13 Mayıs 2014 Salı

Allah'ın Delili: Doğada Kendini Koruyan Hayvanlar

Şuursuz maddelerin ancak şuurlu bir bilincin tasarlayarak yerine getirebileceği yapıları ve olayları oluşturması, düşünen bir insanı Allah’ın varlığına yönlendirir. İman sahibi bir insanı ise, Allah’ın kudretine ve bilgeliğine hayran kalmasına…

Hiçbirimiz kendimizi kendimiz tasarlamadık… Bu söylediğimden kastettiğim tam da şu: hiçbirimiz kalp diye bir yapı tasarlamadık. Kan pompalasın demedik. Beyin diye düşünen bir et yığını olmalı demedik. Vücudumuzu geçtim; yaşadığımız çevreyi, bitkileri, gezegenleri ve bilimsel kanunları da biz tasarlamadık ama birileri tüm bunları bizim vücudumuzda var olan demir, oksijen, hidrojen gibi bilinçsiz atomların doğurduğunu söylüyor. Hatta öyle ki düşünceleri, sevgiyi, merhameti de oluşturan bu atomlar. Ateistlerin sanısına göre tüm bunlar; maddelerin tesadüfen, karmaşık ama her şeyin birbiriyle uyum gösterdiği olaylar ve yapıların meydana gelmesiyle oluştu…Tüm delilleri inceleyen biri için gerçek olansa, tüm bunların tamamen yüksek bir bilinç eseri olduğudur… Ateistlerin sanısı büyük patlamanın anlaşılmasıyla büyük bir darbe yedi. Çünkü maddenin yokluktan ortaya çıktığı kavranmaya başladıMaddeci anlayışa göre; madde her zaman vardı, bu da madde yaratılmamış olduğu demekti. Büyük patlama, maddenin bir başlangıcı olduğunu kanıtladı. Hem de tam Kuran’ın söylediği gibi her şeyin yoktan var olduğunu kanıtlıyordu. (Büyük patlama: gezegenleri, galaksileri oluşturan küçük bir noktadan doğan ve genişleyen evreni oluşturan patlama.)

 O, Evreni ve Yeryüzünü Yoktan Yaratandır. (Bakara-117) 

Konuyu pek dağıtmadan, dikkat çekmek istediğim yere gelmek istiyorum. 
‘’Doğada kendi kendini koruyan hayvanlar’’ hep ilgimi çekmiştir. Savunmasız küçük hayvanlar kendilerinden çok daha güçlü ve vahşi avcılarından öyle bilinçli ve akıllıca bir şekilde saklanıyorlar ve korunuyorlar ki…İnsanın bu küçücük hayvanlarda büyük bir akıl arayası geliyor…Üstelik bu savunmalar renklerle, desenlerle, fiziki görünümlerle yapılıyor. Örneğin bir kelebek, kendisini yiyecek avcısından korunmak için kanatlarında var olan ‘’baykuş gözü’’ desenlerini kullanıyor. Başka bir kelebeğin kanatları ise kurumuş yapraklara benziyor…Dala konduğunda sadece bir yaprak sanıyoruz kendisini…Hele ki sonbahar vaktinde, yüzlerce aynı görünümdeki yaprakların arasından, avcısının kendisini yakalaması pekte mümkün gözükmüyor… 

Bu küçücük kelebek kendi kendine mi çizdi sırtındaki deseni? Rengin güzelliğini geçtim, o göz görünümündeki deseni antenleriyle fırça tutarak mı çizdi kanatlarına? Avcılarım beni yemesin, baykuş falan sansın, şurada saklanayım mı dedi kendi kendine? Hayır. Peki bunu ne yapmış sanılara göre? DNA kodları…Ya da azotlu organik baz, beş karbonlu şeker ve fosfat mı? Bir kelebeğin yapamayacağına inandığım şeyi azotlu bazlar, fosfat molekülleri bilinçsizce bir dizi reaksiyon sonucu tesadüfen meydana getirecek ve üstelik meydana getirdikleri desen de hem harika bir renk ve görünüme sebebiyet verirken, kelebeğin kendisini düşmanlarından harika bir akıllılıkla korumasını sağlayacak. Öyle mi? Karşısında ayna olmayan kelebeğin, sırtındaki şekilden haberinin olup olmadığından da kuşkuluyum. 


