkekse ailenin maddi geçimini sağlamak onun sorumluluğundadır. (Bkz Nisa 34) Kadınsa mehir alır. Mehir parasal değeri olan bir şeyi ifade eder, para olur, mücevher olur, bir mülk olur, bunun antlaşması evlenecek çiftlere kalır. Yani evlenebilen her birey, İslami açıdan, para yönetimi yapabilen (mallarının yönetimini alabilen) birey demektir. Bu yüzden Nisa Suresi 6.ayetteki ifade, Kur’an’ın diğer ayetleri ile birlikte ele alındığında, bir gencin para yönetimi yapabilme kapasitesinin nikahlanabilecek kapasitede olmasına denk tutulduğunu görürüz. Dolayısıyla, eğer genç kendi mallarının yönetimini alabilecek erginlik potansiyeli taşımıyorsa, nikahlanma erginliğine de sahip değil demektir.

Görüldüğü gibi, bir genç, Kuran’a göre nikahlanabilmesi için 2 özelliği taşımalıdır. Nisa suresi 6.ayetten bu iki şartın ne olduğunu anlarız.

1.si buluğ çağa ermiş olmak (ergenliğe girmiş olmak)

2.si rüştüne ermek (olgunluk/erginlik/yeterlilik göstermek, yetişkin birey olgunluğu göstermek) Bu özellik, kişiden kişiye değişebilir. Kimi 18’inde rüşt özellikleri sergiler, kimi 22 sinde.

Yani, buluğ çağdaki bir bireyle evlenilebilir ama o bireyin rüştüne ermiş olması, erginlik göstermesi gereklidir.

Peki, Kur’an’a göre, bu rüşt özelliklerinin neler olduğunu anlamamız mümkün mü? Kur’an evlilik için bu rüşt özelliklerini taşıyabilen bir gencin kapasitesi hakkında bize ipuçları veriyor mu? Elbette, bir bireyin bu rüşt özelliklerinin neler olduğunu çıkarmamız mümkün.

Bu ayetlere rağmen, hala daha, yeni ergenliğe girmiş yeni adet olmuş bir bireyi hemen nikah potansiyelinde değerlendirenler var. Bir çocuğu adet olur olmaz, ya da ergenlikte vücudu gelişmeye başladı, artık genç bir birey gibi görünüyor diye onları nikahlanabilir kapasitede görmenin yanlış olduğunu Nisa Suresi 6.ayetin yol göstericiliği ile anlıyoruz.

RÜŞT ÖZELLİK GÖSTERMEK ÇOCUK YAPABİLME, YEMEK YAPABİLME, EV TEMİZLEYEBİLME YETERLİLİĞİ DEĞİLDİR

Ergenliğe yeni girmiş 13 yaşındaki bir kız hemen rüştüne ermiş olabilir mi? Bakın, rüştüne ermek “yemek yapabilme yeteneği, ev temizleme yeteneği, çocuk doğurabilir yeteneği” değildir. Zaten İslam’da evlenilen kadın potansiyel ev hizmetçisi de değildir. Hatta kendi çocuğunu dahi emzirmek istemeyebilir. Fizyolojik olarak vücudu böyle bir imkan tanıyor olsa bile, bunu yapmak zorunda olduğu anlamı çıkarılamaz. (Bkz: Bakara 233) Erkek, kadının her türlü maddi manevi koruyucusudur. Onu her türlü maddi manevi rahatsızlıktan korumaya, konforunu sağlamaya çalışır. Bkz, Nisa 34.ayette erkek, kadın üzerinde kavvam olarak nitelendirilmiştir. Bu kelime, koruyup gözeten, maddi-manevi idari sorumluluğu bulunan demektir. Ayette zaten erkeğin bu özellikleri yerine getirmesi gerektiğinden ve kadının bu davranışlara mümince karşılık vermemesi durumunda izlenebilecek yollardan bahsedilir.

