16 Mart 2014 Pazar

Salavat Getirme, Şefaat ve Allah’dan Başkasını Çağırma Konularına Kuran’ın Yaklaşımı Nasıldır?


Allah’ın dışındakileri davet edip, onlara yalvaran insanları ne kadar gözlemlediniz veya bu insanlar ne kadar dikkatinizi çekti bilmiyorum. 

Dua, yakarış yalnızca Allah’a yapılır, başkasına değil. Ne Peygamberlerden, ne de ahlaklı gördüğümüz ölmüşlerden bize bir yardım gelmez, sadece Allah'tan yardım gelir. Televizyondan ”Ey Şems!” diye seslenenler mi yok, ”Ey Gavs!” diye çağıranlar mı… Aslında çokça örneğini görmek mümkün bu büyük hatanın. 

Bakın Rabbimiz Rad Suresi 14.ayette biz kullarına yakarışı, daveti nasıl bildiriyor, iyi okuyalım. 

Gerçek dua yalnız O’na yapılır. O’NUN DIŞINDA YALVARIP DAVET ETTİKLERİ İSE ONLARA HİÇBİR ŞEKİLDE CEVAP VEREMEZLER. (Rad Suresi-14) 

Gördüğümüz gibi Allah, O’nun dışında yalvarıp davet edilenlerin kula asla cevap veremeyeceklerini açıkça bildiriyor. Bu yalvarıp davet edilen Peygamber olsa bile böyle, ayette de görüldüğü gibi Allah dışındaki hiçbir varlığa böyle bir güç Rabbimiz tarafından verilmemiş. Yardım ancak Allah’dan istenir. Kimi zaman yardımlar bir insanın eliyle bize ulaştırılsa bile, bunu sağlayarak gerçek yardımı ulaştıran Rabbimizdir. Dini Allah’a özgüleyerek yalvarmak, işte bu gerçeğin farkında olarak sadece Allah'a dua etme bilincine kavuşmaktır.

Vefat eden Peygamberimizden yardım talep eden bir anneye rastlamıştım. Çocuğunu sınava uğurluyordu. Dedi ki: ”Sıkıştığında Ey Muhammed yardım et de”. Bu dinen çok hatalı bir davranış ve küfre düşmek. Muhammed Peygamberimizi ve diğer tüm Peygamberlerimizi istediğimiz kadar çağıralım, bizim yakarışımıza cevap veremezler. Cevabı ancak Rabbimiz verir, yardımı da ancak Rabbimiz getirir. 

De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kim?” De ki: “Allah.” De ki: “O’nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller.”(Rad Suresi,16)
Allah kendi dışında edinilen evliya yahut destekçilerin özelliğini açıkça bildirmiş. Rabbimiz, O’nun dışında edinilen destekçilerin, kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde olmadıklarını bildiriyor. Hatta Peygamber bile kendisine ne olacağını bilmediğini söylüyor. 

Bakalım Muhammed Peygamberimize vahyedilen başka bir ayette, Muhammed Peygamberimiz kendisi hakkında ne söylüyor? O’na ne söylenmesi vahyediliyor? 

De ki: “Ben kendime bile Allah’ın istediği dışında bir zarar verme yahut yarar sağlama gücünde değilim.”(Yunus Suresi-49) 

Gördüğünüz gibi, Rad suresi 16.ayette Allah dışında edinilen destekçilerin tanımı ile Muhammed Peygamberimizin tanımı aynı. Allah Kendisi dışında bir kimseye yapılan çağrıdan, yakarıştan hoşnut değil. Yakarışta bulunduğumuz Peygamber bile olsa haşa, Allah bu davranışı asla onaylamıyor. Kendilerine bile yarar sağlayıp, zarar verme gücünde değillerken; Allah dışında bize hiçbir kimse yardım getiremez. Cevapta veremez. Umarım ki böyle hataya düşenler varsa bir an önce bu tutumlarından vazgeçip af dilerler. 

Allah’ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır." (Yunus Suresi-18) 

Bir de zikirmatikle Peygamberimize Salavat getirenler var. Ne kadar çok salavat getirilirse, Peygamberimizin o kadar yardımına ve şefaatine ulaşmayı ümit ediyorlar. Zikirmatikle kaç yüz, kaç bin salavat getirdiklerine bakıyorlar. Çevremde zikirmatikle Peygamberimize Salavat getirenlere rastladığım oldu. Kendilerine bazı sorular da sordum. Bunlardan birinde aldığım şu cevabı sizlerle de paylaşmak isterim. Bir kızla bu konuyu konuşurken bana şöyle söyledi ”Cuma günleri Peygamberimize yaptığımız salavat sayısı örneğin, Ayşe bu hafta size 1000 kere salavat getirdi diye bildiriliyormuş. Bu sayede ömrümüz boyunca çokça Salavat getireceğiz ve gittikçe Peygamberimiz bizi tanıyacak. O günde aklında tutacak bizleri. Bize yardım edecek.” Ayrıca maalesef bu inanışlara bazı cemaatlerin, tarikatların sohbetlerinde rastlamak mümkün. Kuran’da ne salavat getirenin Peygamberimizin şefaatini kazanacağı yazıyor ne de Peygamberimize ona salavat getiren kulun bildirildiği. Tam tersine, Hesap Günü gelip çattığında kurtarıcı manasında kimsenin şefaat edemeyeceği, şefaatin o gün yaramayacağı, kimsenin kimseyi Peygamber bile olsa kurtaramayacağı bildiriliyor. Yalnızca, gerçeği söyleme manasında, doğru sözlülerin şefaatinin olabileceği yani şahitlik manasında her hangi bir konuda doğru sözlülerin konuşmasına izin verileceğini Kuran’dan anlıyoruz. Muhammed Peygamber, o büyük gün, müslümanların Kuran’ı terk ettiğine dair söz söyleyecek. (Bkz: Furkan Suresi, 30) Zaten Kuran’ın genel manasına yaklaşan yahut ayetlerini araştıranlar göreceklerdir ki bu kurtarıcı manasındaki şefaat anlayışı Kuran’a uymamaktadır. 

