Geçmişimde
çokça küfre batan insan saklı.
Kuran,
inkarcılara dair bize pek çok bilgi verir. Onların gerçeğe getirdikleri
tepkilerinden, ifadelerinden, itiraz cümlelerinden Kuran’ın gerçekten rehber
bir kitap olduğunu anlarız. Hatta bazen Kuran’da bazı inkarcıların söylediği
sözlere günlük yaşantımızda da başka inkarcılardan bire bir duyarız. Elbette
Kuran’a vaktini verip, Allah’a boyun eğenler için imanı arttırıcı anlardandır
böyle anlar. İçimiz ürperir. Gene Kuran’dan küfre batanların karakterlerine,
kişiliklerine dair pek çok bilgi edinmek mümkün.
Kuran
hayatıma girmeden evvel nasıl bir kişi olduğumu, hayata dair hislerimi,
kalbimdeki acıları, beynimdeki sancıları hatırlıyorum.
Çevremde
Allah’ı, İslam’ı alaya alan, inkar eden, hayatın var oluş sebebini boşlayarak,
dini inanca karşı çıkarak özgürleştiğini sanan; oysa daha kendi bedenine bile
söz geçiremeyen çokça insan vardı. Pek çoğuyla uzun uzun sohbetler ettim. Pek
çok ateist döküman inceledim. Hatta o zamanlar yer altı edebiyatına, varoluş
felsefesine merak saldım. (Bu dökümanlar, dini kaynak olamayan ve Kur'an ile
açıkça çelişen hadisleri, yanlış Kur'an çevirilerini ve ayetlerden cımbızlama
yaparak doğruyu çarptırma içeriyordu).
Anladığım şuydu:
Tanrısızlık insanoğlunu kör bir kuyu gibi içine çekiyordu ve göğsünü karanlıkla
bastırıyordu. Aynı Kuran’da anlatıldığı gibi.
Her
defasında Tanrı’yı inkar etmek, O’nun yokluğunda acı çekmek demekti.
”Keşke
Allah’a inansam”, ”Keşke Tanrı olsaydı”, ”Keşke inançlı olsaydım, bunlar bir
yalan da olsa bu yalanı yaşayabilseydim” diyenleri; ”Keşke huzur dolsaydı
kalbime, Tanrıya inanan bir müslüman olsaydım” diyenleri tanıyorum.
Bulantısından çıkamayıp depresyon haplarıyla günlük hayata tahammül etmeye
çalışıyor çoğu. Allah yok diye içki, ot ile beyinlerini uyuşturmaya
çalışıyorlar. İçlerindeki anlamsızlıkla, boşlukla ayık yaşayamıyorlar. Çünkü,
akıllarından geçenler, içlerindeki karanlık, onlara derin bir acı veriyor.
Yaşadıkları
hayatın tatminsizliğinin onlar da farkında. Ne yaparlarsa yapsınlar, hayatta
karşılaştıkları sıkıntılar, ruh halleri onları rahat bırakmıyor. Zengini de
fakiri de böyle. Çünkü fıtrata uygun olmayan yaşam, allak bullak ediyor.
Allah’ın yok sayıldığı hayatlarında acı çekiyorlar. Para sadece bir diğeri için
daha fazla gösteriş/üstünlük sağlama aracı/süslü bir oyalanma demek.
Anlamlılığı sağlamıyor. Dünyevi amaçları olması da anlam vermiyor. Çünkü
kendileri de çok iyi biliyorlar ki, amaçlarına erişseler de, hayatlarına devam
etmek için hep yeni bir amaç edinmeleri gerek. Ölüm gerçeği, sonunda tüm
hayatlarının ve sevdiklerinin, çabaladıkları her şeyin son bulacağını
bağırıyor. Günü gelince tamamen yok olacak olan bir yatırımın, değeri, insanın
içine sinen bir anlamı olabilir mi?
İnsan
gerçek sevgiye, içtenliğe, samimiyete, inanca, var oluşunun arkasındaki anlama
ve ona uygun yaşamaya muhtaç. Gece karanlık yatağında, gerçekten hiçbir şeyin
bir şey ifade etmediğini gördüğünde, esir oluyor yalnızlığına. Kimseden
gerçekten değer görmediğini hissettiğinde düşüyor. Tüm bunlardan onları tek
kurtarabilecek şeyin ”inanç” olduğunu fark ediyorlar.
Oysa
Allah’ı bilen bir mümin, O’nun tarafından umursandığını, O’nun tarafından
gerçek bir değerin kendisine bahşedildiğini, gerçek merhameti, sevgiyi, güveni
tatmaya başlıyor. Çünkü biliyor ki, insanların hepsinden kazık da yese zaten
kimse Allah gibi dost değil. (Bkz: Nisa 45). Ayrıca dünyada yaşarken, ölümden
sonra bile geçerli olan bir yatırımı var: Allah yolunda neler yaptığı.