RÜŞT ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Reşit bireyin Nisa Suresi 6.ayette göze çarpan özelliği mal-mülk yönetiminin devredilebileceği bir birey olmak demektir. 13 yaşında kaçımız reşit (yetişkin) bir birey gibiydik? Örneğin 13 yaşında kaçımız bir evi satışa çıkarabilecek, aileye ait bir şirketin yönetiminde hisse senetlerinin adil dağıtımından anlayabilecek, miras paylaşımında vasiyet alabilecek bir olgunlukta ve vasiyet almada şahit tutulabilecek bir yetişkinlik düzeyinde görülen bireylerdik?

Öncelikle evlenebilecek reşit birey, Kur’an ayetlerini idrak edebilecek zihinsel oluşumu etkinleşmiş düzeyde bir birey olmalı ki Allah’ın ikili ilişkilerdeki emirlerine uyabilsin. Şirk koşanlarla evlenmemiz yasak olduğundan, bireyin şirk koşup-şirk koşmama ayrımını yapabilme kapasitesi de olmalıdır. (Bkz: Bakara 221)

Rüştüne ermek, nikahlanmanın manevi sorumluluğunu algılayabilme yeteneği demek bu da her konuda Kur’an’ın rehberliğine başvurmanın şart olduğunu bilen bir Müslüman için ayetleri idrak edebilme yeteneğine sahip olmak demek. Çünkü Kur’an’da Müslümanlara evlilikte mehrin yönetimini yapabilmekten, gerektiğinde boşanmada izlenecek prosedürleri anlama, nafaka hukukunu akılcı bir şekilde çözmeye dek bir sürü hukuktan bahsedildiğinden; evlenebilecek birey tüm bu hukuku anlayabilecek ve taşıyabilecek bir birey olmalı.

Reşit birey, toplumsal konularda aktivite gösterebilme kapasitesinde de olmalı. Örneğin, alacak-verecek davasında şahit tutulabilecek bir birey rüşt özelliği göstermeli. 13 yaşındaki bir birey, alacak-verecek gibi büyük miktarların bahsedildiği bir konuda ne kadar bir yetişkin gibi yazıcılık yahut şahitlik görevi yapabilir? Müslüman olarak borç alma-verme hukukunu algılayabilecek, gerektiğinde ayetlere başvurabilecek bir birey midir?

18 yaşınızla 13 yaşınızı lütfen kıyaslayın. Kur’an için en önemli özellik olan dünyayı algılayabilme, Müslüman olmaya karar verme, Müslümanlığın sorumluluklarını anlama ve taşıyabilmeyi kabul etme özelliklerine ne zaman sahip olabilir düzeye gelirsiniz? Belki de kiminiz 18 i bile daha az bulacak, 20 imde belki bu yeterliliği ancak ancak gösterebilir olmuşumdur diyeceksiniz. 13 yaşındaki bir ergenin Kur’an ayetlerini bile irdeleyebilme yeteneği yoktur ki, evleneceği kişinin şirk koşup-koşmadığının ayrımını yapabilsin? Şirk koşmanın ne olduğunu nasıl algılamaya başlayacak? Daha dünyaya gelişini, siyasal topluluk ayrımlarını, felsefi fikir ayrımlarını (Allah’ı reddetmek yahut kabul etmek) gibi yetişkin bireyin algılayabileceği konuları bile daha yeni yeni duymaya başlar, algılamaya çalışır. Hangi ara Kur’an’ı az buçuk idrak etmiş olacakta, şirki bile ayırt edebilecek düzeye gelecek? Kur’an’a göre şirk sadece ineğe tapmak değildir, Peygamberleri Allah’a ortak koşup onları Rabb edinmek kadar geniş kavramlar içerir.