Şefaat hakkında bazı ayetler şöyle : 

O’nun huzurunda, bizzat O’nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! (Bakara Suresi-255) 

Rablerinin huzurunda haşredileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O’ndan başka ne bir dostu vardır ne de şefaatçısı. (Enam Suresi-51) 

Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah dışında ne bir dostu kalır ne de şefaatçısı. (Enam Suresi-70) 

Onun yalnız tevilini gözetirler. Onun teveli geldiği gün, daha önce onu unutanlar şöyle derler: “İnan olsun, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler. Acaba bizim için şefaatçılar var mı ki, bize şefaat etsinler; yahut daha önce yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderilebilir miyiz?” Öz benliklerini hüsrana ittiler. İftiralarına alet ettikleri, onlardan uzaklaşıp kayboldu.(Araf Suresi-53) 

Şu bir gerçek ki, sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine egemenik kurup iş ve oluşu çekip çeviren Allah’tır. O’nun izni olmadıkça hiçbir şefaatçi devreye giremez.(Yunus Suresi-3) 

(Meryem-87, Taha-109, Enbiya-28, Rum-13, Secde-4, Sebe-23, Yasin-23, Zümer-43, Zümer-44, Zühruf-86, Necm-26 ayetleri de okunabilir) 


Rehberimizin Kuran olması dileklerimle. 

Bu yazının konusu ile alakalı olan melek terapisi, melek çağırma ritüelleri hakkındaki çalışmamın da linkini vereyim:
http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2016/11/melek-kartlar-melek-terapisi.html


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de yazılarımı okuyabilirsiniz.



Namaza Getirilen Zorluklar ve Namaz/Abdest Hakkındaki Uydurma İnanışlara Örnekler




İnsana kolay bir din olan İslam’ı indiren Allah’a karşı din öğretmeye kalkanlar, Namaz hususunda da bir sürü zorlaştırma getirerek insanları secdeden uzak tutuyor. 

Öncelikle Allah’ın dini anlamda yerine getirmemizi istediği ibadetlerimizi Kuran’da tamamen açıkladığını bilelim: 

Sana bu Kitap’ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. (Nahl Suresi-89) 

Kur'an'ın dini anlamda her şeyi açıklamış bir kitap olduğuna şu çalışmalarımda da değinmiştim: 

http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/01/muslumanlar-olarak-dini-konularda.html 

http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2014/01/kesin-delil-olmayan-allaha-ortak-kosmak.html

Maalesef, Peygamberimizin taşıdığı mesajdan (Kuran’dan) habersiz olan ve Allah’a inandığını söyleyenler; araştırmayı, vahyin anlamını, düşünmeyi bir kenara bırakmış. Tam da Kuran’da eleştirildiği üzere atalardan kalma adetleri, dini emir edinmişler. Bir illizyonun peşinde gidiyorlar. Şeytan Allah ile aldatmaya devam ediyor. (Bkz: Bakara 170)

Kuran’da kaza namazı diye de bir kavram yoktur. Tam tersine, namaz ibadeti, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir. Belirtilen vakte hastır. 

Namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.(Nisa-103)

Elleri ojeli olduğundan abdestin tutmayacağını sanarak, namaza yanaşmayanlar var. Oysa oje abdesti bozmaz. 

Kuran ayetlerinde ellerin yıkanmasından bahsediliyor. Eller ojeliyken de yıkanabiliyor. Ojeliyken yıkayınca, yıkanmamış olmuyor. Ojeye benzer tırnaktaki her hangi bir maddenin abdeste engel olduğuna dair de bir ifade yok. Bu konuda bir kardeşimiz çok mantıklı, güzel bir söz söylemiş, demiş ki: ”Siz ojeli birine elini yıka diyip o yıkamaya gittiğinde elinin yıkanmadığını mı düşünürsünüz?” 

Bakara suresi 67-71 ayetleri arasında çok güzel bir kıssa anlatılır. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim. Bu ayetler sürekli ayrıntı arayan zihniyetin, ayrıntı aramaktan neredeyse Allah’ın emrini yerine getiremeyecek duruma düşmelerinden bahseder. Rabbimiz Musa’nın toplumuna bir inek kesmelerini bildiriyor. Musa’nın toplumu ise sürekli ayrıntı soruyor. Rabbimiz ayeti az kalsın yapmayacaklardı sözüyle bitiriyor. Ayrıntı aramaktan ibadetleri yerine getiremeyenler var. Üstelik Kuran’da yer almayan ayrıntıların peşindeler! Oysa Kuran ayrıntılı bir kitaptır! 

Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? (Enam Suresi-114) 

Gene Kuran’da Allah namaz için başı örtmeyi şart koymamış. Namaz için özel bir giysi tarzı da bildirmemiş. Erkeklerin takke takınca daha çok sevap alacaklarını da bildirmemiş. Bunlar tamamen Kuran ile çelişen, Allah’ın dinine ortak koşulan hadis kitaplarındaki yalanlardan biri, Peygamber asla bu tarz Kuran ile alakası olmayan dini ilaveler bildirmemiştir. Yukarıda linkini verdiğim çalışmalarda bu konuya ayrıntılı değindim.

Kuran’da Araf suresi 31. ayette namazın toplu kılındığı yerlere giderken güzel kıyafetler giyinilmesi belirtilir. Dileyen kırmızı renk kıyafetiyle namaz kılar, dileyen siyah. Dileyen başını örter, dileyen açar. Önemli olan namazı huşu ve özenle yerine getirmek. Sabırla ve namazla Allah’a sığınmak. Ömür boyu bu ibadeti yerine getirmek. 

Maalesef, namazda saçın gözükmemesine dair uydurma söylemle ilgili kötü bir anım var. Bir kere, mescitte baş örtüsüyle namaz kılıyordum. Lakin, baş örtüsünün kenarlarından bazı saçlarımın tutamları çıkmıştı. Ben secdedeyken biri yanıma geldi ”Bu şekilde namaz kılamazsınız. Namazı kesmelisiniz şuan. Bir daha kılmak zorundasınız.” gibi sözlerle ben ibadetimi yerine getirmeye çalışırken müdahalelerde bulundu. Ben de konsantremi bozmamaya gayret ederek kendisini kale almadım ve devam ettim. Gene de yılmadı, yanıma oturdu ve bu konuda konuşmaya devam etti. Bir tek kolumu çekiştirmek kalmıştı neredeyse. 