Hayvanların davranışlarının Kuran’ın tarifiyle ‘’vahiy’’ sonucu yerine getirdiklerinin söylenmesi; düşünen bir insan için bir başka delil. Arıların harika bir matematikle petekler inşa etmesi, karıncaların mimari bir bilinçle oluşturdukları yuvaları gibi… 

Bu kelebek sadece bir örnek…Aynı taktiklerle düşmanından gizlenen bir sürü çeşitte böcek hatta daha büyük hayvanlar mevcut…Renk değiştiren bukelamunlar yahut okyanusların altında gizlenen hayvanlar…Hatta bir hayvanın savunmak için oluşturduğu salgı-koku da Allah’ın delillerinden. Bunlar bize, her biri bilinçsiz olan mekanizmaların ancak bilinç sahibi bir kudretin takdiriyle bunları yapabileceğini hatırlatıyor. 

Bu bilinçli desenleri kim çizdi? 

Allah’ın boyasını esas alın. Allah’tan daha güzel kim boya vurabilir! (Bakara-138) 

Bilinçsiz maddelerin bir araya gelip; estetik görünümdeki rengarenk çiçekleri, yemyeşil dağları, masmavi nehirleri oluşturması ise, yaratıcı bir kudret olmadan olasılık dahilinde bile değil. Çünkü haliyle bilinci olmayan hiçbir fiziki kuvvet, hiçbir atom yığını bu bilinci sergileyemez. 



Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

Ahlaki Anlayışı Allah Belirler, Neden?

Bundan 1400 küsur yıl önce Arap toplumunda kızları diri diri gömmek gayet normal, olağan ve hatta yapılması gereken bir şeydi. Onların ahlak anlayışlarıyla uyumluydu. Lakin günümüzde küçük bir kız çocuğunu diri diri toprağa gömmeyi bizler haliyle vahşice, canice, zalimce görüyoruz. Bunu yapanı hasta ruhlu olarak görüyoruz. Şuan günümüzde bazı kesimler ve topluluklar Eşcinselliği ”olağan” ”normal” olarak değerlendirmemiz gerektiğini empoze etmeye çalışıyorlar. Bazı toplumlarda eşcinsellik hoş karşılanmasa da bazı toplum ve topluluklarda normal ve hatta hoş olarak karşılanmakta. 

Kuran’da eşcinsellik yasaklanmış olduğundan ve hatta eşcinsel kavmin helak edilişi kıssasından ötürü Islam’ı insan hakları ile çatıştırmaya kalkışıyor gene bu çevreler. Peki bunca ahlaki değer ve olağanlaştırılmaya çalışılan durum ve tavırları ”geçerli” ve ”doğru” yapan nedir ki? Toplumlar mı? Toplumların ahlaki açıdan doğru buldukları toplumdan topluma, asırdan asıra değişirken ve hatta her insanın kendince doğrusu birbirinden bu kadar farklıyken doğruyu gerçekten doğru ilan edebilecek mercii zamana, toplumlara, kişilere, şahsiyetlere bağlı olabilir mi? Gerçekten ahlaken bir davranışın objektif açıdan mutlak bir doğru olmasını ancak Tanrı‘nın hükmü belirleyebilir. O’nun dediği yanlışsa asırdan asıra, toplumdan topluma, hatta insandan insana değişmez, şekil değiştirmez, oynamaz, O yanlış diyorsa yanlıştır. Nasıl ki ensest kimilerine göre normal karşılanması gereken bir şeyken, kimilerine göre yanlış ve iğrenç bir şey ise, diğer pek çok konuda da temelsiz bir ahlak olduğu müddetçe hiçbir şeyin doğru ve ya yanlış olduğundan söz edemeyiz. Allah olmadan, temelsiz bir ahlak olacağından, ahlaktan da söz edemeyiz aslında. Çünkü ahlak Allah inancına dayanmadığı müddetçe temelsiz, herkesin keyfine göre bir şeyleri doğru ve ya yanlış ilan ettiği kavramlar halini alır.  

