İçimizde istisna olan
kişiler olsa da, hemen hemen hepimiz, monoton dediğimiz bir hayat yaşıyoruz.
Hafta içleri aynı saatlerde uyanıp, aynı yollardan geçiyoruz, aynı insanları
görüyoruz, benzer işlerle zorunlu görevlerle uğraşıyoruz. Geri tekrar aynı eve
gelip, aynı yatağa, aynı dört duvarın arasına yatıyoruz. Bir giydiğimizi bir
daha giyiyoruz.
Tüm bunları yaparken;
dünyanın, hayatın, hatta kainatın apayrı bambaşka tonlarını kaçırıyoruz.
Ormanları, rengarenk kanatlı kuşları, doğanın içinde kendini koruyan kelebekleri
kaçırıyoruz. Parıl parıl yerleştirilmiş yıldızlara bile bakmıyoruz. Pek çok
şeyi kaçırıyoruz; en ince ayrıntısına kadar özenle ışıldayan canlıları, ateş
böceklerini, gizemli mağaraların içlerini, dev okyanusların altlarını, yer
çekimsiz uzayı, biz gündüzken başka bir geceyi yaşayan sokakları, hiç
tatmadığımız lezzetleri, ağaç evleri, yapıları, her biri başka dilde
kabileleri(Bkz: Hucurat 13), duymadığımız müzikleri, nehirleri, volkanları,
mercanları…
Kainatın bilmediğimiz
tonlarına; rengarenk dergi sayfalarından, bilgisayar monitöründen baktığımız
görüntülerden ulaşıyoruz. Elimizde büyük bir imkan var: internet. Bu sayede
geniş yelpazede görüntüler edinme imkanımız varken, pek çoğumuz bu imkanı güzel
yönde kullanmıyoruz. Eski insanlar bizden daha şanslıydı diye de düşünüyorum
bir yandan. Bizler betonarme şehirlerde sıkışıp kaldık. Onlar ise yeşil
vadileri, yüksek dağları, duru nehirleri gördüler, onların evi zaten doğaydı,
doğa ile iç içe yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bizse internetten doğa fotoğraflarına
bakarak doğayı hatırlamaya çalışıyoruz; belki pembe göller pembe ormanlar
varmış diye haberimiz oluyor ama gene de çoğumuzun yaşadığı ya da çalıştığı
yerler o kadar da iç açıcı değil. Sırtımızda çadırımızla seyahat etmesek de;
Kuzey ışıklarını, Alaska’daki karlı etekleri, çöl kumlarının oyunlarını
seyredebiliyoruz şükür ki teknolojik imkanlar aracılığıyla.
Birebir gezmesek bile,
harika bir kainatta olduğumuzun farkına varabiliriz. Bu bahsedilen mükemmellik,
bir yandan da ölüme, hastalığa ve bu gibi şeylere izin veren bir mükemmellik,
yani imtihan gerçeğine dayalı bir mükemmellik…Dünya harika yaratılmış ama bir
yandan da imtihan olabilmemize fırsat veren bir harika yaratım yeri.
Burasının Allah
tarafından güzelliklerle-estetik yaratılmışlarla donatıldığını görmemiz mümkün.
Allah’ın biz insanların bozmadığı doğasında; insanoğlunun kendi eliyle yıktığı
şehirler, yaktığı ormanlar, öldürdüğü kadınlar, çalışmaya ittiği çocuklar, gaz
odaları, silah yüklü kamyonları, kan taşıyan varilleri, petrol karışan nehirleri
yok!
Bu arada, şunu da
belirtmeden geçmek istemem; bilgisayar, internet gibi teknolojik imkanları veya
güzel binalar ile inşa ettiğimiz insan eli üretimlerle dolu şehirlerin de
yaratıcısı Allah’tır. Zuhruf suresi 12.ayette, Allah, bizler için “gemileri”
yarattığını söylüyor. Gemi insan eli ile üretim eseri olsa da; insana gemi
yapabilme zekasını, tasarım kabiliyetini, gemiyi oluşturacak materyalleri,
geminin yüzmesini sağlayacak fizik yasalarını sağlayan Allah’tır. İnsanın gemi
yaratmasına izin veren Allah’tır. Dolayısıyla insan eli üretimi olarak
gördüğümüz internet, gemi, uçak, köşkler de aslında Allah’ın bize verdiği
nimetlerdir. İnsan eli üretimi gördüğümüz şeyleri var eden de dolayısıyla
Allah’tır.