Bana özgürlüğü veren dinim oldu. Başka bir deyişle tevhid yani sadece Allah'a kulluk etmem oldu. Artık başka hiçbir şey benim için birinci sırada olamaz. Ne karşı cins, ne okul puanım, ne iş için ürettiğim proje, hatta çocuğum...Allah'tan başkasının kulu değilim. Paramın bile. Bunlar için gösterdiğim çaba, benim için Allah için gösterdiğim çabaya değer olarak yaklaşamaz. Ateist ve agnostik olma kimlikleri arasında gidip gelirken, dinlere saçmalıklarını gördüğü için dinlere inanmayan biriyken ve çevremde "anlamasan da dua etsen de olur, Allah sevap verir" gibi mantık dışı (Kur'an ile uyuşmayan) öğretileri bana din gibi bilmeden kakalayan insanlar varken, gerçeği aramaya çalışıyordum. Göğüs kafesimde tam da Kur'an'da anlatılan basınç hissi vardı. Allah'ın lütfu ile geçti. Doğadaki delilleri görüp, Allah'ın varlığını anlıyordum ama dinler saçma geliyordu, bunun dışında bir Yaratıcının koca kainatı yaratıp daha sonra umursamaması (deizm) da mantıklı gelmiyordu. Çünkü Allah'ın her an her şeyi kontrol eden mekanizması ortadaydı. Ta ki ışıklardan oluşan Kur'an gerçeklerini anlayana kadar, benim de küfür dolu günlerim geçti. Kur'an'ı okudukça da, iman etmeyen insanların duygu ve düşünce dünyalarını muazzam isabetlerle anlatması beni imanla doldurdu.
Tam da saatlerce bana "keşke Tanrı olsaydı, keşke müslüman olsaydım" diye ağlayan ateist birine şahit olan bana, mantığıma ve vicdanıma uyacak makul gerçekleri bulana kadar "inanmayı" arzulayan bana, ateistlerin müslüman olmayı istemelerinin bildirilmesi tokat gibi vurmuştu:
O küfre
batmış olanlar, zaman zaman, keşke Müslüman olsaydılar diye derin bir özlem
duyarlar.
Bırak
onları yesinler, nimetlenip zevk etsinler ve sonu gelmez arzu kendilerini
oyalasın. Ama yakında bilecekler. (Hicr Suresi, 2-3)
Allah
ayetleriyle, mümine verdiği imanla, onu iyiye ve güzele kılavuzlamak istediğini
bildiriyor. İslam’ın yolu ise yürüyene gerçekten iyilik ve güzelliklerle dolu.
Çevresinde bunca delile rağmen, Allah'ı reddedenler, en yüce varlığa kulluk
etmek, O'nu yüceltmek istemez. Kişiliklerine ağır gelir böyle bir şey, çünkü
kibirlidirler. Doğadaki ve iç dünyalarındaki ayetler ile felsefi akıl
yürütmeleri ile Allah'ın varlığına ve 1 tane olduğuna ulaşanlar için geriye tek
bir adım daha kalır. Allah'tan olduğu iddia edilen dinleri ve din kaynaklarını,
kutsal kitapları incelemek. İncil ve Tevratı inceleyen, müjdelenen Muhammed
Peygambere ulaşır. Kur'an'ı inceleyen dinin tek kaynağının Kur'an olduğunu
bildiren ayetlere (Ankebut 51, Nahl 89), Kur'an ile hem de kendi içlerinde
çelişkili olan hadislerin kaynak olamayacağına ulaşır ve gerçek dinin sadece
Kur'an olduğunu anlayarak, ışık dolar.
Kur'an ile haşır neşir oldukça, kişinin kalbi yumuşar, benliği sert katı bir insan olmaktan uzaklaşır.
Ondan derileri ürperir, Rablerine saygı duyarlar, O'na boyun eğerler. Sonra, derileri ve kalpleri Allah'ın zikri ile yumuşar.
(Zümer,
23.ayet)
Müminlerin kalbi huzursuzluktan, karamsarlıktan, kaygılardan, karanlıktan uzaktır. Müminlerin kalbi huzur ve güven duygusu ile doludur. Huzuru veren, her şeyi bilgi ile yaratanın Allah olduğunu bilmeleri, O'na dayanarak yaşamaları, cennet ile müjdelenmeleridir. Bunun aksinde yaşayanların ise kalplerinde tam tersi bir atmosfer yaşanır.