Allah’tan başka bir hakem mi (hüküm koyucu mu) arıyayım? (Enam-114) 

Kuran’dan bihaber iken, eşcinsellik vb şeyler bana gayet normal gelirdi. Bana göre bir insan öyle hissediyor ise öyle olmalıydı, öyle yaşamalıydı. Mesela bir insana uyuşturucu kullanmak ve satmak hoş geliyorsa ben neye göre buna kötü yahut iyi diyebilirdim ki?
Zaten gelip geçici bir dünya. Allah yoksa, bir eylemin iyi ya da kötü olması tamamen bizim kişisel olarak belirlediğimiz bir şeye dönüşüyordu. Ateist tanıdıklarıma baktığımda gayet bir fiile ve ya düşünceye kötü yahut iyi diyebiliyorlardı, kendi kafalarına göre… Zina iyidir. Adam öldürmek kötüdür. Bunun gibi örnekler… Oysa, Allah yoksa ne iyisi ne kötüsü? Hiçbir şeyi iyi ve ya kötü olarak temellendiremeyiz ki.
Zaten öleceğiz ve fiillerimizin hesabını vereceğimiz hiçbir kimse yok! Ödemeyeceğiz! 

Biz kimseye durduk yere zulmedemeyiz. Hükümleri de biz koyamayız. 

Eğer şimdi kafamıza göre bir şeyi beğenip beğenmeyerek Allah’ı suçluyor yahut İslam’a düşmanlık ediyorsak bir kere daha düşünmekte fayda var. Bizim beğenmediğimiz bir şey, bizim kişisel olarak beğenmediğimiz bir şeydir, bir başkası sorun yapmayabileceği gibi, bizim İslam’daki bir kuralı beğenmiyor olmamız o emri yanlış kılmaz. 


Ben kendi koyduğum iyiyi kötüyü doğruyu yanlışı neye göre belirliyorum ki? Arkadaş çevreme göre mi, keyfime göre mi? Sezgilerime göre mi? Hislerime göre mi? Peki benim iyi ve ya kötü bulduğum şey hiçbir mutlak nokta olmadan, referans alabileceği hiçbir nokta olmadan nasıl iyi ve kötü olabilir? Üstelik benim doğru ve ya yanlış bulduğum bir durumu, başkası destekleyip desteklemediğinde de bir şey demeye hakkım olmuyor. Yani ben eşcinselliği hoş görmeliyiz dediğimde; hislerim, kendi anlayışım bunu doğru bulduğunda dahi sırf bu referans noktası yetersizliğinden karşıt düşünene de dolayısıyla yanlış düşünüyorsun, diyemem.

Allah, günahkarlar hakkında çok güzel bir ayet bildirmiş bizlere :

Günahlarının ne olduğu, günahkârlardan sorulmaz. (Kasas-78)


Anlaşılan; tek bir hüküm koyucuya ihtiyacımız var, tüm insanlar olarak.


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.


Müminler eşcinselleri hoş mu görmeli adlı şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.


2 Mayıs 2014 Cuma

İnkarcılar Allah'a İnanmaya Özlem Duyar



Geçmişimde çokça küfre batan insan saklı.

Kuran, inkarcılara dair bize pek çok bilgi verir. Onların gerçeğe getirdikleri tepkilerinden, ifadelerinden, itiraz cümlelerinden Kuran’ın gerçekten rehber bir kitap olduğunu anlarız. Hatta bazen Kuran’da bazı inkarcıların söylediği sözlere günlük yaşantımızda da başka inkarcılardan bire bir duyarız. Elbette Kuran’a vaktini verip, Allah’a boyun eğenler için imanı arttırıcı anlardandır böyle anlar. İçimiz ürperir. Gene Kuran’dan küfre batanların karakterlerine, kişiliklerine dair pek çok bilgi edinmek mümkün.

Kuran hayatıma girmeden evvel nasıl bir kişi olduğumu, hayata dair hislerimi, kalbimdeki acıları, beynimdeki sancıları hatırlıyorum.

Çevremde Allah’ı, İslam’ı alaya alan, inkar eden, hayatın var oluş sebebini boşlayarak, dini inanca karşı çıkarak özgürleştiğini sanan; oysa daha kendi bedenine bile söz geçiremeyen çokça insan vardı. Pek çoğuyla uzun uzun sohbetler ettim. Pek çok ateist döküman inceledim. Hatta o zamanlar yer altı edebiyatına, varoluş felsefesine merak saldım. (Bu dökümanlar, dini kaynak olamayan ve Kur'an ile açıkça çelişen hadisleri, yanlış Kur'an çevirilerini ve ayetlerden cımbızlama yaparak doğruyu çarptırma içeriyordu). 



