29 Aralık 2013 Pazar

Dört Duvar Arasında Yaşarken Yaratılış Mucizelerini Görmek

İçimizde istisna olan kişiler olsa da, hemen hemen hepimiz, monoton dediğimiz bir hayat yaşıyoruz. Hafta içleri aynı saatlerde uyanıp, aynı yollardan geçiyoruz, aynı insanları görüyoruz, benzer işlerle zorunlu görevlerle uğraşıyoruz. Geri tekrar aynı eve gelip, aynı yatağa, aynı dört duvarın arasına yatıyoruz. Bir giydiğimizi bir daha giyiyoruz.
Tüm bunları yaparken; dünyanın, hayatın, hatta kainatın apayrı bambaşka tonlarını kaçırıyoruz. Ormanları, rengarenk kanatlı kuşları, doğanın içinde kendini koruyan kelebekleri kaçırıyoruz. Parıl parıl yerleştirilmiş yıldızlara bile bakmıyoruz. Pek çok şeyi kaçırıyoruz; en ince ayrıntısına kadar özenle ışıldayan canlıları, ateş böceklerini, gizemli mağaraların içlerini, dev okyanusların altlarını, yer çekimsiz uzayı, biz gündüzken başka bir geceyi yaşayan sokakları, hiç tatmadığımız lezzetleri, ağaç evleri, yapıları, her biri başka dilde kabileleri(Bkz: Hucurat 13), duymadığımız müzikleri, nehirleri, volkanları, mercanları…
Kainatın bilmediğimiz tonlarına; rengarenk dergi sayfalarından, bilgisayar monitöründen baktığımız görüntülerden ulaşıyoruz. Elimizde büyük bir imkan var: internet. Bu sayede geniş yelpazede görüntüler edinme imkanımız varken, pek çoğumuz bu imkanı güzel yönde kullanmıyoruz. Eski insanlar bizden daha şanslıydı diye de düşünüyorum bir yandan. Bizler betonarme şehirlerde sıkışıp kaldık. Onlar ise yeşil vadileri, yüksek dağları, duru nehirleri gördüler, onların evi zaten doğaydı, doğa ile iç içe yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bizse internetten doğa fotoğraflarına bakarak doğayı hatırlamaya çalışıyoruz; belki pembe göller pembe ormanlar varmış diye haberimiz oluyor ama gene de çoğumuzun yaşadığı ya da çalıştığı yerler o kadar da iç açıcı değil. Sırtımızda çadırımızla seyahat etmesek de; Kuzey ışıklarını, Alaska’daki karlı etekleri, çöl kumlarının oyunlarını seyredebiliyoruz şükür ki teknolojik imkanlar aracılığıyla.

Birebir gezmesek bile, harika bir kainatta olduğumuzun farkına varabiliriz. Bu bahsedilen mükemmellik, bir yandan da ölüme, hastalığa ve bu gibi şeylere izin veren bir mükemmellik, yani imtihan gerçeğine dayalı bir mükemmellik…Dünya harika yaratılmış ama bir yandan da imtihan olabilmemize fırsat veren bir harika yaratım yeri.
Burasının Allah tarafından güzelliklerle-estetik yaratılmışlarla donatıldığını görmemiz mümkün. Allah’ın biz insanların bozmadığı doğasında; insanoğlunun kendi eliyle yıktığı şehirler, yaktığı ormanlar, öldürdüğü kadınlar, çalışmaya ittiği çocuklar, gaz odaları, silah yüklü kamyonları, kan taşıyan varilleri, petrol karışan nehirleri yok!
Bu arada, şunu da belirtmeden geçmek istemem; bilgisayar, internet gibi teknolojik imkanları veya güzel binalar ile inşa ettiğimiz insan eli üretimlerle dolu şehirlerin de yaratıcısı Allah’tır. Zuhruf suresi 12.ayette, Allah, bizler için “gemileri” yarattığını söylüyor. Gemi insan eli ile üretim eseri olsa da; insana gemi yapabilme zekasını, tasarım kabiliyetini, gemiyi oluşturacak materyalleri, geminin yüzmesini sağlayacak fizik yasalarını sağlayan Allah’tır. İnsanın gemi yaratmasına izin veren Allah’tır. Dolayısıyla insan eli üretimi olarak gördüğümüz internet, gemi, uçak, köşkler de aslında Allah’ın bize verdiği nimetlerdir. İnsan eli üretimi gördüğümüz şeyleri var eden de dolayısıyla Allah’tır.