13 yaşındaki bir birey, Kur’an’ı idrak etme ve iman etme yolundaki sorgulamaları yapabilir midir ki, “tamam bu Müslüman olan ergin/yetişkin, güvenilir bir bireydir” diyebilelim? Misal 13 yaşındaki bir çocuğu yahut yeni ergen olmuş bir bireyi miras şahitliğinde yeterli kapasitede görür müsünüz ki, artık cinsel birliktelik yaşasa çocuğu olur işte, mantığı ile evliliğe rüştünün erdiği sonucunu çıkartıyorsunuz? Rüşt özellik, adet görüp rahminde çocuk taşıyabilir gibi biyolojik olaylar ile değil, manevi olgunlukla tartılır.

13-14 ünde evlendirilmiş kadınlar hep o yaşlarını hatırladıklarında “henüz çocuk gibi olduklarını, evliliğin bile oyun gibi geldiğini” bedenen gelişmiş gözükseler de aklen ve kalben çocuk gibi olduklarını söylerler. Yani bir insanı hemen ergenliğe adım atar atmaz, nikahlanabilir görmek çok yanlış bir yaklaşımdır. Belirttiğimiz gibi Kur’an’a göre sadece bedensel olarak değil, zihinsel olarak ve davranış açısından erginlik sergilemek gerekiyor. Yani nikahlanabilir olarak değerlendirilen kız neyin ne olduğunun farkında olabilecek, evlilik ayrımını yapabilecek, günümüzde reşit dediğimiz insanların zihinsel, bedensel, toplumsal davranış kabiliyeti özelliklerini taşıması gerekiyor. 

Ayrıca, Nisa Suresi 6.ayete göre, bir gence baktığımızda onun fiziksel olarak değişim ve gelişimini görebilmemiz lazım ki nikah çağına (buluğ çağına) ulaştığını tespit edebilelim. Örneğin 9-13 yaşındaki bir çocuğun adet olduğunu nasıl anlayabiliriz ki? Hadi anne-babası ev yaşantısından ötürü öğrendi, çocuk daha ne olduğunu bile bilmeden korkup annesine söyledi filan diyelim. Toplum 9 yaşında bir çocuğun bedeni değişimlerini gözlemeden onun ergenliğe girdiğini anlayamaz. Ergenliğe girdiğini fiziksel değişimlerle gösterebilmesi lazım ki, nikahlanmak için eş isteyen kişi onu gördüğünde “bu nikah çağına erişmiştir” deyip, nikahlanmak isteyenler onunla mehir anlaşması yapabilsin. Buluğ çağ sadece adet görme/meni salgılama gibi fizyolojik olayları değil, genel olarak çeşitli vücut değişimlerinin yaşanmasını içerir. Nisa Suresi 6.ayet zaten tüm bu gerçeklerden ötürü, adet gördüğünde/çocuk yapabilecek düzeye eriştiğinde gibi kelimeleri kullanmamıştır, günümüzde olduğu gibi buluğ çağının tüm özelliklerini ifade eden, bedeni değişimleri de içinde kapsadığı düşünülebilecek nikah çağı ifadesini kullanır.

Zaten 13 yaşındaki bir kız ergen bile değilken, rüştüne ermiş olamaz. Önce buluğ çağına ulaşması gereklidir.

TALAK SURESİ 4.AYET ADET GÖRMEMİŞ KIZ ÇOCUKLARI İLE EVLENİLMESİNE KAPI AÇAR MI?

Kur’an’ın bireyin evlenmesi için 2 önemli şartı olduğunu (buluğ çağa ulaşmakla birlikte reşit erginliği taşımak) gördük. Buna rağmen Kur’an’ın Talak Suresi 4.ayetinde geçen “adet görmeyen kadınlar” ifadesini, ergenliğe girmemiş kız çocuklarının nikahlanmasına izin verildiği olarak değerlendirenler var. Oysa buluğ çağa ulaşmamış, haliyle daha adet bile görmemiş kız çocukları zaten Kur’an’ın diğer ayetlerine göre (Nisa 6) nikahlanamıyor. Öyleyse, “adet görmeyen kadınlar” ifadesi başka bir şey anlatılıyor olmalı. Ergenliğe girmemiş kız çocukları nikah şartına uymadığı için onlar bu ayetin kapsadığı kadınlar grubundan elenmiş olur.