Gördün mü şu engellemekte olanı. Bir kulu namaz kılarken. Gördün mü ya o doğruluk üzerinde ise. Ya o sakınmayı emrediyorsa? (Alak Suresi-10,11,12,13) 

İşte uydurmalarla namazları engelleyenler tam da bu ayetin muhatabı. Adetli (regl) kadına namazları yasaklayan zihniyette bu ayetin muhatabı. 

Allah’ın emrine karışıp, bilip bilmeden birinin namazını engellemeye çalışmak, zorluklar çıkarmak ne kötü. Allah’ın emretmediği bir şeyi emri gibi söylemek ne kötü! 

Namaz için özel bir kıyafetin bildirilmediğini belirtmiştim. Bu yüzden, bir kadın pantolonla da namaz kılabilir. Nasıl ki, erkekler de pantolonla namaz kılabiliyor, kadınlar da kılabilir. Kadınlara giyim emri namaz için değil, toplum içinde ne giymesi gerektiği hakkındadır. 

Bir diğeri namazda kıyafetlerde insan suratı, çizim, resim, yazı vs bulunmasını istemeyenler. Elbette Allah’a küfreden ya da Allah’ın hoşnut olmayacağı bir sözü mesaj veren ya da gizlenmesi öğütlenen bir görüntüyü taşıyarak (çıplaklık, cinsellik içeren bir çizim, dine küfür, Allah’ın yasakladıklarına özendiren çizimler vs) dolaşmak Kur'an'a uygun olmaz. Zira Allah, müminlerin iyiliğe yöneltip kötülükten sakındıran kişiler olduğunu belirtir. (Bkz: Tevbe 71)

Bir keresinde de, ünlü bir kadının suratının olduğu çoraplarımla bir mescitte namaz kılıyordum. Bu çorapla namaz kılmanın doğru olmayacağını söylediler. Allah Kuran’da böyle bir yasak getirmemiş ki! Nedir kafaya göre yasaklar üretmek! 

Namaz konusunda saçma inanışlar maalesef mevcut. Mesela; kime secde ettiğimizi Rabbimiz biliyorken, namaz kılanın önünden geçilmemesi gerektiğine dair inanışın mantığı da nedir? Bunun benzer bir örneği olarak, namaz kılarken karşısında duran bibloları, süs heykellerini örtenler de var. Bu inanışların Kuran mantığında hiçbir yeri yoktur. Allah kime secde ettiğimizi bilmiyor mu haşa? Bir de bu uydurma inançlarını "birisi önünden geçerse ona secde ediyor gibi oluyor" diyerek savunuyorlar. Merak etmeyin, önünüzden biri geçerse geçsin, Allah sizin kendisine secde ettiğinizi bildiği için sakınca yok.


Kadın’a Cuma namazı farz iken, kadınlara camilerde yer ayırmayan zihniyetten de bahsetmek gerek! Bir de Cuma namazı farz değilmiş gibi fetvalar verip, kadınların bu farz namazını yerine getirmelerini engelleyenlerden de bahsedelim!  Cuma 9.ayette Cuma günü tüm iman edenler, salata(namaza) çağrılmaktadır. Kadın-Erkek ayrımı yapılmamakta, tüm iman edenlere buyruk bildirilmektedir.

Adetli kadının da namaz kılabileceğini, adetli kadına namazı yasak edenleri de unutmamak gerek.  Allah, Kur'an'da gerekli her şeyi açıkladığını (Bkz: Nahl 89) söylüyor. Kadının adetken namaz kılmamasını söylememiştir. Adetken namazlara devam edilmeli. Kur'an'a göre gusül abdesti cinsel ilişkiden sonra namaz kılmak için alınması emredilmiştir. Cinsel ilişkiye girmek ile (cünüp olmakla), adet olmak çok farklı şeylerdir. Savaşta bile namazın kılınmasını farz kılan Allah, kadınların "eziyet" hali olarak ifade ettiği bu dönemlerinde (Bkz: Bakara 222) namaz kılmayı yasaklamamıştır, cinsel ilişkiyi yasaklamıştır.

MESH ETMEK VE YIKAMAK FARKLI ŞEYLERDİR 

Pek çok kere okulda, iş yerinde, çarşıda, dışarıda ayaklarını yıkamak zor geldiği için namazdan uzak duranlara rastladım. Kış vakti soğuk bir ortamda ayaklarını soğuk suyla yıkamak zor olduğundan namaz kılmadığını söyleyenlere rastladım. Hatta bu gibi sebeplerden namazlarını kazaya bıraktığını söyleyenler de var. Öncelikle abdestin nasıl alındığına bakalım:

Ey iman sahipleri! Namaza duracağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı mesh edin(sıvazlayın). (Maide-6)

Abdestin şu şekilde alınması farz:
Dirseklere kadar ellerin kolların yıkanması
Yüzün yıkanması

Şu kısma dikkat:
Başı mesh etmek (yani sıvazlamak) ve ayak topuklarına kadar ayakları mesh etmek (yani sıvazlamak)

Çoğu müslüman, yıkamak ve mesh etmek aynı şey sanıyor. 
Mesh etmek=sıvazlamak demektir sadece. Sıvazlamak, susuz yapılabilen bir şeydir. Bu kelime arapçada sadece sıvazlamak anlamına gelir. Bir çocuğun başını sıvazladım deyince, "su ile başını ıslattım" veya "su ile başını sıvazladım" anlamayız. Yani su şart değil. Baş ve ayak için sadece sıvazlamak yeterli. Hatta İsa Peygambere, İsa Mesih denir, mesih kelimesi mesh'den gelir. İsa Peygamber de hastalara dokunarak, sıvazlayarak iyileştirme mucizesi gösteriyordu, Allah'ın izin vermesi ile tabi. Kuran ayetlerinde ağza burna su çekmek, kulak içini temizlemek, enseyi temizlemek gibi şeyler yok. 

Meallerde bu ayeti yıkamak diye çeviriyorlar, yanlış. Ayetin orjinal Kuran metninde sıralamasına bakarsak, mesh etmek ve yıkamak fiilleri organ isimlerinden önce sayılıyor. Yıkamak fiilinden sonra yüz ve eller, mesh etmek fiilinden sonra baş ve ayaklar sayılıyor. Zaten yıkamak ve mesh etmek aynı şey olsaydı, Allah farklı kelime kullanma gereği duyar mıydı? Çevirilerde gördüğüm kadarıyla bir tek Süleyman Ateş doğru şekilde çevirmiş (tabi ki kendisinin diğer ayet çevirilerinde pek çok hatası var, ama bu çevirisi doğru.)