Anladığım şuydu: Tanrısızlık insanoğlunu kör bir kuyu gibi içine çekiyordu ve göğsünü karanlıkla bastırıyordu. Aynı Kuran’da anlatıldığı gibi.


Her defasında Tanrı’yı inkar etmek, O’nun yokluğunda acı çekmek demekti. 

”Keşke Allah’a inansam”, ”Keşke Tanrı olsaydı”, ”Keşke inançlı olsaydım, bunlar bir yalan da olsa bu yalanı yaşayabilseydim” diyenleri; ”Keşke huzur dolsaydı kalbime, Tanrıya inanan bir müslüman olsaydım” diyenleri tanıyorum. Bulantısından çıkamayıp depresyon haplarıyla günlük hayata tahammül etmeye çalışıyor çoğu. Allah yok diye içki, ot ile beyinlerini uyuşturmaya çalışıyorlar. İçlerindeki anlamsızlıkla, boşlukla ayık yaşayamıyorlar. Çünkü, akıllarından geçenler, içlerindeki karanlık, onlara derin bir acı veriyor.

Yaşadıkları hayatın tatminsizliğinin onlar da farkında. Ne yaparlarsa yapsınlar, hayatta karşılaştıkları sıkıntılar, ruh halleri onları rahat bırakmıyor. Zengini de fakiri de böyle. Çünkü fıtrata uygun olmayan yaşam, allak bullak ediyor. Allah’ın yok sayıldığı hayatlarında acı çekiyorlar. Para sadece bir diğeri için daha fazla gösteriş/üstünlük sağlama aracı/süslü bir oyalanma demek. Anlamlılığı sağlamıyor. Dünyevi amaçları olması da anlam vermiyor. Çünkü kendileri de çok iyi biliyorlar ki, amaçlarına erişseler de, hayatlarına devam etmek için hep yeni bir amaç edinmeleri gerek. Ölüm gerçeği, sonunda tüm hayatlarının ve sevdiklerinin, çabaladıkları her şeyin son bulacağını bağırıyor. Günü gelince tamamen yok olacak olan bir yatırımın, değeri, insanın içine sinen bir anlamı olabilir mi?

İnsan gerçek sevgiye, içtenliğe, samimiyete, inanca, var oluşunun arkasındaki anlama ve ona uygun yaşamaya muhtaç. Gece karanlık yatağında, gerçekten hiçbir şeyin bir şey ifade etmediğini gördüğünde, esir oluyor yalnızlığına. Kimseden gerçekten değer görmediğini hissettiğinde düşüyor. Tüm bunlardan onları tek kurtarabilecek şeyin ”inanç” olduğunu fark ediyorlar. 

Oysa Allah’ı bilen bir mümin, O’nun tarafından umursandığını, O’nun tarafından gerçek bir değerin kendisine bahşedildiğini, gerçek merhameti, sevgiyi, güveni tatmaya başlıyor. Çünkü biliyor ki, insanların hepsinden kazık da yese zaten kimse Allah gibi dost değil. (Bkz: Nisa 45). Ayrıca dünyada yaşarken, ölümden sonra bile geçerli olan bir yatırımı var: Allah yolunda neler yaptığı.