Tüm bu açıklamaya rağmen gene de gerçeği kabullenmek istemeyenler, Talak 4.ayete bakarak “çoğunluğun çocukları kastettiğini düşüneceği belli” diyerek Kuran’ı karalamaya çalışacak. Çoğunluk iyi ve doğru okusun o zaman. Aynı kitabın Nisa Suresi 6.ayetine baksın. “Ama çoğu kişi öyle sanar” mantığıyla bir kitap yanlışlanamaz. Bu mantık sadece Kur’an için geçerli değil ayrıca. Herhangi bir makalede/kitapta bile bir konu öğrenilirken 2 cümleye bakılarak sonuca varılmaz. Konu hakkında makalenin her cümlesine bakılarak makalenin o konudaki açıklaması ancak anlaşılır. Öyleyse Kur’an içinde yöntemimiz böyle olmalı. Cımbızlama mantıkla, aradan 2-3 cümle seçerek değil, konu hakkındaki tüm ayetleri göz önünde tutarak açıklamayı almamız gerekir.


Talak Suresi 4. ayette lem yahıdne ve ulatu = adet görmeyen (onlardan/kadınlardan) ifadesi geçmektedir.

Peki, hiç adet görmeyen kadınlar var mı? VAR. Adet görmeyen bir kadın olmak için, illa ergenliğe girmemiş bir kız olmaya gerek yok!

Keşke, internette, İslam’ı Talak suresi 4.ayetle kendilerince vurmaya çalışanlar, tıbbi bir araştırma yapsaydı! 

Tıpta amenore diye bir rahatsızlık vardır. Bu rahatsızlığın da alt başlıkları vardır. Dileyen ne kadar resmi tıbbi-akademik sayfa varsa araştırabilir! Tıp kitaplarına bakabilir!

Amenora rahatsızlığının alt başlıkları:

-         Adeti geç yaşta olmak
-         Adet görürken kesilmek
-         Hayatında hiç adet görmemek (günümüzde hormonal yöntemlerle tedavi edilebiliyormuş) 

     Bakın vikipedi ansiklopedisi ne diyor: Amenore, üretken çağdaki kadınların adet görmemesi durumudur. https://tr.wikipedia.org/wiki/Amenore

Amenore: Adet kanamasının hiç olmaması veya adetlerin başladıktan sonra herhangi bir nedenle kesilmesine denir. Kaynak: https://www.medikalakademi.com.tr/amenore-tani-ve-tedavisi/

        Evet, hayatında hiç adet görmemiş denebilecek kadınlar var! Geç yaşa kadar adet olamayan dolayısıyla toplum içinde hiç adet görmemiş denilebilecek kadınlar var yahut 30 yaşına kadar adet görüp, birden adetten kesilen ve dolayısıyla adet görmeyen kadınlar grubunda sayılacak kadınlar da var! Ayette “hiç adet olmamış/henüz adet olmamış” ifadeleri kullanılmıyor, sadece adet görmeyen ifadesi kullanıldığından bütün uzun bir süreçte çeşitli nedenlerden adet görmeyen kadınları düşünmek mümkün. Hiç adet görmeyen deseydi de, zaten ergenliğe girmemiş kız çocukları ile evliliğe diğer ayetlerde izin verilmediğinden, hastalık grubundaki bireyleri kapsadığını düşünecektik.

