11 Mayıs 2016 Çarşamba

Allah, İbadetlerimize Muhtaç mı? Aracısız ve Anlayarak İbadet Etmek, Nasıl Dua Etmeliyiz?

Sanılanın aksine, namaz ibadeti ya da dualar anlaşılmadan bilinmeden yapılamaz. Anlayarak, ne söylendiğinin farkında olarak yapıldığında Allah’ın emrine uygun olarak gerçekleştirilmiş olur.
Bu gerçeğe dayanarak ve Adem Peygamberden beri bütün peygamberlerin farklı dillerde namaz kılıp dua ettiği gerçeği göz önünde bulundurularak, Arapça namaz kılıp dua etmek gibi tek bir emir bile olmadığından; kişinin anladığı dil ne ise o dilde Allah’a yakarması en yerinde ibadet olacaktır.
Ey iman edenler! Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cinsel birliktelikten sonra -yolculuk halinde olmanız müstesna- yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. (Nisa Suresi, 43.ayet)
Bu ayeti okuyan bir Müslümanın, en önce dikkat etmesi gerektiği husus, namazda ne söylendiğinin biliniyor olması gerektiğidir. Görüldüğü üzere, Allah ayetin ilk girişinde, sarhoşluk günahına sapanlara ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın buyuruyor. Demek ki, namaz ibadeti için Allah’ın, biz müminlerden isteği en başta ne söylediğimizi biliyorolmak.
(Dipnot: Namaz ibadeti, kıyam-ruku-secde hareketlerini içeren bir ibadettir. Bu ibadet bildirildiğinden beri “kalkmak, oturmak, yürümek” denince akla hangi fiiller geliyorsa, secde denince de, insanların aklına açıkça secde etmek fiili geliyordu. Namazın anlatımında, Kuran’a bakarak resimli bir açıklama aramak saçma olacaktır, hareketlerin ne olduğu apaçıktır.)
Araf Suresi 180.ayette, kendisine isimleri ile dua etmemizi buyuruyor. Örneğin, ben, güneş batmadan önceki vakit tespih vakti (Allah’ı övme) olarak belirtildiğinden, Allah’ı bu vakitte bildiğim tüm isimlerini anarak dua ediyorum.
Namaz, Allah’ı yücelttiğimiz, dualarımızla ona yöneldiğimiz atlanamayacak bir ibadettir. Allah dualarımızda içtenlikle, samimiyetle, gönülden kendisine yönelmemizi buyuruyor. Dolayısıyla namazımızda da…
Rabbinize, yalvararak, gizlice dua edin. O, muhakkak ki, taşkınlık edenleri sevmez. (Araf Suresi, 55.ayet)
Ürpererek ve ümit ederek dua edin O’na. Hiç kuşkusuz, Allah’ın rahmeti, güzel düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır.
(Araf Suresi, 56.ayet)
Rabbini, kendi kendine yalvarıp ürpererek, sessizce sabah-akşam zikret. Sakın gafillerden olma!
(Araf Suresi, 205.ayet)
Allah, görüldüğü üzere, onunla baş başa olduğumuzun bilinci ile, yalvarmanın gerektirdiği bir şekilde, sığınma duygusunu hissederek dua etmemizi buyuruyor.
Allah, ayetlerinde ne kadar cömert olduğundan, zenginliğinin ve kudretinin sınırsız olduğundan bahsediyor. Allah bizim emir erimiz değil, bu dünyaya gelirken, bizi yaratırken, bize sormadığı gibi; isteklerimizin ne yönde kabul edilmesi, bize nasıl bir hayat yaşatılması gerektiğini de en iyi O bilir. Bazı dualarımızı kabul etmeyebilir, ama bize düşen, elimizden geldiğince, sabrederek, aklımıza ne geliyorsa her şey için şükretmektir. Çekinmeden Allah’a, mümine yakışır şekilde, doğruluğu gözeterek, hayırlı olanı isteyerek, ufak büyük konu demeden dua etmektir. Bahçe sahipleri kıssasında olduğu gibi, iflas etmiş insanlar, tövbe etmiş, kaybettiklerinden daha iyisini istemişlerdir. İstemek, yüzsüzlük değildir. Önemli olan isteklerimizi, Allah’ın gösterdiği takvayı yaşayarak dilemektir. (Konu ile ilgili bkz: Kalem Suresi 17 ve 31.ayetler arası)
Allah’ın bizi umursaması, kale alması, bize cömertliğini, iyiliğini, merhametini; bize değer vererek, bizi önemli kılarak göstermesinin ancak ona yönelmemiz halinde olacağını da şu önemli ayetle bildiriyor.
Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?
(Furkan Suresi, 77.ayet)