Allah, Kuran’da, Kainattaki delillerine yönlendiriyor bizleri. Kainatta da ayetleri yani delilleri olduğunu söylüyor (Ayet kelimesi delil demektir). Bizlere bakın diye buyuruyor, incele, düşün, gör, eski kavimlerin bıraktıklarına (Bkz: Rum 42), güneşe, aya, dağlara, devir daim dönen suya, bitkilere, meyvelere bakın… Yerin göğün yaratılışına bakın…
İçinde küçük bir nokta bile olamadığımız bu koca kainattaki galaksilerden, ela rengi gören gözlere vardığımızda; kan hücrelerinden, soframızdaki rızıklara, duyulara vardığımızda anlıyoruz ki; kainat bizim sandığımız ya da unuttuğumuz kadar boş boş bakıp geçilecek bir yer değil. Şaşırtıcı bir yer, hayret edilesi bir yer.
Sen şaşırdın/hayret ettin, onlarsa aksine alay ediyorlar. (Saffat Suresi 12.ayet)
Allah’ın bu ayetiyle belirttiği gibi, yaratılış delilleri gerçekten de hayret ettirici.
Bizler monoton dediğimiz sıradan gördüğümüz hayatımızda işe/okula gidip gelirken; mucizeyle toprağın arasından çıkıyor bir bitki, kökleriyle -karşı koyamaz sandığımız- kayaları parçalıyor (hormonlar aracılığıyla yapıyor bunu), sert kayaları parçalayarak topraktan suyunu alıyor, büyüyor.
Müminler, dışarıdan bakıldığında sıradan görünen bir hayat yaşıyor olabilirler (sadece dışarıdan bakıldığında bu böyle…) İşe gidip gelen, çocuğu ile ilgilenen, eşi ile gülen, para yatıran, alışveriş yapan, sınavlara giren sıradan kişiler olarak görünebilirler. Aslında mümin kişi, yüksek bir farkındalığa sahiptir. Çocuğu ve eşinin de ona verilmiş lütuflar olduğunun bilincindedir mesela. Çocuğuna ve eşine duyduğu sevginin kaynağının, öylesine boş ve anlamsızlıktan meydana gelmeyeceğini bilmektedir. Çocuğunun ve eşinin; var olmasının onların ailesi olmasının tesadüf olmadığını bilir, bu yüzden hayret ettiricidir aslında mümin için yaşadığı hayat. İşe veya okula gidip gelmesini sağlayan ayaklarından, kullandığı taşıtlara, içtiği suya, nefes almasına dek; her şeyin hayret ettirici Allah’ın delilleri olduğunu bilmektedir. Mümin kişi görünüşte sıradan biri gibi yaşıyor görünebilir. Oysa aklında ve kalbinde öyle düşünce-duygular vardır ki; yaşamı Allah’a duyduğu sevgi-saygı-bağlılık ile çarpmakta ve akmaktadır. Bu yüzden de hayat hiç de küçümsenecek değildir onun için; çünkü yaşıyor olması bile başlı başına ona hayret veren bir delildir.
Ali İmran Suresi 191.ayette de bahsedildiği gibi, yatağın üzerinde yatarken bile düşüncelere dalabilirler onlar. Yerin-göğün muazzam var oluşunu düşünürler… Öyle farkındalıkları yüksektir ki, dışarıdan sıradan biri gibi yaşıyor görünseler de, içlerinde Allah’ın ayetlerine şahit olmaktan ötürü heyecanlar çarpıp durmaktadır.
Göl kıyısında ateş yakan biri, hayatı ve çevresini Allah’ın ayetleri olarak okumayı bilmese bile başını göğe kaldırıp bu hayatın büyüklüğü karşısında hayret edebilir. Bu hayreti ise gerektiği şekilde hayatına yansıtan kişi mümindir. Bu yüzden bir mümin göl kıyısında termosu ile kamp yapamasa bile, aslında kamp yapan bir kişinin şahit olduğu şeylere karşı duyduğu duygu ve hislerin, daha fazla hakkını vermektedir. Bu hazzı almak için illa paralar saçmaya gerek yok, düşünmek yeterli. İnsanın kalbi ve aklı zaten uçsuz bir deniz, mümin dünyanın her köşesini görmese de, düşünerek de bu hayret ettirici hislere ulaşabilir. Milyonlarca farklı türdeki canlılardan pek azının fotoğrafına bakarken, milyonlarca canlı estetiğe sahipse; milyonlarca canlı yoktan var oldu ise; bunun bir bilinç eseri olduğunu görebilen kişidir mümin. Bu yüzden de Allah, ayetlerinde, kainat delilleri üzerinde düşünmeye bizi çağırıyor. Çünkü Allah’ın ayetleri (delilleri) yalnızca Kur’an’da değildir, tüm kainat üzerindedir.