İşte, ayette hiç adet görmeyen (rahatsızlık), yahut genç olmasına rağmen adetten kesilen (rahatsızlık), yahut hamile olup doğum yapan ve henüz adet görmeye başlamamış kadınlar, menapoza girmiş(normal) kadınlar anlatılıyor. Not: doğum yapan kadınlar da adet görmeye hemen başlamaz. İnternette dileyen bunun araştırmasını yapabilir. Çocuk doğurduktan sonra, 6 ay hatta 2 sene sonra bile tekrar adet görmeye başlayan kadınlar var. Adet görmeyen kadın ifadesi, tüm bu kadınları kapsıyor! 

İslam’a dil uzatanlar keşke bir zahmet Kur’an’da nikah için sırf ergenliğe girmenin yeterli olmadığını üstüne bir de rüşt şartı koyulduğunu araştırsalardı! Talak Suresi 4.ayetin “adet görmeme” rahatsızlığı ile alakalı olduğunu düşünmeye zaman ayırsalardı! Rahatsızlık taşımayan kadınları da kapsadığını görselerdi, çünkü ayette hiç adet görmemiş de denmiyor sadece adet görmeyen deniyor. 

“Ama Kuran çok ayrıntı veriyor, bunu her okuyan nasıl hastalıklı kadınları kapsadığını anlasın” diye de itiraz ediyorlar. Halbuki Allah zaten Kur’an’ın ayrıntılı olduğunu bildirmiş. (Bkz: İsra 12) Ayrıca bu tarz sorunlara sahip kişiler, kendilerinin kastedildiğini akıllarına daha rahat getirebilir zaten, bu da onlar için bir kolaylık. Allah Bakara 196.ayette bile Hac döneminde saç bölgesinde hastalık bulunanlar hakkında açıkça ayrıntı vermişken, neden adet görmeme rahatsızlığını içeren bir ayet indirmesin ki? Bu, Allah’ın sorunlarımızı detaylıca ele alan bir kitap indirdiğini gösterir.


İslam’ı zanlarla karalamaya çalışmak yerine, internette araştırma yapsalardı da, ezberci ve ön yargıcı İslam eleştirisine kalkışmasalardı! 


13 YAŞINDAKİ KIZIN NİKAHLANMAK İÇİN RIZA VERMESİ, NİKAHI DİNEN MEŞRU YAPAR MI?

Nikahlanmanın dinen meşru olması için, her iki tarafın da rızası olması gerekli. Evlilik, nikahlanan iki bireyin karşılıklı nikah için anlaşmasına dayanıyor. Yani, nikahlanan kızın da razı olması ve razı olabilecek ayrımı yapabilmesi gerekiyor. Nikah için iki tarafın rızası gereklidir, ama tek başına rıza yeterli değildir.

Yani çocuk yaştaki evlilikler “ama kız da razıydı” şeklinde savunulamaz. Allah’ın nikah için diğer öne sürdüğü şartların da sağlanması lazım.

Nikahlanma şartları sağlanamıyorsa yani ergenliğe girmemiş bir birey yahut henüz reşit kapasitede olmayan bireyin rızasının olması da o nikahı dinen meşru yapmaz. Bir fiilden tarafların memnun olması, onayı olması o fiili dinen meşru kılmaz. Zina, süreli metreslik, eşcinsellik gibi konularda da taraflar memnuniyet duyar yahut onay verir. 


ERGENLİĞE GİRMEK DEMEK NİKAH GİBİ İKİLİ İLİŞKİ YETERLİLİĞİNİ TAŞIYABİLECEK RÜŞTE ERMİŞ OLMAK DEMEK Mİ?