Bu dünyada, kendisini umursamayanlara da nimetler sunduğunu ancak bunların imtihan gereği olarak, onlar düşünsünler, belki şükrederler, kendilerini düzeltirler mantığına dayanarak, uyarı mahiyetinde sunuyor. Ahirette ise, tüm güzel nimetleri yalnızca Allah’a yönelmiş, hayatını Allah’ın istediği şekilde yaşamış, heva heveslerinin peşinde gitmemiş, kalbini arındırmış insanlara sunacaktır. Geçici olmayacak bu nimetleri kazanmanın tek yolu da, bu dünyada O’na yönelip, yakaranlardan, O’nu ananlardan olmaktan geçiyor. Ayette de görüldüğü üzere…
Başımıza, kötü olarak gözüken bir durum gelebilir, hoşumuza gitmeyebilir, ama aslında onda bir hayır vardır. Tam tersi, sevineceğimiz bir durum yaşanabilir ama aslında onda bizim için kötülük vardır. Biz bilemeyiz, bu yüzden yaşadığımız her olayda, kabul olunup olunmayan her duamızda, tam anlamıyla, Allah’ın bilgisine güvenip, Allah’a teslim olmalıyız.
(Konu ile ilgili bkz: Bakara Suresi 216.ayet ve çocuklarını kaybeden bir aile hakkında aslında ileride bu durumun onlar için daha hayırlı olacağının bildirildiği örneğinden yola çıkılarak Musa Peygamber hakkındaki kıssa da okunabilir Kehf Suresi 60 ve 81.ayetler arası)
Kuran’a göre gerçek müminler, sadece dünyevi konfor ve dünyevi hedeflerini düşünerek değil; hem dünyada güzel/hayırlı bir yaşamı arzulayarak, hem de esas yurdun ahiret olduğunu bildiklerinden, ahirette en iyisini isteyerek dua ederler.
İnsanlardan bazısı şöyle der: “Ey Rabbimiz, bize dünyada ver!” Böylesi için âhirette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de şöyle yakarır: “Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver! Ve bizi ateş azabından koru!” İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür. (Bakara Suresi, 200-202. Ayetler) 
Kısa bir süre sonra bu dünya hayatımız bitecek, sonsuzluğun yanında şurada yaşadığımız ömür değersiz kalıyor. Asıl yurdumuz ahiret. Bu yüzden, bu dünyadaki hiçbir şeyi ahiretteki yerimizden daha önemli göremeyiz. Dünyevi sorunlar can sıkabilir, ama asla Allah yolunda olan huzuru, ahiret gibi büyük bir ümidi, yaşam amacının Allah için yaşamak olduğunu bilen biri için, pek çok mutlu olunacak sebepleri bozamaz.
Kuran’a göre, dua ve isteklerimizi yalnızca Allah’a bildirmeliyiz. Aracısız bir biçimde, sadece O’na yönelmeliyiz. Peygamber bile olsa, Ey yetiş Muhammed (haşa) gibi çağrılar, şirke girer. Sıkıntıda, ferahlıkta yalnızca yardıma davet edilen Allah olmalıdır. Kuran’a göre yol gösterici, yardımcı yalnızca Allah’tır. Yol göstericiliğini de vahyi aracılığı ile yapar. Vahyi insanlara iletmeleri yani elçilik vazifeleri yapmaları, vahyi başarılı bir şekilde uygulamaları yönünden de; Peygamberlerden başka önderlik vasfını taşıyabilecek özel bir zümre yoktur. Din öğreticisi adı altında kimse şeyhliğe, din adamlığına soyunamaz. Ölmüş kimselerin ruhundan yardım dilemek, onlardan şefaat ummak yalnızca hayaldir, bunları yapanlarında bu hayalleri, hem dünyada hem ahirette sukuta uğrayacaktır. Kuran’a göre, Allah’tan başkası çağrıya cevap veremez. Allah’tan başkası da şefaat edemez. Kuran’a göre, Peygamberin şefaati, ümmetinden Kuran’ı terk etmelerinden ötürü şikayet etme yönünde olacaktır. (Peygamberin ahiretteki şikayeti için bkz: Furkan Suresi 30.ayet). Peygamberler de vahyi tebliğ etme görevleri, vahye uyma konusunda çok büyük örnekler oldukları için önemlidirler. Yoksa, ne bizi doğruya iletme, ne de bizlere ne yapılacağına karar verme yönünde yetkileri yoktur.
Gerçek dua yalnız O’na yapılandır. O’NUN DIŞINDA YALVARIP DAVET ETTİKLERİ İSE ONLARA HİÇBİR ŞEKİLDE CEVAP VEREMEZLER (Rad Suresi, 14.ayet) 
Rad Suresi 14.ayette de görüldüğü gibi, Allah dışında Peygamberi çağırmaya kalksak o da cevap veremez. Allah dışında kimse çağrımıza cevap veremez. Net!
Fatiha Suresinde de belirtildiği gibi, müminler yalnızca Allah’tan yardım ister.
Yalnız senden yardım isteriz! (Fatiha Suresi, 5.ayet)
Ölmüşlerin ruhu ise, bizim için hiçbir şey yapamazlar. Bizi işitemezler, yardım da edemezler.
Diriler de eşit olmaz, ölüler de. Allah dilediğine işittirir. Ama sen, kabirlerdekilere işittiremezsin! (Fatır Suresi, 22.ayet)