Biz sıradan olaylar içinde yüzerken, tüm kainat mucizevi güzelliklerle, sanatla, bilgiyle dolu olduğunu ispatlıyor.
Biz aynı yatağımızda yorgunlukla yatarken -aynı dört duvarın içinde- gök yedi kat duruyor üzerimizde, onun üzerinde de uzay… Uzay, odanın tavanının üzerinde, içinde düzenli yörüngelerde ilerleyen gezegenlerle dolu. Yani, olduğumuz yer, varlığımız, algılarımız, beynimiz, gözümüz yeterince hayret ettirici.
Tüm bu hayret ettirici duruma karşı, Allah tüm bunları algılarken de bize çok şükür ki bir dinginlik duygusu bahşediyor. Bu küçük insanoğlu, Allah’tan bir lütuf sayesinde hayretten delirmiyor.
Biz görmesek de, düşünmesek de; görmeyi, düşünmeyi, incelemeyi, kafa yormayı reddetsek bile; kainat ölçülü süsleriyle oluşlar içerisinde yaşıyor. İnanan kişilere düşen ise, Allah’ın ayetlerinden bağını koparmamak.
İlla bu ayetleri bilgisayarımıza girip pembe göl aratarak da görmeye çalışmaya gerek yok ayrıca. Yolda yürürken beton kaldırımların arasından fırlayan bir çiçek, tüm tehlikelere rağmen yaşıyor olmamız, kalbimizin ömür boyu teklemeden atıyor oluşu, kaldırıp kafamızı göğe bakmamız, yanımızdan geçen bir kedi, hatta bir sineğin uçuşu bile Allah’ın ayetlerini bize hatırlatmaya yeter. Yeter ki düşünmeyi ihmal etmeyen kişiler olmaya karar verelim. Üstelik, Allah, bir sineği bile yaratışına delil göstermekten çekinmiyor, çünkü bir sineğin var olması başlı başına bir mucize. (Bkz: Bakara 26)
Bazı insanlar niye tüm bunları düşünmüyorlar çok merak ediyorum. Nasıl oluyor da hayret etmiyorlar. Düşünmeye başlayınca sorgulamadan yaşadığı hayatından sıyrılıp; nasıl oldu da var olduğunu sorgulamanın onu NİYE/KİM/NE İÇİN var olduğu sorularına götüreceğini bilmek mi insanın işine gelmiyor acaba? Çocuğun okulunun gelecek ayki taksitini düşünmek, kredi kartı borçları, gelecek ay başlayacak sınavlarımız, bir süre sonra toprağa karışacak hayatımızın en temel gerçekliği mi? Gerçekten de bir zamanlar yokluktan var olan bu koca uzayda aldığımız bu hayatı gerçekten de elde edip bırakacağımız bu başarılar veya kaygılar için mi yaşıyoruz?
Allah için yaşamak, aynı dört duvarın içine hapsolmaktan kurtulmaktır. Allah için bilinçli yaşamak; zihnini, kalbini, iç dünyanı uçsuz odaklara genişletmektir.
Güneşin denizin üzerinde batışını, dalgaların ince ince kıyıdaki taşlara vuruşunu, kristal kar tanelerinin iğne yapraklara düştüğünü görünce anlıyoruz ki hayret ettirici bir yerdeyiz.
Görebilenler için tabi…
Aynılıklar ile değil, sayamayacağımız kadar çok farklı hayret ettirici şeylerle dolu bir yerde olduğumuzu, bizi ve tüm bunları buraya kimin getirdiğini sorarak kalbimizde yüce bir kudrete yönelen arayış duygusunu duyuyoruz. Bu duyguyu takip edenler bu kudretin bizimle iletişime geçip geçmediğini sorgulayarak, bu kudretin gönderdiği iddia edilen kitaplara bakacak ve ”var olan her şeyin iyi ve güzel için (Allah’ın kanunlarına adanarak) hizmet etmesi gerektiğini” anlayacak.