Ayrıca, Kur’an sadece Nisa Suresi 6.ayetten yahut Talak Suresi 4.ayetten ibaret değildir. Bir sürü ayet, mehirden, boşanmadan, ikili ilişkilerden söz ediyor belirttiğim gibi. Bir çocuğun bunlara aklının ermesi nasıl beklenilebilir ki, dinen nikahlanmaya yeterli görülsün? 9 yaşındaki bir çocuğun buna aklı ermez, yani boş yere zorlamayalım bence. Toplum içinde yaşarken, 9 yaşında olsun, 14 yaşında, 24 ünde olsun, bu konulara kimin aklı eriyor ermiyor hepimiz kolayca anlayabiliyoruz. Cahil aileler kızım 14 üne ulaştı, genç kız oldu artık, demek ki olgunlaştı deyip onu nikahlama yoluna gidiyor olabilir. Fakat bu yanlıştır, Müslümanız deseler de bu yanlışın İslam’la alakası yoktur. Cahillerin, cahilliği İslam’la ilgili değildir. Kur’an aklı selim insanlara sesleniyor. Aklı selim olmayanlara da aklı selim olun diyor. 

Ayetlerde belirli bir yaş şartı yazmıyor. Çünkü rüşt erginliği kişiden kişiye değişebilir olsa da gerçekçi olalım, genelde çok zordur 16 yaşındaki bir bireyin rüştüne ulaşması. 16 sındaki bir birey Kur’an’ı bile yeni yeni sorgulama-öğrenme çağına varmış oluyorken rüştüne ermesi zordur.

Ananelerimiz, bu tarz yanlışlar yaptı diye, sırf onları karalamış olmamak için de Allah’ın ne mesaj vermek istediğine kulak kapatmayalım. Kur’an’a göre nikaha yeterlilik beden gelişimi ile başlamaz. Kafa olarak olgunluk kafa olarak yeterlilik ile başlar. Mehir, nafaka, miras gibi konulara aklının ermesi gerekir. Dilerse tek başına boşanmaya gidebilecek bir kapasitesi olması gerekir. Takdir edersiniz ki 13 yaşındaki bir birey bunları yapamaz. Hatta bazen 20 yaşındaki bireyler bile bunları hesaplayamıyor, nikahın ciddiyetini algılayamıyorlar. 

“Ergen olmuş bireyin çocuk olmadığı gerçeği var, O yaşta kız evlenirse çocuğu bile olur” gibi laflar ile ergen olan evlenebilir diyerek aşırı dinden yana konuştuğunu sananlar tekrar düşünsün. Allah, bedenen gelişmeye başlamış olsa da, toplum tarafından artık ergen olarak görülmeye başlansa da onları hemen rüştüne ermiş saymıyor, öyleyse biz de bu bireyleri sadece ergen olarak niteleyelim! Onları hemen “evlense çocuğu olur” şeklinde nikahlanmaya yeterli vaziyette görmeyelim!

18 YAŞIN REŞİT OLARAK BELİRLENMESİ

Lise çağlarınızdaki erginlik (rüşt) yeterliliğinizle, Üniversite çağlarınızdaki erginliğinizi kıyasladığınızda da farklılığı görürsünüz. (Bu eğitimi almayanlar da bu çağlardaki yaşlarda taşıdığı erginliği düşünsün) Üniversite çağlarınızda zihinsel ve davranışçı yönlerinizin daha fazla olgunlaştığını, oturmaya başladığını gözlemleyebilirsiniz. 21.yy toplum yapısının gerektirdiği ekonomik-meslek konumları gereği de, bireyin kendi geleceğini tayin edip yönlendirebileceği bu çağlarda (evlilik-iş-eğitim), devletler tarafından herkes tek tek rüşt müdür diye kontrol edilemeyeceğinden, genel bir 18 belirlemesi yapılmasını başarılı buluyorum. Bu devlet tarafından genel bir belirleme olarak başarılı. Hatta bu yaşın büyütülmesi gerektiğini de tartışanlar var. Belki 19-20 olması bile daha isabetli olabilir. Tabi belirttiğim gibi, bu kişiden kişiye değişebilir. Anne-babalar, yahut yetimler üzerinde gözetici durumda olanlar, gençlerde rüşt gözlemi yaparak, mal-mülk yönetimi konusunda yetki vermede, nikahlanmalarında yönlendirme yapabilirler.