Ayetin orjinal metnini de yazayım, kelime sıralarına bakabilirsiniz. Pek çok çeviride maalesef ayetin orjinal metni de ayrıştırılmış. El ve yüzü yıkayın dedikten sonra, başı mesh edin sonra tekrar ayağı yıkayın diyor gibi çevirenler olmuş. Maalesef ki bu çeviri hatalarının sebebi öncelikle kopyala yapıştır mantığı ile çeviri yapmak (diğer kişiler nasıl çevirdi ise alıp aynısını yazmak) veya ilmihallere Kuran'ı uydurma çabasından ötürü. Oysa dini bir kitap yazacaksak, yazılan kitap Kur'an'a uydurulmalı, haşa (Allah'ı tenzih ederim) Kuran o kitaba değil...

Ayetin arapça sırası şöyle, görüldüğü üzere önce yıkamak fiili sonra organlar, sonra 2.fiil olan mesh ve organlar veriliyor :

fagsilû (yıkamak) vucûhekum(yüz) ve eydiyekum(el) ilâl merâfikı vemsehû (mesh) bi ruusikum(baş) ve erculekum(ayaklar) ilâl ka’beyn(topuk kemiği)ve in kuntum 

5.fe igsilû: o zaman , o taktirde yıkayın!6.vucûhe-kum: yüzleriniz7.ve eydiye-kum: ve elleriniz8.ilâ el merâfikı: dirseklere kadar 
9.
ve imsehû
: ve mesh edin!
10.
bi ruûsi-kum
: başlarınızı
11.
ve ercule-kum
: ve ayaklarınızı
12.
ilâ el ka'beyni
: topuk kemiklerine kadar (iki topuk kemiğine kadar

**Seferi namazı hakkında şu çalışmayı okuyabilirsiniz:
http://allahvar.blogspot.com.tr/2017/07/kurana-gore-seferi-namaz.html




Şu siteden de yazılarımı okuyabilirsiniz:


13 Mart 2014 Perşembe

Ölünceye Dek İnsanların Girdiği Çoğaltma ve Biriktirme Yarışı…

Çokluk içinde büyümeye çalıştı.

Sahip oldukları arttıkça, değerleneceğini sandı.

Satın aldıklarıyla beraber devleşecekti sanki. Cebinde ne kadar parası varsa kendi de o kadar fazla pahada olacak sandı. Biriktirdi.

İlk önce kendine dev katlar, parlak saatler, ışıltılı kolyeler aldı. Mavi, yeşil, kırmızı renkler biçti üzerine armalı olanlardan. Üzerindeki armalarla birlikte isim koydu kendine. Belki buraya kadar her şey güzeldi, neticede güzel nimetlerden yararlanmak mutluluk veren bir şeydi. Sonra doymamaya başladı. Bir yarışa girdi. Biriktirmeye başladı. Daha çok biriktirmek. Hep daha iyisini, en üstünü giyinmek. En üstünden çeşit çeşit edinmek.

Sonra kendine dev bir ayna satın aldı. Satın alabildikleri çoğaldıkça saygınlığının da artacağını sanıyordu. Öyle oldu da, çünkü dünyevi hayatta küçük yararlanmalar peşindeki insanlar, zenginlere pek bir saygı duyardı. İnsanlara baktığında onlar gücünün etki alanına giriyor sanıyordu, doğruydu da. Bir çalı parçasıyla tutuşsa alev alacaktı oysa gücü. Yer yarılsa içine düşecekti gücü.

Başı ağrısa fayda sağlayamayacak, hastane odasından kaldıramayacak, kazaları engelleyemeyecek, şehrin gürültüsünü ve trafiğini kesemeyecek, uykusuzluğunu gideremeyecek, depremleri yok edemeyecek, midesine daha fazlasını dolduramayacaktı gücü.

Çocukları ölümlerinden çeviremiyordu biriktirdikleri. Oysa birkaç çocuğa yardım edebilir, onlara sıcak bir yuva sağlayabilirdi. Yapmadı.

Dünyadaki tüm insanların sıkıntılarını kaldırmaya gücü yetemezdi. Çok üst düzeyde servet sahibi insanlar vardı oysa, bir ülkenin serveti ile bile boy ölçüşüyorlardı, onlara bıraktı dünyayı değiştirme işini.

O, o kadar zengin değildi, dünyayı değiştiremezdi.

Hoş onun da kimsenin kimsesizliğine karşı umuru yoktu. O halde en iyisi keyif çatmaktı.

İnsanlar onu alkışlasınlar, yeterdi.

Hayran hayran baksınlar ve o yürüsün yeterdi. İmrenilme zevkini tatsındı.

Alacağı övgüler için yaşamaya başladı. Zengin olmayan bile bunu yapıyorken üstelik. Başarısını en çok, karşısında düğmeler iliklendiği için sevdi. En parlak yüzeylere dokunup, en saten çarşaflarda uyurken sonsuza dek derisinin bunlara değeceğini sandı. Beyaz kefeni, tahta kutuyu, killi toprağı unuttu.

Benim saatim daha iyi, benim ki daha pahalı, benim ki daha üst modeli, ama bu son çıkanı; cümlelerinden edindi kendine. O cümleler ile bu dünyada yer edindiğini sandı. Birileri sürekli ona en çoğunu, en pahalısını, en gösterişlisini edinmesini söyleyip söyleyip durdu.

Çünkü; öyleyken hep gözler onun üzerine çevrilecek, en çok ona hayran duyulacak, en çok ona imrenilecek, herkes onun yerinde olmak isteyecek, herkes onun çevresinde toplanmak isteyecek, herkes onun sofrasında oturmak isteyecek, onları kaybetse kimse yüzüne bakmayacak, o kadar popüler olamayacak, ne kadar istese de üç tane midesi olmayacak, yüzü buruştuğunda beğen butonlarının önemi kalmayacak, artık başkalarının yüzü için butonlar basılacak, başkalarına çok güzelsin yazılacak, tuvaletini tutamadığında ise kimse elinden tutmayacak.