Allah, Kuran’da,
Kainattaki delillerine yönlendiriyor bizleri. Kainatta da ayetleri yani
delilleri olduğunu söylüyor (Ayet kelimesi delil demektir). Bizlere bakın diye
buyuruyor, incele, düşün, gör, eski kavimlerin bıraktıklarına (Bkz: Rum 42),
güneşe, aya, dağlara, devir daim dönen suya, bitkilere, meyvelere bakın… Yerin
göğün yaratılışına bakın…
İçinde küçük bir nokta
bile olamadığımız bu koca kainattaki galaksilerden, ela rengi gören gözlere
vardığımızda; kan hücrelerinden, soframızdaki rızıklara, duyulara vardığımızda
anlıyoruz ki; kainat bizim sandığımız ya da unuttuğumuz kadar boş boş bakıp
geçilecek bir yer değil. Şaşırtıcı bir yer, hayret edilesi bir yer.
Sen şaşırdın/hayret ettin, onlarsa aksine alay ediyorlar. (Saffat Suresi
12.ayet)
Allah’ın bu ayetiyle
belirttiği gibi, yaratılış delilleri gerçekten de hayret ettirici.
Bizler monoton
dediğimiz sıradan gördüğümüz hayatımızda işe/okula gidip gelirken; mucizeyle
toprağın arasından çıkıyor bir bitki, kökleriyle -karşı koyamaz sandığımız-
kayaları parçalıyor (hormonlar aracılığıyla yapıyor bunu), sert kayaları
parçalayarak topraktan suyunu alıyor, büyüyor.
Müminler, dışarıdan
bakıldığında sıradan görünen bir hayat yaşıyor olabilirler (sadece dışarıdan
bakıldığında bu böyle…) İşe gidip gelen, çocuğu ile ilgilenen, eşi ile gülen,
para yatıran, alışveriş yapan, sınavlara giren sıradan kişiler olarak
görünebilirler. Aslında mümin kişi, yüksek bir farkındalığa sahiptir. Çocuğu ve
eşinin de ona verilmiş lütuflar olduğunun bilincindedir mesela. Çocuğuna ve
eşine duyduğu sevginin kaynağının, öylesine boş ve anlamsızlıktan meydana
gelmeyeceğini bilmektedir. Çocuğunun ve eşinin; var olmasının onların ailesi
olmasının tesadüf olmadığını bilir, bu yüzden hayret ettiricidir aslında mümin
için yaşadığı hayat. İşe veya okula gidip gelmesini sağlayan ayaklarından, kullandığı
taşıtlara, içtiği suya, nefes almasına dek; her şeyin hayret ettirici Allah’ın
delilleri olduğunu bilmektedir. Mümin kişi görünüşte sıradan biri gibi yaşıyor
görünebilir. Oysa aklında ve kalbinde öyle düşünce-duygular vardır ki; yaşamı
Allah’a duyduğu sevgi-saygı-bağlılık ile çarpmakta ve akmaktadır. Bu yüzden de
hayat hiç de küçümsenecek değildir onun için; çünkü yaşıyor olması bile başlı
başına ona hayret veren bir delildir.
Ali İmran Suresi
191.ayette de bahsedildiği gibi, yatağın üzerinde yatarken bile düşüncelere
dalabilirler onlar. Yerin-göğün muazzam var oluşunu düşünürler… Öyle
farkındalıkları yüksektir ki, dışarıdan sıradan biri gibi yaşıyor görünseler
de, içlerinde Allah’ın ayetlerine şahit olmaktan ötürü heyecanlar çarpıp
durmaktadır.
Göl kıyısında ateş
yakan biri, hayatı ve çevresini Allah’ın ayetleri olarak okumayı bilmese bile
başını göğe kaldırıp bu hayatın büyüklüğü karşısında hayret edebilir. Bu
hayreti ise gerektiği şekilde hayatına yansıtan kişi mümindir. Bu yüzden bir
mümin göl kıyısında termosu ile kamp yapamasa bile, aslında kamp yapan bir
kişinin şahit olduğu şeylere karşı duyduğu duygu ve hislerin, daha fazla
hakkını vermektedir. Bu hazzı almak için illa paralar saçmaya gerek yok,
düşünmek yeterli. İnsanın kalbi ve aklı zaten uçsuz bir deniz, mümin dünyanın
her köşesini görmese de, düşünerek de bu hayret ettirici hislere ulaşabilir.