İmanlarına iman katsınlar diye, kalplerine güven ve huzur indiren O'dur. (Fetih, 4.ayet)
Allah'ı anmaktan uzak olan, O'nun kitabı ile (gerçeklerle) bağlantısız yaşayan kişi, karamsar bir yapıdadır.
O halde, öğüt fayda verirse hatırlat. Allah'a saygı duyan kimse, ondan huşu duyar, öğüt alır. Karamsar olan ise, ondan kaçınır. (Ala Suresi, 9, 10, 11.ayetler)
"inkarcı" ifadesi ne kadar da kibirli, ne kadar da önyargılı bir ifade... sanki bir şeyin varlığı yüzde yüz, açık seçik kanıtlanmış ve kabul edilmiş şekilde ortada da; birisi bunu "inkar" etnekte ahmakça direniyor... yok öyle bir şey... önce bir karşı tarafın argumanını doğru dürüst anlayıp onun da haklı olabileceğini değerlendirip bu çeşit gizli kapaklı "laf çakmalardan" imtina edin de; oturup konuşulabilir bir zemin oluşsun. sizler de dinsiz bir adama göre de: "var olmasını dilediği şey "varmış" gibi davranan irrasyonel varlıklarsınız" neticede.
YanıtlaSil1. Biz iman edenler olarak ve yaratıcımız tarafından gönderilen bir kitaba şüphe duymayanlar olarak, yaratıcımızın da kullandığı ''inkarcılar'' ifadesini kullanmaktan gocunmuyoruz. çünkü tam da sizin söylediğiniz gibi BİZE GÖRE ZATEN YÜZDE YÜZ; AÇIK SEÇİK KANITLANMIŞ BİR YARATICI VAR. E haliyle aklı başında (düşünebilen, üretebilen) BELLİ BİR ŞEYİ KABUL ETMİŞ ''topluluk'' olarak kendimize has söylemlerimiz olması da yadırganamaz!
YanıtlaSil2. ''önce karşı tarafın argümanını dinleyin'' vs vs vs ya hu nereden biliyorsunuz? Sizin kesimin bu ZANCI TUTUMUNUN sebebi de nedir?
Siz benim ne kadar ateizm görüşünü inceleyip incelemediğimi, ateistlerin argümanlarından ne kadar haberim olup olmadığını pardon da neye göre değerlendirdiniz? Bu kadar sene benimle birlikte mi yaşadınız yoksa??? Nereden biliyorsunuz???
Merak ediyorsanız söyleyeyim, bir müddet ateist, agnostik görüşlere sahip dönemler geçirdim.
Pek çok ateist döküman inceledim.
Yaratıcı fikrini reddeden, varoluşçu felsefenin ürünü olan edebi romanları okudum.
ateist bir sürü platforma katıldım.
ateist, agnostik arkadaş çevresi edindim.
tam bir din karşıtıydım.
yani sizin o dediğiniz, karşı tarafın argümanlarını bizzat söyleyen biriydim!
Daha sonra gördüm ki argümanlarıma karşıt olarak daha akılcı-mantıklı yanıtlar verebilen ciddi anlamda felsefi düşünceler üretildiğini gördüm.
Bir şey daha fark ettim, eleştirdiğim din, İSLAM diye adlandırılan UYDURMA BİR DİNMİŞ!
Sizin gibi bana böyle mesajlar atanlar çok oluyor, bir dönem ateisttim zaten argümanları ben söylüyordum daha sonra karşı taraftan mantıklı-tutarlı yanıtlar gördüm; deyince de ÖZÜR DİLİYORLAR (sizin gibi zan ile konuşanlar)
3. Kusura bakmayın, size laf çakan yok, İNKARCI dememizin (Allahın da inkarcı demesi) niye bu kadar zorunuza gitti?
Size göre yüzde yüz yoksa, bunu inkar ediyor olmanız bir şeref olmalı zaten!
Bu konuya nereden baktığınızla alakalı????
Biz üretmeye çalışan müslümanların ağzından ne cümle çıksa, sizin rahatınız bir şekilde bozuluyor zaten.
İnkarcı yerine ne diyelim?
Ateist? (Allah'ı kabul etmeyen desek ee burada da birileri tarafından yüzde yüz kabul edilmiş Allah'ı inanmayan tanımı söz konusu?)
Bilmeyenler, reddedenler??? NE diyelim yani? Bu kelimeleri de aynı tarafa çekersiniz ki siz, reddedenler deyince de ''sanki tanrı var da reddediyoruz'' şeklinde cevaplar gelir.
4. Bu çocukça alınganlıklarla yorum yazmayın zira sadece kendinizi acınası bir duruma düşürüyorsunuz.
Selamlar