O kişi, sen olmayasın?

Uykusuzluğundan şikayet edeceksin belki.

Belki baş ağrılarından.

Karanlık bastırınca uyuyamamandan.

Daha da yavanlaşan sofralarından. Kimsesizliğinden. Belki gerçek bir dostunun olmayışından.

Anlamsızca yaşadığın hayatında, paranla kapıldığın illüzyonu göreceksin.

Elin ayağın tutmadığında, çevrende toplananların da azaldığını göreceksin. Zaten önceden de onlar seni aslında umursamıyordu. Herkes kendi derdindeydi, kendi çıkarındaydı, kendi kazancında, kendi zevkinde, kendi alkışlarında, kendi depresyonunda, kendi bulantısında, kendi kederindeydi.

Çok paraları olsaydı da mutsuz olacak olanlardı bunlar.
Daha fazla paraları olsaydı da mutsuz olacak olanlardı.
Ne kadar şık mekanlara girseler de en son gidecekleri yer bir küçük çukurdu. Bu insana huzursuzluk vermeliydi, huzursuzluk duymamak için kulaklarını tıkadı.

Doğruldu, haline baktı.
Pek yaşamıyordu, sadece oyalanıyordu.
Vakitler hızlı hızlı ilerliyordu, çilelerinde ise ağır ağır.
O ise vakitlerini süsleriyle doldurmaya karar kıldı.
Süsledikçe vaktin aktığını unutacaktı.
Bu dünyanın en değerli insanı, en kıymetli insanı olduğunu sanacaktı ama ayaklar kaydığında diğer insanlar kendi önceliklerini kurtarmanın peşine düşecekti.

O da kaburgalarıyla, damarlarıyla, saç telleriyle diğerleri gibi bir insan olacaktı sıkıntıların içinde. Aynı görünecekti diğerleriyle.
Herkes aynı önlükleri giyecekti günün birinde.

Eninde sonunda kaybedeceği bir yarışa girdi insanoğlu.
Çokluk Yarışı kondu adı.

Trafik sıkıştığında markasını unuttuğu arabasıyla.
Merdivenleri çıkmakta zorlandığında bakmadığı ayakkabısıyla.
Ayağını vurduğunda, ambleminin önemi kalmadığı ayakkabısı hani.
Yalnız kaldığında odalarını dolduramadığı eviyle.
Askılarını tutmaya gücünün yetmediği elbiseleriyle.
Kendi cenazesine yetiştiremediği siyah gözlükleriyle girdi bu yarışa.
Dünyada gezdiği, gördüğü, dolaştığı yollar hep aynı yere çıkıyordu: öldüğünde yatırılacağı yere.

ÖLÜM

Şimdi kaç mezar vardı yanında kendisininkiyle beraber?

Şimdi yeterince çoklar mıydı?

Sonu ölüme varan bu dünyada çokluk için yaşamaya değer miydi?

Gerçek değerini yani benliğinin değerini sahip olduğu çoklukla satın alır mıydı?

Mezarına ziyarete gelenler gene ceketlerinin düğmelerini ilikler miydi?

Çok akla gelir miydi?

Onu aklına getirecek kişiler ne kadar süre sonra yok olurdu?

Onu hiç unutmayacak olana sığınmış mıydı?

O’nun için yaşamış mıydı, kendi heveslerinin yerine? O unuttuğu,en önemli olan, esas şimdi O, bu aşağı insanı gözetir miydi?

Dünyadayken tepe taklak olan şehirleri, işkenceye uğrayan genç kızları ve delikanlıları, açlıktan ölen bebekleri düşünmüş müydü?
Beğen butonlarına mezar taşını da koymuş muydu?
Ondan her an haberdar olandan haber almış mıydı?

Elbet bir gün çıkacağın evin, elbet bırakacağın birilerinin elleri.

Şu kıymetsiz hayatında kendine bunca almaya değer mi?

Bu yarışa gerçekten kendini adamaya değer miydi?

Aldatıp oyaladı o çokluk yarışı sizleri, Öyle ki, ziyaret edip saydınız kabirleri. (Tekasür Suresi, 1-2.ayetler)



Not: Yazıda eleştirilen güzel kıyafetler alıp, güzel evlerde oturmak değil, hayatını sırf maddi şeyler edinmeye adamaktır. Dinimizde miras bırakma serbestliği var. Yani müminin malları mülkleri olabilir. Tekasür Suresindeki ayetlerde de görüldüğü gibi eleştirilen şey, insanın sahip olduklarını çoğaltırken aldanıp oyalanması. Yani Ahireti unutabilmesi, Allah'ı anmaya engel olabilecek bir hırsa kapılması. Ahireti düşünemeyecek denli dünyevi kazanç odaklı hırslı bir hayata kapılması. Sadece bu ayette değil, başka ayetlerde de hayatını sadece bu amaca yani sadece dünyevi çıkarlara adamak eleştiriliyor.(Bkz: Bakara 200-202.ayetler) Miras bırakılabilen bir dinde, Muhammed Peygamberin birden fazla evinin olduğunun belirtildiği (Bkz: Ahzab 53), Süleyman Peygamberin çok gösterişli bir mülkünün olduğunun belirtildiği bir dinde tabi ki müminler ev-araba alma hedefinde davranabilir, çocuklarına miras ayırabilirler. Bunu ahireti unutturacak bir yarışa, israfa ve hayatın tek amacına çevirmektir tehlikeli olan. Allah'ı unutmadan, mallar ile kibirlenmeden, Allah yolunda harcama yapmaktan çekinmeden yaşamak önemli olan. Evini yıllardır boşta tutan, ne kiraya veren ne satan, ne kendi yararlanan ne de başkalarını yararlandıran insanlar tanıyorum; bu tarz israflar da Allah'ın onaylamadığı şeylerden. Ayrıca, yazılarımı http://www.allahateslim.com/ adresinden de okuyabilirsiniz.


9 Mart 2014 Pazar

Yalnız Dış Görünüşü Bilmek Kuran’da Bahsedilen Önemli Bir İbrettir



Kur'an, insan psikolojisine dair, çeşitli konularda çok yerinde tespitler bildiriyor. (Bu da Kur'an'ın Allah katından olduğuna dair bir başka delil) 


Kur'an, toplum psikolojisi ve insan ilişkilerine dair de muazzam bir bakış açısı kazandırıyor okuyanlara.