ERGEN OLMAKLA REŞİT OLMAK AYNI ŞEY DEĞİLDİR

Psikoloji bilimi de ergen olmuş bir bireyi anında reşit/yetişkin erginliğinde görmez. Ergen psikolojisi ile 23 yaş psikolojisi dahi farklı alanlar. 23 yaşındaki bir insan olgun davranışlar sergilerse kimse ona ergen gözüyle bakmaz. Saçmalarsa bir aşağılama olarak, zihnen ve davranış açısından gelişmemiş/olgunlaşmamış anlamında ergen diyenler olur. Demek ki ergen olmak, reşit olmak demek değildir. Bir Müslüman, bilimsel görüşlerden de elbette öğüt çıkarabilir.

Kuran, hiçbir ayette “6 yaşında, 9 yaşında, 13 yaşında kızla evlenin, çoluk çocuk artık kimi bulursanız evlenin” demez. Bunları dememekle birlikte daima çirkinliğe değil güzelliğe çağırır. Misal, yetişkinlere elinize yetim çocuk geçerse onlarla evlenin yahut onları kendinize hizmetçi yapın demez. Aksine, böyle bir durumda, yetişkinlere yetimlerin mallarını koruma görevi verir ve onların adaletle büyütülmesi hususunda hüküm verir.

KUR’AN NE DİYORSA GERÇEK O’DUR, PEYGAMBER 9 YAŞINDAKİ ÇOCUKLA MI EVLENDİ?

Bu apaçık ayetlere rağmen, Peygamberin 9 yaşında bir çocukla evlendiği yönünde hadis nakledenlerin, kendi sapıklıklarına gerekçe olarak dini uydurmalarda bulunduklarını anlamamız zor değil. Haliyle, gelen Peygamber, kendi kutsal kitabı ile çelişmez. (Zaten hadis kaynaklarında bile bu yaş değişik şekillerde nakledilmiştir, tutarlılık bile yoktur.)

Kur’an’a göre, Kur’an yeterlidir ve Peygamberin sünneti sadece Kur’an’dadır. Ayetler böyle diyor. Siz, Kuran’ın dediği gibi dini kaynak ve tüm Peygamberlerin sünneti olarak yalnızca Kur’an’ı kesin delil edinmez, sırf kişisel/siyasi/cinsel çıkarlar uğruna apaçık bir şekilde Kuran ayetleri ile çelişen, Peygamberin ölümünden 200-300 sene sonra derlendiği kanıtlı olan ismine de “Peygamberin sözleri/hadisleri” koyularak kutsallık iddiasında bulunan Buhari’nin Tırmizi’nin kıytırık kitaplarına inanırsanız, İslam’ı ışid İslamı sanırsınız. Sünnetin ve dini kaynağın, sadece Kur’an’da olduğunu kabul edemezseniz de, hadis kitaplarından kafa kesme gibi size çirkin gelen şeyleri eleyen, tatlı su ılımlı İslamcılardan yani tutarsız, kafasına göre dini yaşayan bir Müslüman olursunuz. En olmadı ağır yobaz olup, ışid’in pasif hali olarak yaşamınızı sürdürürsünüz.

Gerçek dine, Gerçek sünnetin kaynağına yani Kur’an’ı Kerim’e gelin. 

Ayet cımbızlayanlara rağmen, Kur’an’ı anlayarak okuyan ve derin düşünen bireyler olun. 

Allah, Kur’an’ı Kerim’in anlaşılmadan okunmasını eleştiriyor. Bugünde yapılan aynen bu. Kuran dinden çıkarmaz, çarpmaz, kafa karıştırmaz. Kuran, size gerçekleri gösterir. Süper bir mümin olmanız için sizi motive eder. 

Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? (Muhammed Suresi, 24.ayet)
Yemin olsun, biz, Kur’an’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var!? (Kamer Suresi, 17, 22, 32, 40.ayet)

Siz, Kur’an’ı, gerçekten bu anlayışla adil bir şekilde araştırmaz, İslam’a yamamaya çalışılan her sözü “demek ki İslam böyle iğrençmiş” diye anında alırsanız, kandırılmış olursunuz bundan haberiniz olmaz! Hem her duyduğuna inananları eleştirir, hem de onlardan daha beter hale gelirsiniz! Kur’an’ı araştıranlar Nisa Suresi 6.ayeti de bildiklerinden, Talak Suresi 4.ayette ergenliğe girmemiş kız çocuklarının kast edilmediğini net bir şekilde gayet iyi biliyor. Siz de “çoğunluk böyle sanıyor ama” bahaneleri yerine gerçekleri gören ve adilce gerçeği söyleyen bireyler olun, dürüstseniz! 

MEHİR MADDİ/PARASAL GETİRİSİ OLAN BİR ŞEYDİR 
Bu çalışmamda nikahta mehir verilmesine de atıf yaptım, mehiri biraz daha açıklayalım:

Geçenlerde bir yazıda, mehirin bir araba, bir mücevher olabileceği gibi bir çiçek de olabileceğinin yazıldığını gördüm. Mehir bir araba, bir mücevher olabilir ama çiçek olamaz. Mehir parasal dönüşümü olan bir şeydir. Bunu da anlamamızda pek çok delil var ama ben Nisa 4.ayeti delil olarak göstereyim. Nisa 4.ayette kadın eğer ki kocasına izin verirse erkeğin mehri kullanabildiğini (harcayabildiklerini) buradan hareketle de mehrin maddi bir şey olduğunu anlıyoruz. Bu ayete çiçek uymaz. Daha da açıklayacak olursak bu ayeti, ayette mehri, eğer kadın izin verirse afiyetle yiyebilirsiniz ifadesi kullanılmıştır. mehir için kadın isterse, kuluhu henien meria= afiyetle yiyiniz ifadesi geçer. Afiyetle yenebilecek şeyler (ki bu bizim türkçede de aynı anlamda kullandığımız gibi parayı harcamak malı mülkü kullanmak anlamında kullanılan deyimidir). Afiyetle yenebilen şeyler mal, mülk, para olabilir yani maddi/parasal dönüşümü olan şeylerdir; dolayısıyla altın olur, araba olur ama çiçek olamaz. Parayı, malı, mülkü (deyimsel anlamda) afiyetle yiyebilirsiniz ama çiçeği yiyemezsiniz. Mehir maddi değerde/parasal dönüşümde olan bir şeydir. Mehirin miktarını kadın ve erkek birlikte anlaşarak belirleyebilir, önemli olan bu miktarı kadının kabul etmesidir. Mehir, başlık parası değildir, kadının babasına filan verilmez, kadının kendisine verilir. Kadının hiç mehir istememe yani mehir almaktan vazgeçme konusunda serbestliği yoktur. Çünkü Allah, erkeklere "mehri verin" diyor (bkz: nisa 24.ayet) razı olunan üzerinde anlaşmanızda bir günah yoktur diyor ve net bir emir veriyor "mehri verin", ama mehir üzerinde anlaşmayı serbest bırakıyor. Kadın mehirden vazgeçerse, istemezse sorun yoktur günah yoktur demiyor...Nisa 4.ayette ise kadın, mehri kullanması için erkeğe izin verirse, erkeğin kullanabileceği belirtilmişken, kadının istememesi konusunda iki tarafa da sakınca olmadığı belirtilmemiş ve erkeklere "mehri verin" denmiş (mehir üzerinde anlaşma sağlama serbest bırakılmış). Yani, mehir, nikahın bir işareti nişanesi. Bürokraside imza atmak gibi bir usül gerekliliği. Mehir istemeyen veya mehire ihtiyaç duymayan kadın, göstermelik (önemsiz, cüzi) bir miktar koyabilir.