Milyonlarca farklı türdeki canlılardan pek azının fotoğrafına bakarken,
milyonlarca canlı estetiğe sahipse; milyonlarca canlı yoktan var oldu ise; bunun
bir bilinç eseri olduğunu görebilen kişidir mümin. Bu yüzden de Allah,
ayetlerinde, kainat delilleri üzerinde düşünmeye bizi çağırıyor. Çünkü Allah’ın
ayetleri (delilleri) yalnızca Kur’an’da değildir, tüm kainat üzerindedir.
Biz sıradan olaylar
içinde yüzerken, tüm kainat mucizevi güzelliklerle, sanatla, bilgiyle dolu
olduğunu ispatlıyor.
Biz aynı yatağımızda
yorgunlukla yatarken -aynı dört duvarın içinde- gök yedi kat duruyor
üzerimizde, onun üzerinde de uzay… Uzay, odanın tavanının üzerinde, içinde düzenli
yörüngelerde ilerleyen gezegenlerle dolu. Yani, olduğumuz yer, varlığımız,
algılarımız, beynimiz, gözümüz yeterince hayret ettirici.
Tüm bu hayret ettirici
duruma karşı, Allah tüm bunları algılarken de bize çok şükür ki bir dinginlik
duygusu bahşediyor. Bu küçük insanoğlu, Allah’tan bir lütuf sayesinde hayretten
delirmiyor.
Biz görmesek de,
düşünmesek de; görmeyi, düşünmeyi, incelemeyi, kafa yormayı reddetsek bile;
kainat ölçülü süsleriyle oluşlar içerisinde yaşıyor. İnanan kişilere düşen ise,
Allah’ın ayetlerinden bağını koparmamak.
İlla bu ayetleri
bilgisayarımıza girip pembe göl aratarak da görmeye çalışmaya gerek yok ayrıca.
Yolda yürürken beton kaldırımların arasından fırlayan bir çiçek, tüm
tehlikelere rağmen yaşıyor olmamız, kalbimizin ömür boyu teklemeden atıyor
oluşu, kaldırıp kafamızı göğe bakmamız, yanımızdan geçen bir kedi, hatta bir
sineğin uçuşu bile Allah’ın ayetlerini bize hatırlatmaya yeter. Yeter ki
düşünmeyi ihmal etmeyen kişiler olmaya karar verelim. Üstelik, Allah, bir
sineği bile yaratışına delil göstermekten çekinmiyor, çünkü bir sineğin var
olması başlı başına bir mucize. (Bkz: Bakara 26)
Bazı insanlar niye tüm
bunları düşünmüyorlar çok merak ediyorum. Nasıl oluyor da hayret etmiyorlar.
Düşünmeye başlayınca sorgulamadan yaşadığı hayatından sıyrılıp; nasıl oldu da
var olduğunu sorgulamanın onu NİYE/KİM/NE İÇİN var olduğu sorularına
götüreceğini bilmek mi insanın işine gelmiyor acaba? Çocuğun okulunun gelecek
ayki taksitini düşünmek, kredi kartı borçları, gelecek ay başlayacak sınavlarımız,
bir süre sonra toprağa karışacak hayatımızın en temel gerçekliği mi? Gerçekten
de bir zamanlar yokluktan var olan bu koca uzayda aldığımız bu hayatı gerçekten
de elde edip bırakacağımız bu başarılar veya kaygılar için mi yaşıyoruz?
Allah için yaşamak,
aynı dört duvarın içine hapsolmaktan kurtulmaktır. Allah için bilinçli yaşamak;
zihnini, kalbini, iç dünyanı uçsuz odaklara genişletmektir.
Güneşin denizin
üzerinde batışını, dalgaların ince ince kıyıdaki taşlara vuruşunu, kristal kar
tanelerinin iğne yapraklara düştüğünü görünce anlıyoruz ki hayret ettirici bir
yerdeyiz.
Görebilenler için
tabi…
Aynılıklar ile değil,
sayamayacağımız kadar çok farklı hayret ettirici şeylerle dolu bir yerde
olduğumuzu, bizi ve tüm bunları buraya kimin getirdiğini sorarak kalbimizde
yüce bir kudrete yönelen arayış duygusunu duyuyoruz. Bu duyguyu takip edenler
bu kudretin bizimle iletişime geçip geçmediğini sorgulayarak, bu kudretin
gönderdiği iddia edilen kitaplara bakacak ve ”var olan her şeyin iyi ve güzel
için (Allah’ın kanunlarına adanarak) hizmet etmesi gerektiğini” anlayacak.
Yokluktan bu koca
sahnenin yaratılmış olması, yüce bir kudretin eseri veya tesadüfün eseri. Oysa
fizik bilimi kanıtladı ki, her şey büyük patlama ile, yoktan bir anda var oldu.