Ayetleri derinlemesine düşünenler, Allah’ın bildirdiği sosyolojik ve psikolojik tüm delilleri kendi toplumunda, çevresindeki insanlarda gözlemlemeye başlar. Örneğin Rum Suresinde geçen bir ayet, bu bahsettiğim ayetlerden biri:

Onlar (basit ve iğreti) dünya hayatından, bir dış görünüşü bilirler./Onlar dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ama âhiretten tam bir gaflet içindedirler onlar! 
(Rum Suresi, 7.ayet) 

Ayetin önemi ve müminlerin kalbine kattığı güzelliği, sıkça bahsedilmeye değer.

Ayette bahsedilen tarzda insanlara, eminim sizler de, benim gibi çokça rastlıyorsunuzdur. Ayette bahsedilen insanlar şöyle kişiler yani:
- Dünya hayatına dair yalnızca onun dış görünüşünü bilirler. 
- Ahirete karşı umursamazlık içindeler. 

Ayette bahsedilen insanlar, haliyle içlerini dışları kadar geliştirmemiş oluyorlar. İçleri yavanlaşmış kişilerdir bunlar. İçlerini boşaltırken, dışlarını ise boyadıkça boyayan insanlardır bunlar. Diplomalarına filan da aldanmayın. İnsanın kişisel olarak kendini eğitmesi, ahlaklı, onurlu olması bambaşka bir şeydir; kişinin diploması ile değil şahsiyeti, ahlakı, ilkeleri ile alakalıdır. Evlerinin salonları, üzerilerindeki kıyafetler, saçlarının rengi kadar ilgilendirmez temiz ve gerçek ahlak onları. Oysa hakikatte insanı üstün kılan, dışı için kurdukları değil, iç dünyasında inşa ettikleridir. Allah katında geçen ökçe(para) ne ise, bizim için önemli olan önce o ökçe olmalıdır. Ahlakımız, vicdanımız, temiz aklımız ve kalbimizin işlettiği şeylerdir bizi kurtaracak olan. Dünyalık yaşamlarında sadece dış görünüşle ilgili şeyleri kafasına takmış bu insanları, Ahiret gerçeği beklemektedir. Onlar ise bu gerçeğe karşı umursamaz, düşünmez haldedirler. Hangi süslü kafede fotoğraf çekinecekleri, hangi marka kahveciden kahve içileceği, instagrama koyulacak fotoğraf, satın alınacak elbise, Ahiret yaşamlarını dert edinmekten daha önceliklidir bu insanlar için. Ayrıca bu insanlar, dünya hayatına dair yalnızca dış görünüşü bildiklerinden yani sırf dış görünüşlerle ilgili olduklarından; çevrelerindeki insanları da hep dış görünüşlerine göre yargılarlar. "Şişman, zayıf, güzel, kötü giyimli, varoş, zengin, gösterişli, havalı, artık yaşlı" gibi insanlar hakkında yaptıkları tanımlamalar, o insanların ahlaklarını dikkate almaktan çok çok daha önemlidir onlar için. Öyle ki evlenirken veya bir sevdiklerini evlendirirken de damadın/gelinin hep dış görünüşü ile ilgili şeylere takılırlar, genelde ahlakları ile ilgilenmezler. 

Allah, müminlere ise, dış güzelliklerden yararlanmayı yasaklamaz. Örneğin mescitlerde kadın ve erkek tüm müminlere, süslerini/ziynetlerini kuşanmayı emreder. (Bkz: Araf 31.ayet) Müminlere, dünyadan nasiplerini unutmamayı ve dünya için isterken ahiretleri için de isteklerde bulunmayı öğütler (Bkz: Kasas 77.ayet, Bakara 200-202.ayetler). Dış görünüş olarak adlandırabileceğimiz süslerin, müminlere yasak olmadığını da belirtir Araf Suresi 32.ayette.(güzel evlerde oturmak, güzel arabalar, güzel kıyafetler, bakımlı olmak, temiz olmak, estetik, sanat, mimari, artık süse dair aklınıza ne gelirse...)

Birine misafirliğe gittiğimizi düşünelim. Giyimi, evi, eşyaları beğenimizi kazanabilir ama davranışları kabaysa, itici ve hoşumuza gitmeyen davranışlar sergiliyorsa, bu bizi o kişiden uzaklaştırır. Bir müminin insanlara yaklaşımı işte bu şekilde olmalıdır. Fakir ama güzel ahlaklı biri gözümüze sırf fakirliğinden ötürü kötü görünmemelidir, öyle biri bize örnektir, sevimliliktir. Mümin, sıradan insanlardan farklı bir benliğe sahiptir. İnsanların çoğu gibi düşünmez, insanların çoğu gibi davranmaz. Özel bir insandır. Diğer insanlar karşısındakinin tipine, giyimine, statüsüne, akrabalık ilişkilerine, zenginliğine, popülerliğine göre ilgi gösterirken; mümin ise karşısındakinin önce ahlakına göre ilgi gösterir. Önce ahlakını daha doğrusu nasıl biri olduğunu çözmelidir ki, o insanla ilişkisinin nasıl olması gerektiğini anlayabilsin. Karşısındaki insan, Allah'a saygılı birisiyse, o kişinin giyimi kötü de olsa, din kardeşi olarak değerlendirir. Karşısındaki kişi müşrik veya inkarcı ise gönlünde muhabbet duymaması gerekir. Müminler, insanlara, Allah ile kurduğu bağa göre değer verir, takvasına göre o insana ilgi gösterir. Karşılarındaki kişi takvalı ise, onunla dostluk kurmak kendisine daha iyi bir insan olması adına yarar sağlayabilir. 

Bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kişiden sen de yüz çevir. (Necm Suresi, 29.ayet)

Bu konular hakkında şu yazılara da göz atabilirsiniz:
Bir mümin, inkarcı veya müşrik kişileri dost edinebilir mi?
Musa çobandı, Süleyman Kraldı
İnsanların bazısı, karşısındakinin sahip olduklarını delicesine kıskanır. Karşısındakinin kişiliği değil, maddiyatı ilgilendirir böylelerini. Karşısındakine sıcak davransa da gerçek dostluk, sevgi beslemez. Çünkü, sadece dünya için yaşayan insanlar, müminler için cazibeli olan akıl ve kalpten yoksundurlar. Bir mümin ise, her kulu Allah’ın lütuflandırdığını bilir. Bu dünyada insanların özenerek baktığı güzel veya zengin kimselerin, bunlara sahip olmalarının nedeninin ancak Allah’ın uygun görmesi olduğunu bilir. Başkalarının kıskandığı maddi şeylerin aynı zamanda Allah’ın verdiği imtihan araçları olduğunu bildiğinden, başkalarının maddi imkanları onda kıskançlık oluşturmaz. Eğer zengin ve gösterişli gördüğü kimseler, Allah’a karşı ilgisizler ise, bundan ibret alır. Zira, Allah'ı umursamayanlar için, zenginlikleri ceza halini alabilir, şu yazıda da bahsettiğim gibi: http://evrendepinar.blogspot.com.tr/2015/10/allah-kotu-insanlar-ve-kendisini.html Ayrıca, Allah, insanlara dünya metası olarak verilen şeylere bakıp, üzülmemeyi öğütlemiştir Hicr Suresinin 88.ayetinde.

Mümin, toplum gözünde gösterişli kimselerin Allah’ı umursayan kişiler olduğunu görürse, onları içten takdir edebilir ancak, onların sahip olduklarından ötürü üzüntü duymaz. Kendisinin de yararlandığı diğer insanların da yararlandığı lütufların bir gün son bulacağını hatırlar. Yazının başında verdiğim Rum Suresinde geçen ayette anlatılan insanlar (yalnız dış görünüşü bilen ve ahiretten gaflet içinde olanlar), sadece dış görünüşle ilgilendiklerinden, başkasında olup da kendilerinde olmayan şeyler için rahatlıkla üzülüp sıkılabilirler, haset besleyebilirler. Müminler ise, gerçek değerin takva olduğunu bildiğinden, bu tarz olumsuz hislere kolay kolay kapılmazlar.

Maddi büyük şeylere sahip olamayan insanların da Allah’a gösterdiği yakınlıklar, mümin kişiyi cezbeder. Mümin birini birinin maddiyatının değil, ahlakının cezbetmesi en hayırlı olandır. Müminler, Allah’ı umursamayanların ne boş bir hayat yaşadıklarını görüp ibret alır. Allah'ın umursanmadığı bir yaşam tarzı hakkında bir sürü ayet vardır, böyle kişilerin yaşayışı müminlere ibret verebilir.

İşin özü, çok nimetlenen için de az nimetlenen için de hayat bitecek. Kişiler Allah için yaşamamışsa, Ahirete gittiklerinde dünyada ne kadar nimete sahip olduklarının bir önemi kalmayacaktır. 

Güzel giyinmek, eşyalara özen göstermek İslam’a göre kötü bir şey değildir hatta müminler için Allah'ı hatırlatacak nimetler olmalıdır bunlar. Süleyman Peygambere hatırlatıcı oldukları gibi. (Bkz: Sad 32.ayet) Lakin bizler adaletten, barıştan, merhametten, iffetten, yardımlaşmaktan, Kainat ve Kuran delilleri üzerine düşünmekten, samimi bir kul olmaktan, huşuyla ibadet etmekten, Allah yolunda çalışmaktan (takvamızı geliştirmeye çalışmak, güzel ve hayırlı olanı söylemek), infaktan, güzel düşünüp güzel davranmaktan, sabırdan, saygıdan çok dış boyalarımıza yatırım yapıyor ve en çok dış boyalarımıza önem veriyorsak burada ciddi bir sorun var demektir. 

Onca kadını ve onca erkeği gözlemledim. Gördüm ki Allah’ın bu ayeti gerçekten çok doğru bir tespit getirmiş. Sosyal medyayı şöyle bir incelediğimizde ve kişilerle gerçek hayatta bir araya geldiğimizde bu gerçeği daha da iyi algılıyoruz. Görebileceğimiz tüm bu yaşantılar, iyi bir inceleme fırsatı bizler için. Güzel manzarada yemekler yenir, pek iç açıcı hissedilmese de en havalı pozlar takınılır, en göz alıcı süsler basılır fotoğraflara, en iyi amblemler kareye alınır. Bunların hepsi de hemcinsine yarış duygusuyla, karşı cinse göndermelerle, kendini pohpohlamalarla yahut beğen sayısıyla taçlanır. Yalandan sırf nerede olduğunun bildirimini yapmak için, kendisini etiketleyip mekandan çıkan, kasıtlı olarak fotoğrafa marka amblemini almaya çalışan insanlara rastlıyorum. O kadar çok başkalarına gösteriş yapmaya odaklı yaşıyorlar ki. (Gösterişten kastım, başkaları kıskansın diye, başkalarına hava atıp üstün gelmek için yaşamaları...Yoksa güzel nimetler içinde fotoğraf paylaşan herkesin gösteriş yaptığını algılamamak gerek) Sadece dış görünüşe odaklı yaşam tarzı insanları gittikçe kibirli biri yapıyor. İsra Suresi 37.ayette, müminlere yasaklanan kibir duygusuna yani...Gün sonunda ele geçen alınan beğeni sayısıdır. Esas önemli olan beğeni, Allah'ın bizi beğenip beğenmeyeceğidir. Maalesef dini içerikli paylaşımları da sırf beğeni almak için yapanlar vardır, yazdıkları şeyleri yaşamayan...Allah’ın beğenisini alıp alamayacağını düşünmeyen, sırf başka insanların beğenisi için çalışıp didinen insanlarla dolu çevremiz. Bu insanlar da Rum Suresinde işaret edilen, dış görünüş peşinde koşan ve Ahireti umursamayan kişiler... Müminlere Allah, sosyal medyayı yasaklamıyor. Ahiretten gaflette olmayı, sadece dış görünüş bilen bir kişi olmayı yasaklıyor, kibri yasaklıyor. Tabi ki sosyal medyayı kullanış tarzı, bir mümini, Allah'tan uzaklaştıracak bir tarza sokuyorsa, mümin bu duruma karşı uyanık davranmalı, kendisini düzeltmelidir. Zira mümin, kendisini övme-üstün göstermeye çalışma peşinde değildir. (Bkz: Lokman 18.ayet) 

İnsanların çoğu, yalnızca dış boyaların yarışında. Bunun da en büyük sebebi, sırf insanlara gösteriş yapmak için ve bu sayede kendini üstün göstermek için yaşıyor olma...