Yokluktan bu koca sahnenin yaratılmış olması, yüce bir kudretin eseri veya tesadüfün eseri. Oysa fizik bilimi kanıtladı ki, her şey büyük patlama ile, yoktan bir anda var oldu. Zaten vakti zamanında var olmayan (yok) olan şeyler tesadüfen nasıl suret kazanabilirler ki? Tanrısını seçmeye kalkanlar nasıl olur da Allah’ı değil, tesadüfü seçer buna da hayret doğrusu!

(Yunus Suresi, 101) De ki: “Göklerde ve yerde neler var/neler oluyor, bir bakın!” O ayetler ve uyarılar iman etmeyen bir toplumun hiçbir işine yaramaz.
(Bakara Suresi, 164) Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgârların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız deliller(ayetler) vardır.
Gözümüzle göremediğimiz hücrelerdeki detayları düşünün. 1 proteinin nasıl üretildiğini; sinir hücresinin, kemik hücresinin, deri hücresinin hepsi aynı hücreyken nasıl da birbirinden farklılaştığını düşünün…Bilmeyenler de lütfen araştırsın! Zira müminler için tüm bunları düşünmek veya araştırmak da, namaz gibi, oruç gibi büyük bir ibadet! Üstelik namazdan evvel en temel ibadet! Zira insan önce Allah’ın varlığını, Allah’ın kudretini algılamaya yönelecek ki, ondan sonra secdeye varabilsin.
Kelimelerle kainattaki yaratılan şeyleri saymaya bile güç yetiremez haldeyiz. Şimdi elimize bir kronometre alsak ve yaratılış nimetlerini saymak için süre başlatsak; cidden de fark ederiz ki gözlerimiz saymak için bakarken bir süre sonra yorgun düşüyor, dilimiz de saymaya kalktığımızda yorgun düşecektir.
Evde kendime bir şeyler hazırlarken, o an, bir şeyleri hazırlayıp-yemem için ihtiyacım olan nimetleri sayıyorum. Saymaya başlayınca fark ediyorum ki sonu gelmiyor. Gerçekten de yorulup duruyorum. Su ısıtıcıdan, su ısıtıcıyı çalıştırmaya yarayan elektriğe (veya ocağa-ateşe), suyumu koyduğum bardağa, suya, peynire, bıçağa kaşığa, bıçak ve kaşığın üretilmesi için gerekli zincirlere, yemek boruma, nefes boruma, mideme, midemin özelliklerine, parmaklarıma, sıkılmamak için açtığım komik diziye…Yok, bitmiyor. O kadar çaresizim ki, bir yemeği hazırlayıp-yemem için bir sürü şeye ihtiyacım var!
Gökleri yedi tabaka olarak yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında bir uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir, bir çatlak görüyor musun? Sonra bakışını iki defa/defalarca çevir. O bakış, bitkin olarak aciz/hayretle sana döner! (Mülk Suresi 3. ve 4.ayetler)
Muhakkak ki ben, bana indirdiğin her hayra muhtacım…(Kasas Suresi 24.ayet)
Allah; kudretine, yaratmasına, rahmetine şahit olalım diye düşünmemizi buyuruyor. Tüm bu koca kainatı, içerisinde bilgiyle hareket eden iş ve oluşları, atomları, hücreleri, dev dalgaları, ışığı düşünelim ki, Bilgiyi Yaratanın olması gerektiğini anlayalım.
Tüm bu koca kainatın tam da en başında, henüz oluşurken bilgiye (bilgiyi verene, bilgi sahibine) muhtaç olduğunu anlayalım diye, Allah düşünmemizi ve yerin göğün nasıl yaratıldığını düşünmeye çağırıyor bizleri.
Zaman yokken, zamanı yarattı. Dünü, şu anı, yarını yarattı. Allah, zamanın ve mekanın yaratıcısı. Kainatı düşünmek, yaratılanların nasıl var olduğunu düşünmek; Allah’ın varlığını anlamaya götüreceği için, Rabbimiz bunların nasıl var olduğunu düşünmeyi emrediyor bize. Namaz gibi, oruç gibi, bu da bir emir. Bu yüzden bir mümin, bilimin-araştırmanın-incelemenin ışığından kopamaz, kopmamalıdır. 
Hayat/Kainat, biz aynı dört duvarın arasında yaşasak da, sıradan/boşuna var oluşlar değiller; hayret etmesek de hayret ettirici olmaktan çıkmıyorlar.
Yazılarımı http://allahateslim.com/ sitesinden de okuyabilirsiniz.