Zaten vakti zamanında var olmayan (yok) olan şeyler tesadüfen nasıl suret
kazanabilirler ki? Tanrısını seçmeye kalkanlar nasıl olur da Allah’ı değil,
tesadüfü seçer buna da hayret doğrusu!
(Yunus Suresi, 101) De ki: “Göklerde ve yerde neler var/neler oluyor, bir bakın!” O ayetler ve uyarılar iman etmeyen bir toplumun hiçbir işine yaramaz.
(Bakara Suresi, 164) Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece
ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp
giden gemilerde, Allah’ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı
dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgârların bir düzen içinde
yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen
bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız deliller(ayetler) vardır.
Gözümüzle
göremediğimiz hücrelerdeki detayları düşünün. 1 proteinin nasıl üretildiğini;
sinir hücresinin, kemik hücresinin, deri hücresinin hepsi aynı hücreyken nasıl
da birbirinden farklılaştığını düşünün…Bilmeyenler de lütfen araştırsın! Zira
müminler için tüm bunları düşünmek veya araştırmak da, namaz gibi, oruç gibi
büyük bir ibadet! Üstelik namazdan evvel en temel ibadet! Zira insan önce
Allah’ın varlığını, Allah’ın kudretini algılamaya yönelecek ki, ondan sonra
secdeye varabilsin.
Kelimelerle kainattaki
yaratılan şeyleri saymaya bile güç yetiremez haldeyiz. Şimdi elimize bir
kronometre alsak ve yaratılış nimetlerini saymak için süre başlatsak; cidden de
fark ederiz ki gözlerimiz saymak için bakarken bir süre sonra yorgun düşüyor,
dilimiz de saymaya kalktığımızda yorgun düşecektir.
Evde kendime bir
şeyler hazırlarken, o an, bir şeyleri hazırlayıp-yemem için ihtiyacım olan
nimetleri sayıyorum. Saymaya başlayınca fark ediyorum ki sonu gelmiyor.
Gerçekten de yorulup duruyorum. Su ısıtıcıdan, su ısıtıcıyı çalıştırmaya
yarayan elektriğe (veya ocağa-ateşe), suyumu koyduğum bardağa, suya, peynire,
bıçağa kaşığa, bıçak ve kaşığın üretilmesi için gerekli zincirlere, yemek
boruma, nefes boruma, mideme, midemin özelliklerine, parmaklarıma, sıkılmamak
için açtığım komik diziye…Yok, bitmiyor. O kadar çaresizim ki, bir yemeği
hazırlayıp-yemem için bir sürü şeye ihtiyacım var!
Gökleri yedi tabaka olarak yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında bir
uyumsuzluk göremezsin. Haydi bakışını çevir, bir çatlak görüyor musun? Sonra bakışını
iki defa/defalarca çevir. O bakış, bitkin olarak aciz/hayretle sana döner!
(Mülk Suresi 3. ve 4.ayetler)
Muhakkak ki ben, bana indirdiğin her hayra muhtacım…(Kasas Suresi 24.ayet)
Allah; kudretine,
yaratmasına, rahmetine şahit olalım diye düşünmemizi buyuruyor. Tüm bu koca
kainatı, içerisinde bilgiyle hareket eden iş ve oluşları, atomları, hücreleri,
dev dalgaları, ışığı düşünelim ki, Bilgiyi Yaratanın olması gerektiğini
anlayalım.
Tüm bu koca kainatın
tam da en başında, henüz oluşurken bilgiye (bilgiyi verene, bilgi sahibine)
muhtaç olduğunu anlayalım diye, Allah düşünmemizi ve yerin göğün nasıl
yaratıldığını düşünmeye çağırıyor bizleri.
Zaman yokken, zamanı
yarattı. Dünü, şu anı, yarını yarattı. Allah, zamanın ve mekanın yaratıcısı.
Kainatı düşünmek, yaratılanların nasıl var olduğunu düşünmek; Allah’ın
varlığını anlamaya götüreceği için, Rabbimiz bunların nasıl var olduğunu
düşünmeyi emrediyor bize. Namaz gibi, oruç gibi, bu da bir emir. Bu yüzden bir
mümin, bilimin-araştırmanın-incelemenin ışığından kopamaz, kopmamalıdır.
Hayat/Kainat, biz aynı
dört duvarın arasında yaşasak da, sıradan/boşuna var oluşlar değiller; hayret
etmesek de hayret ettirici olmaktan çıkmıyorlar.
Yazılarımı http://allahateslim.com/ sitesinden de okuyabilirsiniz.