Her zaman, küfre sapanlardan fitnelik gelebileceği gibi, bu ayete bile bakıp, Allah dilediğine işittirir buyuruyor, demek ki isterse işittirir, diyen de çıkar… Allah bazı şeyleri her şeye gücünün yetebileceğini anlamamız için bildiriyor. Dilerse işittirir evet ama ölülerin asla işitmeyeceğini ve bunun da gene O böyle uygun gördüğü için olduğunu buyuruyor!
Peygamberler dışında, şuanda bile bazı müminler, ancak bize verdikleri güzel öğütler ve takvalarının hoşumuza gitmelerinden ötürü, bizlere örnek olabilirler. Bazı insanlarsa, şeyh/hoca adlarını verdikleri şahısları kutsal önderleri edinip, en doğrusunu şeyhim bilir, şeyhimin kerametleri çoktur tarzında takılıyorlar. Hatta, tek bir hocaya takılıp kalmak, onun söylediği her şeyi en doğrusu olarak bulmak, aklını çalıştırmama yönünde benzer bir hatadır. Bazen, gerçekten doğru konuşan hocalar olabilir ama onlarda bazı konularda yanılabilirler. Yanılmayan bir tek Allah’tır, ayetler herkesin anlaması için açıktır. Ayetler açık, dileyen aklını çalıştırır.
Özetle, Allah’ın bizden dualarımızı ederken, namazlarımızı kılarken istedikleri şunlar:
1.   Bilinçli bir halde ibadet etmemiz. Şuursuzca değil, ne dediğimizin farkında olarak, yani ANLAYARAK.
2.   Samimi ve içtenlikle.
3.   Yalnızca Allah’a yönelerek, yalnızca Allah’tan isteyerek, yalnızca Allah’ı çağırarak.
4.   Hem dünyamız için hayırlı olanı hem de ahireti kazanmak için, her iki yaşamımızı da gözeterek.
Unutmamalıyız ki, biz ibadetimizi ALLAH İÇİN yapıyoruz. Bunu söylediğimizde, haşa, Allah’ın bizim ibadetimize muhtaç olduğu, biz tarafından yüceltilmeye, bizim yardım dilememize ihtiyaç duyduğu gibi bir anlam çıkıyor… Hayır, Allah zaten, sadece kendisini her an övüp duran kullar yaratabilir. Tam tersine, görüldüğü üzere kendisini inkar eden, kendisine kafa tutan, çaba gösterirse de iman etmeyi bulabilecek, irade sahibi kullar yaratıyor. Allah melekleri yaratmış, zaten onlar kendisini övüp duruyor, isterse başkalarını da yaratır, lakin böyle yapmıyor.
En başta, Kuran’a baktığımızda anlıyoruz ki hem bu dünyada rahat yaşamamızın anahtarı, hem ahiret güzelliğine ulaşma anahtarı O’na kulluk etmekten geçiyor. Dünya’da hazzı, iç huzuru, tatmini, konforu en üst seviyede ve sürekli sağlayabilecek olan tek şey O’na kulluk etmek. Bu anahtar, kulluğumuzu da ibadetlerimizle göstermekten geçiyor. Bu açıdan bakıldığında, namaza da duaya da muhtaçlık duyan yalnızca biziz, Allah değil. İç daralmalarından kurtaran, dinginleştiren, var olmayı sevdiren, kötü duygu ve düşüncelerden bizi arındıran şey ibadetlerimizdir. Namazın, kötülüklerden alıkoyduğuna dair ayetin bildirilmiş olması işte tam da bu noktaya dikkat çekiyor. (Bkz: Ankebut Suresi, 45.ayet)
Allah’ın üzerimize yerleştirdiği vasfımızı düşünürsek…Kulluk etme ihtiyacı duyuyor olmamıza esas olarak, fıtratımıza işlenmiş iyiyi ve kötüyü seçebilme hürriyeti ile orantılı olarak, vahye uyduğumuzda gerçek tatmini/huzuru/konforu yaşayacağımız gerçeğine uygun olarak; namaza ve duaya muhtaç olan bizleriz. Fıtratımızı en doğru ve en güzel olarak yaşayabilmemizin yolu bu.
Allah’ı anmakla tatmin olacak biziz, Allah değil, bu yüzden muhtaç olan da biziz, Allah ise buna zerre kadar muhtaç değil…
Tüm bu bahsi geçen gerçekler de şu ayetlerle, Kuran’da özetlenmiştir zaten:
Kim çaba gösterirse, kendisi için çaba göstermiş olur. Allah kimseye muhtaç değildir. (Ankebut Suresi, 6.ayet)
Kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin bulur. (Rad Suresi, 28.ayet)

Şu yazıları da okuyabilirsiniz: 

Sadece dünyayı istersek Ahirette nasibimiz olmaz
http://allahvar.blogspot.com.tr/2012/09/ahiret-icin-dua-ediyor-muyuz.html

Kuran'a göre Allah'ı anmamız gereken durumlar
http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2015/08/bu-emirlerin-kuranda-gectigini-kac-kisi.html

Kur'an'da geçen tespih ibadeti:
http://allahvar.blogspot.com.tr/2012/04/namaz-harici-tespih-allah-anma-ovme.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder