27 Ağustos 2014 Çarşamba

AVM'deki İnsanlardan Aldığım İbretler

Geçtiğimiz Ramazan ayında sevdiğim biriyle orucumuzu açtıktan sonra akşam namazımızı dışarıda bir camide kılalım dedik. Camiye gittiğimizde bizden başka kimsecikler yoktu. Belki bir ve ya iki kişi anca gelmiştir. Namazımızı kıldıktan sonra, caminin karşısındaki alışveriş merkezinin, kafelerin, mağazaların olduğu bir alana geçtik. Koskoca cami namaz saatinde bomboşken burası alabildiğine kalabalıktı. Etraf tıklım tıklımdı. Ağaçlara ışıklı süsler takılmış, mağazalar insanları kendisine çekmek için müziklerini açmıştı. 
İftar saati geçeli yaklaşık bir saat olmasına rağmen bazı yeme yerlerinde yemek bekleyenler vardı. Ramazan ayında belli ki oruç tutması gereken, yeni yemek yemiş olması gereken dolayısıyla tok olması gereken bir yığın kişi, bu görevini yerine getirmemişti. 

Namaz saatinde caminin dolması gerekirken, tam tersi olmuş insanlar mescite uğramamış kendini süslü ışıkların, alışverişin, oyalanmanın, öylesine vakit geçirmenin, dünyalık işler peşinde boş sohbetler etmenin, kendisini eğlendirmenin peşine düşmüştü. Çocuklar atlı karıncanın, dönme dolapların peşinde oyalanırken; büyükler de bir o kadar bu yapay gösterinin altında oyalanıyordu! Çocukların oyuncaklara kandığı gibi onlar da satın aldıkları kıyafetlere kanıyorlardı!


Orada, kendisini ”gayet iyi birisi” olarak gören insanlara, ”Ne için yaşıyorsun” diye sorsak, ”Allah için” cevabını alır mıyız acaba? Bu cevap çevremizdeki insanların kaçının anında aklına gelir? Allah için yaşayan bir insanın gününü Allah için yaşaması gerekmez mi? Allah’ın emirlerini yerine getirmesi, yasakladıklarından yüz çevirmesi gerekmez mi? ”Allah için yaşıyorum” diye cevap veren bunları yerine getirmiyorsa sadece ”inandık” deyip geçenlerden olmaz mı? Allah var mı diye sorduğumuzda ”Var” cevabını aldıklarımız gerçekten Allah’ı hayatlarının neresinde tutuyorlar acaba? Gerçekten merkezinde mi, yoksa sorulduğunda var deyip geçtikleri bir yerde mi? 



İnsanlar, iman ettik deyip, imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?

(Ankebut Suresi, 2.ayet)


Allah’ın emrini böylesine umursamayan insana ben gönülden ”iyi biri” diyemiyorum. Bana zararı dokunmasa da, böyle insanlara gaflettesin, nankörsün, umursamazsın, uykudasın demek geliyor içimden! İyi biri olduğuna emin misin diye sormak geçiyor içimden. İnsan, Allah’a şükretmek için secdeye kapanmıyorsa, ibadet etmesi gerektiği vaktin bile farkında olmayıp oyalanma peşindeyken, rızkı verene şükredip oruç tutmamışken ”sen iyisin” diyebilir miyim? Bu umursamazlık iyilik göstergesi olabilir mi, bu düpedüz nankörlük değil midir? Bazı insanların gerçekten gaflet uykusu pek bir ağır! Allah dilerse biz ömür boyu ”hesabın” yaklaştığını unutmayanlardan oluruz.


Yaklaştı insanlara hesapları! Ve onlar hâlâ gaflet içinde yüz çevirip durmadalar. Rablerinden kendilerine ulaşan, söze bürünmüş her yeni öğüt ve hatırlatmayı ancak eğlenerek dinliyorlar. Kalpleri hep oyun ve oyalanmada… (Enbiya Suresi, 1, 2, 3)

Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

Art Niyet ve İffet

Sabahleyin Türkiye’de işlenen tecavüz suçundan indirim alan tecavüzcülerin indirim alma sebeplerini okuyordum. Maalesef ülkemizde ve dünyada adaletsizce alınan yanlış kararlara rastlıyoruz. Çantasında doğum kontrol hapı taşıyan bir kıza tecavüz ettiğinden ötürü indirim alanlar mı yok, beni o tahrik etti diye normal karşılananlar mı…Ne ararsanız var. Neredeyse ”kadın olmanız tecavüze uğramanızı meşru kılar” diyecekler utanmadan.


Daha sonra birinden şöyle bir yorum duydum: ” Aç olan bir insan düşünün, yanından da yemek geçiyor… ” diyerek ” bu sadece bir anlık bir şey” diyip bazı art niyetli bakışları ve düşünceleri normalleştiriyordu. İnsanda belli bir ahlak anlayışı olmayınca söylediği sözün nereye gittiğini anlayamıyor tabi. Bazen hayatı ”tam çözemeyince” kafamıza göre olabilirler üretiyoruz. Bu anlayış içeriğindeki yanlışlıkla beraber pek çok şeyi de beraberinde meşrulaştırıyor. ”Canım tatlı istiyordu yanımdan pasta geçerken dayanamadım bir parmak attım” da diyebiliyor biri, ”dayanamadım çok açtım saldırdım” da diyebiliyor başka biri. ‘’Yemek geldi soframa koyuldu, ben de çok açtım dayanamadım’’ diyip aldatma ve zinalarda oluyor. Bir anlık ne olacak diye meşrulaştırmalar bir saatlik bir gecelik bir şeydi diye meşrulaştırmalara da dönüyor. Bu bizim ahlak anlayışımızın tepe taklaklığından neredeyse o kadar meşru görülen tacizler, tecavüzler, normalleştirilen aldatmalar artniyetler ve zinalar dolu ki. Dünyanın bazı yerlerinde tacizleri, tecavüzleri de anlık suçlar, zayıflıklar olarak normalleştiriyor kimileri. 


Halbuki dışarıdaki hiçbir şey, bizim zayıflıklarımız ya da başka şeyler bizim artniyetliliğimiz için, iffetsizliğimiz için gerekçe olamaz. Yusuf Peygamberimiz bu konuda harika bir örnek. Ondan faydalanmaya çalışan bir kadının baskısına ve arzusuna rağmen tüm asaletiyle dönüp gidecek bir iffete sahipti Yusuf Peygamber. Başkasının iffetsizliği, O’nu iffetsizliğe itmemişti. Takvası, ona bu iffetsizliğe karşılık ‘’zindanı’’ bile daha sevimli gösteriyordu. 

Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir iştir, yol olarak da çok kötüdür. (İsra-32) 

Zinaya ve bu tarz iffetsiz durumlara tiksintiyle bakmalıdır mümin. Önce Allah’dan çekinmelidir. 

Müminlik tüm bu artniyetli duygular içerisine girmemeyi, iffetsiz hallerden sıyrılmayı, bizi artniyetin içine çekebilecek durumlara karşı ‘’bakışlarımızı indirmemizi’’ , ‘’yüz çevirmemizi’’, Allahın verdiği nimeti hatırlamamızı ve takvamıza sımsıkı sarılıp Allahı hatırlamamızı gerektiriyor. 

Mümin erkeklere söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır. (Nur-30)Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını korusunlar… (Nur-31)

Çevrede pek çok sakınmayan kadınlara ve sakınmayan erkeklere rastlayabiliyoruz tabi. Artniyetli kadın ve erkekler dolu dışarıda. Allah’ı umursamadan giyilen kıyafetler var. Kibirle, podyumdaymışçasına atılan adımlar, abartılı hareketler, etrafa poz verenler de var. 

Oysa Allah bizi kibri bırakmaya, giyimimizde hareketlerimizde ölçülü olmaya ve sakınmaya, yürüyüşümüzde kadın-erkek normal olmaya, alçak gönüllü olmaya, ayaklarımızı yere vurmamaya (Nur Suresi 31.ayet), tevazu sahibi olmamıza, kötü olandan yüz çevirmeye, böylesi durumlarla ve iffetsiz hallerle karşılaşınca bakışlarımızı eğmemize, art niyetsiz olmaya çağırıyor. 



Rahman’ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden, tevazu ve vakar içinde yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, “selam” derler. (Furkan-63) 

Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah, kurula-kurula kendini övenlerin hiçbirini sevmez. Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt. Şu bir gerçek ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.(Lokman-18,19) 

Maalesef tüm bunlar ahireti unutan insan için düşülen gaflet halleri…Bir arkadaşım gençken iffetsiz olan bir kadını ibret olarak anlatmıştı. Gençken türlü türlü iffetsizlikler işlenmiş, zaman geçmiş, gençlik bitmiş, yaşlılık gelmiş, artık çökmüş yaşlı bir kadın olmuştu. Bunda büyük bir ibret var. İffetsiz kadın ve erkekler her zaman böyle güçlü, çekici olacaklarını sanıyorlar herhalde. Ölüm gerçeğini yeterince kavrayamadıklarından, ahireti, Allah’ı layıkıyla bilip yaşamadıklarından, iffetsizliklerine ve anlık hatalarına kapılıp gidiyorlar.

Oysa bir mümin için çekici olan, işte bu iffetsizlikler, iffetsiz kadın ve erkekler değil; ‘’Allah, ahlak, takva, İslam yolunda çalışmak ve hidayetli olmaktır.’’. Mümin bunlara kapılan kişidir, dünyevi aldatmalara kötü yönlere çekenlere değil. 

Dilerim ki bizler; kadın ve erkek olmanın güzelliğini, zayıflıklarımızı sevdiğimiz insanla doyurup yaşayanlardan oluruz. Allah’ın verdiği bu duyguları en güzel olan helaliyle yaşamamız dileğimle…




Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.

http://www.allahateslim.com/

24 Ağustos 2014 Pazar

Bizden Öncekilerin Sonu


Kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmek için yeryüzünü dolaşmıyorlar mı? Öncekiler bunlardan daha çoktu, daha güçlüydüler ve yeryüzündeki eserler bakımından daha üstündüler. Ama kazandıkları şeyler kendilerine hiçbir şey sağlamadı… (Mümin, 82) 

Bu dünyada servet peşine saltanat peşine düşenlere, sahip olduklarıyla üstünleşme çabasına girenlere, dünyalık hırslar peşinde sürüklenenlere en güzel cevapları veriyor Kuran. 

Allah ibret alalım diye eski kavimlere, onların bıraktıklarına dikkatimizi çekiyor. Bizden senelerce evvel yaşamış insanların bıraktığı eski ve çökmüş yapılar bizim için dünyada saltanat ve sefanın gelip geçici olmak üzere yaşandığının kanıtı aslında. 


Eski insanlar bir yığın devasa yapılar kurmuş. Gösterişli çeşmeler, sanat harikası heykeller, dinlenilen havuzlar, hamamlar, rengarenk bahçeler yapmışlar. Peki tüm bu saydığım yapılar şimdi ne halde? Tavanları çökmüş, her biri eskimiş, kimi insanı ürküten harabe halini almış, terk edilmiş, çeşmeler kurumuş, heykeller kırılmış, bahçelerde gösterişten eser kalmamış, çiçeklerin yerini kurumuş otlar sarmış. Onların bıraktıklarından geriye günümüze kalan tablo bu…

De ki: “Yeryüzünde dolaşın da öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bir bakın! Onların çoğu şirke sapan insanlardı.” (Rum Suresi, 42)




Tıpkı sizden öncekilere benziyorsunuz. Sizden daha güçlüydüler, sizden daha çok mal ve çocuklara sahiptiler. Kendi nasipleriyle zevk sürdüler. Siz de kendi payınıza düşenle zevk sürdünüz. Tıpkı sizden öncekilerin kendi nasipleriyle zevklendikleri gibi. Tıpkı onların dalıp gittiği gibi siz de dalıp gittiniz. İşte böylelerinin amelleri dünyada da âhirette de boşa çıkmıştır. Onlar, kaybedenlerdir. (Tevbe Suresi, 69)  

”Ne saray sahiplerine sarayları, ne de sultanlara hükümdarlık ilan ettikleri topraklar gerçekten ne fayda getirmiş” diye sorduğumuzda, yalnızca bir süreliğine sefa sürmüşler diyor insan… Üstelik onlar da yeri geldiğinde kıtlıkla, hastalıkla, kederle, güçsüzlükle sınanıyorlardı. Bir yığın insanı asan, önlerinde korkulan krallar şu an çürümüş kemiklerden ibaretler toprağın altında. Onlara zamanında uçsuz bucaksız gelen, at sürdükleri topraklarda pek çok şey değişmiş…Ordulara hükmeden imparatorlardan ses-seda yok. Bizimle onların sonu aynı: Ölüm. 

Allah bilir, belki bizden sonra gelenler de bizden kalan yıkıntılara ibret gözüyle bakar. Nice saray sahiplerine, nice sultanlara bu ihtişamlar fayda vermedi. Allah’a teslim olarak yaşayan, Allah’a hizmet eden, O’nun affını kazananlar başka… 


Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuş görsünler? Onlar, hem kuvvetçe hem de yeryüzündeki eserler bakımından bunlardan daha zorlu idiler. Ama Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Ve Allah’a karşı bir koruyanları da olmadı. (Mümin, 21) 

Bu dünyada ister sultan, ister köle olsun kim en çok sakınansa, kim Rabb’ini en çok anansa odur üstün ve seçkin olan. Bizler de şimdiden sadece dünyasını düşünerek hayallere dalanlardansak, dünyalık köşklerin peşinden gidiyorsak; milyon dolarları olan, boş yaşayan, Allah’ı umursamayan insanlara özenenlerdensek bunların hiçbirinin gerçek bir değerinin olmadığını anlamak için ahireti beklemeyelim. Şimdiden Rabbimizin öğüdünü alalım. Süleyman Peygamberimiz gibi sahip olduğumuz mallar için Allah’a çokça şükredelim. Büyüklenmeyelim. Çokluk yarışına kapılanlardan, kibre düşenlerden, biriktirip infak etmeyenlerden olmayalım.


Bilelim ki
Bu dünyanın ne güzelleri var ki ahirette çirkinler. 
Bu dünyanın nice zenginleri de var ki ahirette fakirler. 
Ona göre gerçekten ne istediğimizi, ne için yaşadığımızı bir kere daha sorgulayalım. 

Bir süreliğine yaşanılan bu yerde; çürüyecek bedenlere güvenip kibirlenmenin, sahip olunan mallar ile üstünlük taslamanın bir mantığı yok… 

Yeryüzünde dolaşıp bir bakmıyorlar mı ki, nasıl oldu kendilerinden öncekilerin sonu? Onlar kuvvet yönünden bunlardan daha ağır ve baskındılar. Toprağı eşip deşip didik didik etmişlerdi. Ve yeryüzünü, bunların imar ettiklerinden çok daha fazla imar etmişlerdi. Ve resulleri onlara açık-seçik deliller getirmişti. O halde, Allah onlara zulmediyor değildi. Doğrusu, onlardı kendilerine zulmedip duranlar. (Rum Suresi, 9) 


Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni takip edebilirsiniz.