Bana özgürlüğü veren dinim oldu. Başka bir deyişle tevhid yani sadece Allah'a kulluk etmem oldu. Artık başka hiçbir şey benim için birinci sırada olamaz. Ne karşı cins, ne okul puanım, ne iş için ürettiğim proje, hatta çocuğum...Allah'tan başkasının kulu değilim. Paramın bile. Bunlar için gösterdiğim çaba, benim için Allah için gösterdiğim çabaya değer olarak yaklaşamaz. Ateist ve agnostik olma kimlikleri arasında gidip gelirken, dinlere saçmalıklarını gördüğü için dinlere inanmayan biriyken ve çevremde "anlamasan da dua etsen de olur, Allah sevap verir" gibi mantık dışı (Kur'an ile uyuşmayan) öğretileri bana din gibi bilmeden kakalayan insanlar varken, gerçeği aramaya çalışıyordum. Göğüs kafesimde tam da Kur'an'da anlatılan basınç hissi vardı. Allah'ın lütfu ile geçti. Doğadaki delilleri görüp, Allah'ın varlığını anlıyordum ama dinler saçma geliyordu, bunun dışında bir Yaratıcının koca kainatı yaratıp daha sonra umursamaması (deizm) da mantıklı gelmiyordu. Çünkü Allah'ın her an her şeyi kontrol eden mekanizması ortadaydı. Ta ki ışıklardan oluşan Kur'an gerçeklerini anlayana kadar, benim de küfür dolu günlerim geçti. Kur'an'ı okudukça da, iman etmeyen insanların duygu ve düşünce dünyalarını muazzam isabetlerle anlatması beni imanla doldurdu. 

Tam da saatlerce bana "keşke Tanrı olsaydı, keşke müslüman olsaydım" diye ağlayan ateist birine şahit olan bana, mantığıma ve vicdanıma uyacak makul gerçekleri bulana kadar "inanmayı" arzulayan bana, ateistlerin müslüman olmayı istemelerinin bildirilmesi tokat gibi vurmuştu:

O küfre batmış olanlar, zaman zaman, keşke Müslüman olsaydılar diye derin bir özlem duyarlar. 

Bırak onları yesinler, nimetlenip zevk etsinler ve sonu gelmez arzu kendilerini oyalasın. Ama yakında bilecekler. (Hicr Suresi, 2-3)

Allah ayetleriyle, mümine verdiği imanla, onu iyiye ve güzele kılavuzlamak istediğini bildiriyor. İslam’ın yolu ise yürüyene gerçekten iyilik ve güzelliklerle dolu. Çevresinde bunca delile rağmen, Allah'ı reddedenler, en yüce varlığa kulluk etmek, O'nu yüceltmek istemez. Kişiliklerine ağır gelir böyle bir şey, çünkü kibirlidirler. Doğadaki ve iç dünyalarındaki ayetler ile felsefi akıl yürütmeleri ile Allah'ın varlığına ve 1 tane olduğuna ulaşanlar için geriye tek bir adım daha kalır. Allah'tan olduğu iddia edilen dinleri ve din kaynaklarını, kutsal kitapları incelemek. İncil ve Tevratı inceleyen, müjdelenen Muhammed Peygambere ulaşır. Kur'an'ı inceleyen dinin tek kaynağının Kur'an olduğunu bildiren ayetlere (Ankebut 51, Nahl 89), Kur'an ile hem de kendi içlerinde çelişkili olan hadislerin kaynak olamayacağına ulaşır ve gerçek dinin sadece Kur'an olduğunu anlayarak, ışık dolar. 

Kur'an ile haşır neşir oldukça, kişinin kalbi yumuşar, benliği sert katı bir insan olmaktan uzaklaşır. 

Ondan derileri ürperir, Rablerine saygı duyarlar, O'na boyun eğerler. Sonra, derileri ve kalpleri Allah'ın zikri ile yumuşar. 
(Zümer, 23.ayet) 

Müminlerin kalbi huzursuzluktan, karamsarlıktan, kaygılardan, karanlıktan uzaktır. Müminlerin kalbi huzur ve güven duygusu ile doludur. Huzuru veren, her şeyi bilgi ile yaratanın Allah olduğunu bilmeleri, O'na dayanarak yaşamaları, cennet ile müjdelenmeleridir. Bunun aksinde yaşayanların ise kalplerinde tam tersi bir atmosfer yaşanır.

İmanlarına iman katsınlar diye, kalplerine güven ve huzur indiren O'dur. (Fetih, 4.ayet) 

Allah'ı anmaktan uzak olan, O'nun kitabı ile (gerçeklerle) bağlantısız yaşayan kişi, karamsar bir yapıdadır. 


O halde, öğüt fayda verirse hatırlat. Allah'a saygı duyan kimse, ondan huşu duyar, öğüt alır. Karamsar olan ise, ondan kaçınır. (Ala Suresi, 9, 10, 11.ayetler)




Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.