”Ay o ucuz giyiniyor.”, ”Ay o özenti ya” gibi sığ cümleleri duyabileceğimiz çokça insan mevcut. Oysa takvalı olup ucuz giyinmek, başkasında olanı beğenip kendisine yakıştırıp giyinmek (takva ile); zengin ama takvasız yaşamaktan çok çok üstün bir hayat tarzıdır. İyi ve güzel olan bir şeye özenmek kötü değildir.

Allah’ın hayırlarda yarışın çağrısına, ahiretten gaflette olan kişiler rağbet etmiyor. (Bkz: Bakara 148.ayet) İnsanlar hayırda yarışmaya değil; cüzdan, kibir, dış boya, büyüklenme, popülerlik, övgü, pohpohlanma, gösteriş, beğeni, çevresine insan toplama, başkalarını tavlama yarışına girmişler. 

Aklını kullanabilmek, ayrı bir bilinç hali gerektiriyor. Allah'ı umursamayan insanlar, bu bilinçten oldukça yoksunlar. Kalben, vicdanen, ahlaken neden iyi olsunlar ki? Kalben iyi olmak hakkında bir farkındalıkları olabilir ama neden kalben iyi olmaları gerektiğine dair felsefi olarak net bir temelleri yoktur. Mesela bazı zamanlarda pekala kolaylıkla ahlaktan ödün verebilirler. Zaten çevreleri dış boya meraklısı insanlarla dolu. En çok övgüyü önce dış boyası alıyor. Onlar da kendileri gibi davranan insanlar için yaşıyorlar, onlar için gezip, onlar için giyiniyorlar çoğu zaman. Başkalarına bunu göstermeseler de mutlu olamıyorlar. Çünkü Allah için yaşamamak demek, kendin için yaşamamak demek.

Sadece dış görünüşe dayalı algıların yoğun olduğu çevrelerde, iffetsizlik artık cool bir kavram halini almış. Tanrıya söverek de barışsever olunuyor bazı çevrelerde. Saygılı olmak mı, kimin umurunda? Ne kadar bel altı konuşursan o kadar fenomen olma şansın var.

Müminler tüm bu halleri cool bulmaz, zavallılık olarak görür ve bu cahil kimselere aldırış etmez. (Bkz: Araf 199.ayet) Ahireti umursamamak veya içinde bulunduğun kötü hali güzel görmek de bir cahillik çeşididir.

Başkalarının kıskanarak görmesine, başkalarından gelecek hayranlık tepkilerine neredeyse her an muhtaç bir şekilde yaşayan, dünyanın kendi ekseninde döndüğünü sanarak yaşayan zavallılar bunlar. Oysa onları ciddi anlamda onlar gibi olanlardan başkası takmıyor. Edindiği başarıları akrabalardan gelecek övgülere adayanlar...Yanındaki arkadaşından daha çok dikkat çekmeye kendini adayanlar...Gerçekten aydınlığa çıkmak isteyenler tek kriterin dış boyalar olduğu bu saçma yarışa neden girsin ki? 

Akşam yedide yorgun argın eve gelmek, hafta sonu karton kahve bardaklarıyla fotoğraf çekinirken bu nimeti veren Allah'ı zerre umursamamak, ancak bir kareye sığdırılıp başkasına gösterildiği anlarda keyif veren süsler edinmek, sahi tüm bunlar ne için? Kahveyi verene, fotoğraf çekme imkanını verene, güzel insanlarla bir arada olmanın mutluluğunu verene, süsleri verene şükretmekle, tüm bu anlar kat kat güzelleşiyor. 

---
Sadece dünyalık yaşayan birinden olabilecek muhtemel bir mektup:
Dünya madem gelip geçici, sonunda ölüm var biliyorum ama pek üzerine düşünüp etkilendiğim bir şey değil. Hayat amacımı sorgulamıyorum. Benim gibi milyarlarca insan var ve ben de onlardan yalnızca biriyim ama kendimin en özeli olduğu fikrindeyim. En çok kendimi seviyorum. Dünyanın büyük kısmı sefilliklerle dolu ama bak ben nasıl da şık sapasağlam duruyorum. Önce çok param olsun, lükslerim tamamlansın, şu an Allah-Din ciddi anlamda sorgulayamam; sonra bir iki kuruş eline tutturulur, bir iki çocuğa yardım eli uzatılır, biraz hüzün biraz düşünceli davranış takınır, insan olmayı da satın alırım. Bekarlığın dibine vurayım ama yaşım gelince bana bağlılık gösteren eşim de olsun. Bu sırada da diğerlerinde hala gözüm olsun. Yeter ki onun kariyeri, tipi yahut cüzdanı bol olsun. Çocuğumuz da renkli gözlü olsun.
---

Gelecekte bekleyen gerçeğe karşı bihaber oyalanma…Tam da Allah’ın Kuran’da anlattığı gibi, Allah için yaşamayanlar ancak oyalanma, oyun, eğlence peşinde olabilirler. Hem de hastalığın, acziyetin, depresyonların, can sıkıntılarının, bulantıların olduğu şu koca dünyada... Sanki Allah, kendilerine hiçbir acı dokunduramaz gibi yaşıyorlar bazısı. Gerçek bir acı ile yüzleşildiğinde, botlarının markası kurtaracak sanki kendisini. O zaman sadece dış görünüşlerle oyalanmak niye?

Aklını kullanmayan, Takva yoksunu, Allah’ı bulamayan insanların önce bu dünyadaki hayatlarına sonra ikinci hayatlarına acıyorum. Bu dünyada hem tatminsiz, hem başkaları için yaşa, ancak gözünle gördüğünün peşinde koş, öl, sonra da bir hiç uğruna yaşayıp dirildiğin ahiret hayatında, geri dönüşü olmayan, çok kötü bir durak yerine gir ve oradan hiç çıkma… 

Ne diyelim, Allah, O’nun yolunda yürüme gayretinde olanların günahlarını bağışlasın, kusurlarını affetsin, takvalarını arttırsın, merhametli ve adil kılsın...

Yazılarımı şu siteden de okuyabilirsiniz: