31 Temmuz 2016 Pazar

Ateistlerin Cennet Vaadini Beğenmemesi / Allah Cennet Vaadi ile Motive Eder, Kendi Rızasını Üstün Tutar...


Ateistlerin eleştirdiği konulardan biri, insanların ahlaki davranışlarını cennet çıkarı için yapıyor olmalarıdır. Ateistler bu iddiayı kendilerince İslam’a zarar vermek için kullanıyor. Allah’ın inananları cennet ile motive etmesini de eleştirip duruyorlar. Bu yazımda cennet çıkarının ne gibi faydaları olduğuna ve ayetlere göre Allah rızasını gözetmekle karşılaştırmasını yapacağım.
ALLAH SADECE CEHENNEMİ YARATIP İYİLERİ YOK ETSEYDİ
Allah, isteseydi kötülerin sadece cezalandırıldığı iyi olan insanların ise yok edildiği bir sistem kurabilirdi. Yani sadece cehennemi yaratıp, oraya kötü insanları atıp, iyi insanları ise sonsuza dek yok edeceğini bildirebilirdi. Elbette bunu düşünmenin bile insanı ne kadar kötü hissettirip, bu duygunun kişilere ne kadar anlamsız geldiğini görmek mümkün. Allah, çok merhametli olduğundan, böyle bir şeyi vaat etmemiş, cehennem ile kötüleri cezalandıracağını bildirmekle birlikte, herkesi tekrar yaratıp sonsuza dek yaşamak üzere var edip, iyileri güzellik ve mutluluk diyarı olan cennete yerleştireceğini müjdelemiştir.
Sabredenlere de cennet ödülü vermesi bir adalet göstergesidir. İyi olmak arzusunda gayret gösterenleri, gayretleri karşılığında hiçbir kötü duygu düşüncenin ve kötülüğün olmadığı cennetle ödüllendirmesi de büyük bir merhamet lütuf göstergesidir.
Allah kötüleri cehenneme yollayıp iyileri yok edeceğini söyleseydi, elbette bu kadar motive olamazdık. Belki daha iyi bir insan olma yolunda daha az çaba gösterir, sadece sonsuza dek acı çekmemek için çabalamaya çalışırdık. Cenneti kaybetmekle birlikte, aslında Allah’ın bizden razı olma duygusunu da tatmaktan mahrum olurduk. Bir daha var olmayacağımız için, Allah’ın rızasını duyamıyor olurduk. Oysa cennet müjdesi insana büyük bir mutluluk verir. Sevdiklerine tekrar kavuşabilme ümidi başta olmak üzere, yok olmama düşüncesi insanı çok mutlu eder.
VAR OLMA DUYGUSU İNSANA MUTLULUK VERİR
Var olmak, insana düşününce derinden büyük bir mutluluk duygusu vermektedir. İnsan, Allah’ın izniyle Allah’ın gösterdiği yolda gittikçe var olmayı arzular. Elbette hayatı anlamsız görerek, Allah’a inanmayan ya da yeterince Allah için yaşamayan insanlar yok olmayı istiyor olabilir; ama temelde Allah’ın gösterdiği şekilde yaşayan insan, hayatı anlamlandırabildiği için; var olmaktan, yaratılmış olmaktan haz duyar. Hatta Allah için yaşamayanlar bile, bir benlik sahibi olmaktan mutluluk duyar, kendilerini sevdiklerini söylerler.
Var olmak insanlara çok güzel bir duygu olarak gelir ve öldükten sonra kaybolmaktansa, tekrar var olmayı arzularlar. Tamamen yok olmaktansa, sonsuza dek var olacağını bilmek ancak tüm yaşanılanları anlamlı kılar. Aslında var olmak bile sonsuza dek var olmakla anlamlanır. Birden canlılık gösterip sonra tamamen yok olan bir şahsiyet sahibi olmanın anlamı yoktur. Ölümü tamamen yok oluş olarak görmek, kişiye kendisinin en nihayetinde çöpe gideceğini bilmek, insana derin bir bulantı verir. Varoluş felsefesi olarak adlandırılan, varoluşu yok oluşa bağlayan bu felsefi görüşün müritlerinin edebi eserlerinde tüm bu durumun verdiği duygusal bunalımı hissetmek mümkündür.
SADECE CENNETİ YARATIP KÖTÜLERİ YOK ETSEYDİ
Sadece cennet yaratılsa ve kötüler cehenneme gönderilmektense yok edilseydi, kötülükler ceza almadıkları için adalet aslında sağlanmamış demek olacaktı. Merhametli bir Tanrı, kötülere bile acıyıp ceza vermeseydi, onun gerçekten merhametli olduğunu söyleyebilir miydik? Bunu yapması mazlumların öcünü almayarak onları gözetmediği anlamına gelmez miydi, bu da başka bir merhametsizlik örneği olacaktı. Allah’ın merhametli sıfatı ancak adaletli oluşu ve gerektiğinde intikam alan bir Tanrı oluşu ile anlamlanır. Kötüleri yok etmeyi seçseydi, kötülerin yaptıkları yanlarına kalacaktı. Oysa Allah’ın kurduğu sistemde böyle olmuyor. Dahası, kötüleri yok edeceğini bildirseydi; belki de bizler kötülük yaptığımızda, çok kötü bir insana dönüştüğümüzü gördüğümüzde, “en azından bir bedelini ödemeyeceğim, bir müddet var olup öleceğim.” diyerek yeterince iyi insan olmak için çabalamayacaktık.
CENNET-CEHENNEM VAADİ İRADE SAHİBİ OLUŞUMUZU TATMİNKAR KILAR
Tüm bu açılardan baktığımızda, dünyanın imtihan yeri oluşu düşünüldüğünde, Allah’ın cennet-cehennem vaadi en akılcı ve en tatminkar vaattir. İmtihan da ancak insanın iyi olan şeylere de kötü olan şeylere de meyil gösterebilen canlılar olması ile anlam kazanır. İnsan iyi olan veya kötü olan bir şeye meyil gösterebilir. Kendisini geliştirebilmesi, terbiye etmesi, çabalaması sonucu kişi kötü olandan yüz çevirip iyinin peşinden giden bir birey olabilir.
Allah olmadan ahlakın belirsiz olduğu bir sistemde, Allah’ın inananları cennet ile motive etmesi neden kötü olsun ki? Allah’ın inananlara ümit ve mutluluk vermek için motive etmesi niye zorunuza gidiyor? Bu da Allah’ın bir merhameti bizlere.
Bu yüzden, cennet vaadi de cehennem vaadi de oldukça tutarlı ve tatmin edicidir. Var olmamızla da, irade sahibi kişiler olmamızla da, buranın imtihan yeri olması ile de örtüşen vaatlerdir. Üstelik cennet Allah’ın razı olması duygusunun tadıldığı, cehennem ise Allah’ın yüz çevirdiği duygusunun tadıldığı yerlerdir.
Yukarıda anlattığım gerçekler düşünüldüğünde, ateizmin insanın içsel sancılarına, vicdan duygusuna ilaç olamayacağı aşikardır. Allah’ın varlığı insanın psikolojisini temelde sağlıklı kılacak ilk kavramdır, vaatleri de psikolojimizi bir o kadar sağlıklı kılar. Allah tüm içsel ayetlerimizi yaratan (vicdanı/bize iyi veya doğru gelen duygu düşünceleri oluşturan) olduğundan, içsel ayetlerimizle uyumlu bir din indirmiştir. Allah’ın her vaadi içimizdeki en temel ihtiyaçlara cevap vermektedir.
Söylediğim gibi, insan iyi olan bir şeyi ya da kötü olan bir şeyi arzulayabilir. Tüm bu arzuları hatırlatırken belirtmeliyim ki tabi ki Allah’ın çirkin olarak ifade ettiği bir şeyi çirkin bulmak, -ensesti çirkin görmek gibi- mesela zinayı, zina yapanları çirkin bulmak, bu davranışları hatırladığında hoşlanmamak ve yapmamak, hoşlanıp yapmamaktan çok daha takvalı bir davranıştır. Çünkü Kuran’da art niyetli olmamak, güzel düşünmek, kötü düşünceleri kötü dürtüleri savmak, kalbin temizliği gibi kavramlar yer almaktadır. Bize düşen, mümkün olduğunca güzel duygu ve düşünceleri benliğimizde taşımak için gayret göstermektir.
Cennet arzusu duymak ise, Kuran’da yasaklanmamıştır. Tam tersine, cennete dair pek çok güzelliğin anlatılması, insana cenneti hatırlamasının güzel bir şey olduğunu göstermektedir. Demek ki Allah da bizim cennet ile motive olmamızı hoşnut buluyor. Bu açılardan bakıldığında, cenneti arzulamak-istemek hem helal olan bir ihtiyaç, hem de motive edici, psikolojimizi sağlıklı tutan bir araç.
Cennet vaadi insanı ilk etapta dine çekebilir, tekrar var olma ve hatta çok ihtişamlı bir yer ile müjdelenme fikri insana cazip gelebilir. Dini araştırma, dini yaşama hevesi verebilir. Evet, hatta bunlar bile belki cennet ile müjdelenmemizdeki hikmetlerden biridir.
ALLAH’IN RAZI OLMASI CENNETTEN DAHA BÜYÜK BİR MÜJDEDİR
Gerçek bir inanan, gittikçe takvasını arttıran bir kişi, Kuran’ı gittikçe anlayarak inceleyen ve uygulayan insan görecektir ki, önce Allah’ın rızasını hedeflemek, daha sonra cennet ile müjdelenmek doğru olandır.
Gerçek bir inanan, takvasını Allah’ın rehberi Kuran ile inşa eden kişi de, yaptığı iyi fiilleri “cennette de belki bir köşküm olur, cennette de ne güzel takılırım, hadi bakayım şu fakire de sadaka vereyim cennet koltukları zevk sefa beni bekler” duygusu ile yapmaz. “Allah inşallah benden razı olur, inşallah iyi bir insan olurum şu kötü özelliklerimi düzeltirim, Allah belki beni affeder, belki de cennet yurduna girenlerden olurum” şeklinde düşünür. Yani önce Allah’ın rızasını, affını, en gözde kullarından olmayı arzulayarak hareket eder. Cenneti istemek ise, yukarıda saydığım ihtiyaçların ve helal arzunun getirdiği bir duygudur. Allah’ın rızasını ve affını istemekten sonra gelir. Gerçek bir inananın aklına ilk gelen Allah’ın rızasını kazanmaktır. En büyük olan vaat budur. Cennetten de büyüktür. Bu gerçek Tevbe Suresi’nde cennet ile müjdelenen müminlere hatırlatılmıştır:
Allah, mümin erkeklerle mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaat etmiştir. Sürekli kalacaklardır orada. Adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür/yücedir/üstündür. (Hepsinden büyük bir ödüldür) İşte bu en büyük kurtuluştur.
(Tevbe Suresi, 72.ayet)
Görüldüğü gibi, Allah bu ayette, kendi rızasının cennetten daha büyük olduğunu bildirerek, kendi rızasını kazanmanın cenneti kazanmaktan daha üstün/yüce/daha önemli bir ödül olduğunu bildirmiş olmaktadır. Öyleyse, Allah kendi rızasını cennetten daha büyük bir ödül olarak müjdelediyse, bir mümin için de, Allah’ın rızasını kazanmak cenneti kazanmaktan daha büyük bir müjde olmalıdır.
Üstelik de zaten cennet, Allah’ın razı olduğunu bilmenin getirdiği duyguları yaşamayı sağlar.
İnanan insanların, Allah’a varmak için çalışıp didindiklerine, Allah’ın rızasını arzulayarak iş yaptıklarına da şu ayetlerde dikkat çekilmiştir:
Ey insan! Sen Rabbine varmak için çok didinecek, sonunda O’na kavuşacaksın!
(İnşikak Suresi, 6.ayet)
Onlar Rablerinin rızasını isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık bağışta bulunurlar, kötülüğü de iyilikle savarlar. Dünya yurdunun hayırlı sonu işte onlar içindir. 
(Rad Suresi, 22.ayet)
Allah, cenneti kazanmak için uğraş vermek yönünde pek çok ayet bildirmiştir tabi ki, zaten bu durumun, var olmamızın getirdiği kaçınılmaz isteklerle uyumlu olduğunu belirtmiştik. Kendimizi Allah’a kulluk etmek için adayan varlıklar olarak, var oluş amacımızın O’na kulluk etmek olduğunun bildirildiği ayetlerle uyumlu olarak da; Allah en başta kendimizi onun rızasını kazanmaya adamamızdan bahsediyor. Yani, mümin, cenneti kazanmak için de Allah’ın rızasını kazanmak için de çalışırken Allah’ın rızasını daha üstün görmelidir. Çünkü Allah bunu daha üstün ve daha temel muhtaçlık olarak bildirmektedir.
İnsanlardan öylesi de var ki kendini Allah’ın rızasını kazanmaya adar.
Allah kullarına çok şefkatlidir.
(Bakara Suresi, 207.ayet)
Allah’ın rızasını arzulayarak hareket etmek hakkında da birçok ayet vardır onlardan bazılarını hatırlatmaya devam edelim:
Sabah-akşam Rablerinin rızasını dileyerek O’na dua edenlerle beraber sabret.
(Kehf Suresi, 28.ayet)
İnsanların malından size artış sağlasın diye faizle verdiğiniz şeyler Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını gözeterek verdiğiniz zekat cinsinden şeylere gelince: İşte bunu yapanlar, kat kat arttıranların ta kendileridir.
(Rum Suresi, 39.ayet)
Cennet arzusunun ilk başta helal bir arzu olduğunu, bir ihtiyaç duygusu ve motive kaynağı olduğunu belirttikten sonra, Allah’ın rızasını istemenin bir mümin için cennetten önce geldiğini de böylece özetlemiş olduk. Allah bazen de bu iki büyük ödülü hatırlatarak da bizleri motive eder:
Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan cennete doğru yarışır gibi koşuşun. O, takva sahipleri için hazırlanmıştır.
(Ali İmran Suresi 133.ayet)
Rabbinizden bir affa ve Allah ile resulüne inananlar için hazırlanmış bulunan, eni de yerle göğün eni kadar olan bir cennete doğru yarışarak koşun. Bu, Allah’ın onu isteyene vereceği bir lütuftur. Allah, büyük lütuf sahibidir.
(Hadid Suresi, 21.ayet)
Bazı Müslümanlarda önce cenneti gözeterek iyi insan olmayı eleştirenler mevcut, genellikle bunu önce Allah’ın rızasının gözetilmesi gerektiğini hatırlatmak için yapıyorlar. Evet, bizlerin iyi birer insan olmasında cennet müjdesinin büyük bir etkisi, motive edici yanı olabilir. Cennet gibi bir çıkarın olması bizi iteklese de, gerçek bir inanan için en önce Allah’ın rızasını istemek gelir.
Bazı spiritüal inançların, İslam inancına sızdırılmaya çalışıldığı Tasavvuf adı altında, aslında İslam ile alakalı olmayan bu şirk dininde, cenneti istemekle alakalı sapkın ifadeler yer almaktadır. “Cennet dediğin ne ki birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver onları, bana seni gerek seni” cümleleri ile; Allah’ın büyük bir müjde ve delil olarak getirdiği vaade istemem diyerek hadsizlik gösteren, temelde de “Allah ile birleşme/tanrılaşma/Allah ile bir olma” gibi sapık duyguları Müslüman inancına aşılamaya çalışmışlardır! Oysa Kuran’ın gösterdiği önce Allah’ın rızasını istemek, sonra cenneti istemektir.
ATEİZMİN YOK OLUŞ VAADİ MUTSUZLUK-DUYGUSAL ÇÖKÜŞ SEBEBİDİR
Allah’ın ahireti vaat etmesinin psikolojik duygularımızı tatmin ettiğini gösterdikten sonra, ateist bakış açısının ise, ahireti reddederek insanın duygusal bir çöküş yaşamasına neden olduğunu başlıca dört nedenle şöyle özetleyelim:
Ateist yaşamın kişiye vereceği ilk mutsuzluk, yok olma düşüncesidir. Var olmanın; sonunda yaşanılanların ve kendimizin, yok olacağından anlamsız oluşu, ateizmin insana verdiği en büyük bulantı sebebidir. Ateistler, tekrar var olma arzularını dindiremediklerinden, tamamen yok olma duygusu kendilerine ağır geldiğinden, “bu hayata kalıcı bir eser bırakarak ölümsüz olma” hayaline kapılırlar. Öldükten sonra birilerinin kendilerini övmesi, kendilerini beğenmesi amacı ile tatmin bulmaya çalışırlar. Bu yüzden beğenilen bir sanat eseri yapmak, toplumun tarihini değiştirmek, buluş yapmak gibi kalan zihinlere isimlerini kazıma hayali duyarlar. Gerçek inananlar ise, geride bıraktıkları insanlara önce Allah’ın yoluna çekecek öğütler bırakmayı arzularlar. İnsanların zihinlerinde isimleri kalmasa bile, hatta yapayalnız olsalar bile, Allah’ın kendilerini gördüğünü bilir; takdir edileceğini, ahirette tanınan bir insan olmayı arzularlar. Çünkü inanan bir insan bilir ki, ateistler dünyaya isimlerini yazdırmaya çalışarak, aslında zaten yok olacak bir dünyaya, yok olacak insanlara yatırım yaparlar; yani öldükten sonra bir müddet anılacak isim bırakma hayali ile sonuçta gene boşa çıkan, yok olacak bir şeyle ümitlenmektedirler.
Dahası, ahiretin varlığı için ve Allah’ın rızasını kazanmak için mücadele etmek; insanı sıradan bir hayat yaşadığı duygusundan kurtarır. İnsanların sıradan gördüğü bir hayatı yaşayan ateist, aşağılık duygusuna ya da önemsiz olma duygusuna kapılırken; inanan bir insan, sıradan görülen bir hayata sahip olsa bile Allah için yaşadığı müddetçe, Kuran’a ismini yazdırmış insanlar gibi örnek bir hayat yaşıyor olma ümidi kurar. Bu da ateizmin, sıradan bir hayat yaşayan insanlara, popüler olamamış insanlara vereceği ikincil duygusal çöküş sebebidir.
Üçüncü mutsuzluk sebebi ise, kötülerin yaptığı onca zulmün, işkencenin, sapıklığın bedelini ödemeyecek oluşlarıdır. Ateizm varlık anlayışına göre, tecavüz edip paçayı kurtaran onca kişi, kendileri gibi bir müddet hayat yaşayıp yok olacaklar, ceza göremeyecekler. İnternette onca haksızlık, adaletsizlik karşısında köpüren ateistlerin intikam duygusu hiçbir zaman tam anlamıyla tatmin olamayacaktır. Onlar, onca sapık insana “şöyle işkence edilsin, böyle mahvolsunlar” diye lanet ederlerken, bu isteklerinin tatmin edilemeyeceğinin farkındadırlar. İnsan eli ile belki adalet bulmalarını dileyip dururlar.
Dördüncü mutsuzluk sebebi ise, kişinin sevdiği kişilere ve sevdiği şeylere bir daha kavuşamayacak oluşudur. Sevdiği şeyleri tekrar tadamayacak, dünyada iken kaybettiği bir yakınına tekrar kavuşma hayali kuramayacaktır.

Elbette bu maddeler arttırılabilir, bunlar benim aklıma ilk gelenler.

KONUYLA ALAKALI ŞU YAZILARI DA OKUYABİLİRSİNİZ:

Allah cennet vaat etmeseydi biterdik:


Sonsuz azap görmenin haksızlık olduğunu iddia edenlere cevabım:



Cenneti istemenin kötü bir şey olduğunu iddia eden ateistlere cevaben Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğundan bahsetmenin yani ahlakın var olmasının ancak Allah inancı ile mümkün olduğunu da hatırlatmak isterim. Konuyla alakalı yazılar şunlar:


Dünyaya gelmeyi ben istemedimci ateistlerin ahlak anlayışının tutarsızlığı


İyi insan nasıl olur? Allah'ı umursayan kurtulur


Ahlaki anlayışı Allah belirler, neden?

Allah rızası için iyilik yapmak samimiyetsizce mi?


Madem cennetten bahsettik, yazıya huri kelimesinin geçtiği bir alıntıdan örnek verdik, yeri gelmişken Kuran’ın orijinal metninde göğüs tomurcuklanması gibi bir ifadenin geçmediğini de hatırlatalım.

Hatta Kuran’da cennette cinsel hayat hakkında bir ayrıntı verilmediğini, hurinin seks partneri anlamına gelmediğini de belirtelim, cennette helal arzularımız olacaktır, orada Allah neyi helal görürse onu arzulayacağız, nasıl bir cinsel hayatın olacağını hatta olacak mı bilmemekteyiz.


20 Temmuz 2016 Çarşamba

Allah, Kötü Sözün Açıklanmasını Sevmez; Güzel Konuşmamızı Buyurur...


İnsanlar arasında küfürlü konuşma tarzı oldukça yaygın. Gerek farklı toplumlardaki örneklerden gerek kendi toplumumuzun içinde karşılaştığımız örneklerden anlıyoruz ki, küfürlü konuşma, insanlık için oldukça sıradanlaştı. Kendi aralarında küfürlü konuşup, ‘’aman hanımlar var onların yanında küfür etmeyelim’’ tayfası gibi, sadece kendi hemcinsi olunca daha rahat hissettiklerinden herhalde, kadınlar arasında da bu durum var. Hanımların yanında küfür etmeyince, kendi ortamında küfürlü konuşmak ahlaken kabul edilebilir bir şey olmadığı gibi; kadınlar da erkek arkadaşlarının ya da ailelerinin yanında nezaketli olmayı ahlaken yeterli görse de, Kuran’a göre yeterli değil.
Kadının küfürlü konuşması daha iticidir gibi bir yorum yapmayacağım. Benim ahlak anlayışım Allah’ın getirdiği ahlak yasasıdır, eğer Kuran bir konu hakkında tüm müminleri uyarıyorsa, takva derecesi de cinsiyete göre belirlenmediğine göre, o şey kötüyse kadın veya erkek fark etmiyor, aynı çirkinliği sergiliyor demektir. Emirler bütün müminlere yönelik olduğuna göre, ‘’kadın dedikoduya daha düşkündür o yüzden o dedikodu yaparsa daha az günah alır’’ gibi cinsiyete göre hafifletici unsurların Kuran’da yeri olmadığından, sakınmak cinsiyet meselesi değil şahsiyet meselesi olduğundan; Kuran’a göre her günah tuzağına cinsiyet fark etmez, herkes düşebildiğinden kimse kendisini cinsiyetine göre normalleştirmesin. Ben hiçbir günah türünü hiçbir cinsiyetin üzerine damgalamam, Kuran’dan böyle öğrendim.
Benim uyduğum ahlak yasasına göre -ki bunlar Allah’ın yasalarıdır- sergilenen hiçbir çirkinliğin bahanesi olamaz. Dünya adı verilerek kurulmuş bu yaşamın amacı; kötülüğe ayartan insanlara, zorluğa, sıkıntıya, kötü durumlara rağmen, ahlaklı duruş sergileyenin kazanmasıdır. Bir başkası ya da bir sıkıntı, Kuran’a göre ahlaksız davranış için bahane olamaz. Cehennem başkaları yüzünden ayartılmış insanlarla dolu. Hatta bu konu öyle önemli ki, üzerine apayrı bir başlık olarak konuşulmalı.
Küfürlü konuşmanın da pek çok sebebini saymak mümkün, arkadaş ortamı ve internet ortamında alışkanlık ya da sıradanlık halini alması, filmler gibi herhangi bir yayında olağan bir şekilde kullanılması; insanlarda normallik algısı oluşturuyor olabilir. Elbette bunlar da bahane olamayacağı gibi, mücadele edilmesi gereken unsurlar. Mümine düşense, başkalarının yozlaşmış tavrına aldırış etmeden, onların boş amaçlarını sorgulamakla oyalanmadan, kendisini düzgün tutmaya bakmaktır.
Çocukların dilinde tekerleme, yetişkinlerin dilinde virgül olmuş kötü sözler içinse Allah şöyle buyuruyor:
Allah çirkin sözün açıklanmasını sevmez. Zulme uğratılan kişi dışında. (Nisa Suresi, 148.ayet)
Görüldüğü gibi, Allah çirkin(kötü) sözün açıklanmasını sevmez, buyruluyor. Devamında da zulme uğratılan kişi dışında, diye belirtilmiş.
Görüldüğü gibi, Allah kesinlikle çirkin sözün açıklanmasını sevmiyor. Film çekiyoruz diye küfürlü replikler doldurmamız, arkadaş ortamının rahatlığı, keyfi yere anlatımımızda küfür kullanmak, hava yapmaya çalışma gibi sebepler bahane değil. Ancak zulüm sonucu kötü sözler sarf etmemiz başka.
Allah öfkelerini yutarlar diyor müminler için (Bkz: Ali İmran Suresi 134.ayet), zulüm gören müminlere kısas (kötülüğe aynı ile karşılık) denilen bir izin de mevcut. Hoşumuza gitmeyen her şey bize karşı yapılmış bir zulüm olmadığı gibi (sırada birinin önümüze geçmesi), gerçekten eziyet olarak adlandırabileceğimiz zulümler yaşayan insanlar var. Tecavüz, işkence, cinayet, savaş bu dünyada bir yığın pislik mevcut. Bunlarda da tepkimizi, masum konu ile alakasız insanlara karşı değil, suçu işleyene karşı göstermemiz gerekir. İslam’a göre ceza suçluya yapılır, suçlunun bir yakınına değil.

Allah’ın getirdiği buyruklardan biri de birbirimizle güzel konuşmamızdır. Birbirimize güzel olanı söylemektir.
Kullarıma de ki: En güzel olan neyse onu söylesinler. Çünkü, şeytan aralarına yamukluk sokar. Şeytan insan için apaçık bir düşmandır. (İsra Suresi, 53.ayet)
Birbiri ile güzel konuşmayı bilmeyen çiftin arası bozulur, dostluklar kötü konuşma yüzünden biter, aileler birbirinden soğur; insanlar arasında çatışmalar çıkar. Birbirini seven insanlar, bir an birbirinden hoşlanmamaya başlar. Tartışmaları kötü sözlerle baltalamak yerine, güzel sözler daha doğru cümleler ile süslemeyi bilen insanların tartışması ertesi gün yapıcı olur. Sorunlar çözülür ya da sorunlar tahammül edilir bir hal alır. En güzel olanı söylemek; en olumlu bakış açıları ile birlikte olumlu çözümleri ve huzuru getirir. Kötü sözler ancak insanları birbirinden uzaklaştırır. İnsanları, genellikle sorunların varlığı birbirinden uzaklaştırmaz, sorunları çözüm tarzları birbirinden uzaklaştırır. Genellikle de sorunlar, kötü sözler sarf ederek büyür.
İnsanlarla güzel konuşun. (Bakara Suresi, 83.ayet)
İnternette dini bir tartışmaya rastlayıp, okuyayım diyorum, insanlar İslam hakkında öğüt verirken bile birbirine küfürler yazabiliyor. Tebliğ yaparken küfürlü dil kullananlar da var. İsmini ağızlarından düşürmedikleri Muhammed Peygamber din tebliğ ederken küfürlü bir dil mi kullanıyordu acaba? Diğer Peygamberler de küfürlü bir konuşma tarzı ile mi tebliğ yapıyorlardı? Küfürlü dil, insanlara kendileri küfür etse bile duydukları öğüdün ciddiyetine zarar verir. Küfürlü olmasa bile, çirkin bir konuşma tarzı da aynı şekilde bizim huşumuzu kırar.
Oysa Allah, Musa ve Harun Peygamberi, Firavuna gönderirken bile, yumuşak sözle hitap etmelerini buyurmuş.
Ona, yumuşak sözle hitap edin. Belki öğüt alır yahut huşu duyar. (Taha Suresi, 44.ayet)
Devamında da belki öğüt alır yahut huşu duyar demiş, demek ki bizim inkarcılara bile nazik bir şekilde tebliğ yapmamız; insanların huşu duymalarına, öğüt almalarına yardım edebilir. Biz tebliğlerimizde çirkin söz kullanırsak ya da kaba bir şekilde konuşursak; bunu dinleyen hangi insanın kalbi, nezaketli bir dilden dinlediği kadar huşu ile çarpabilir? Bu duruma, Ali İmran Suresi’nin 159. Ayetinde de dikkat çekiliyor. Muhammed Peygamber’e hitaben, O’nun çevresindekilere olan yumuşak tavrının, kaba olmamasının, insanların çevresinden dağılmasını önlediği bildiriliyor.
Elbette din, ciddi bir konu olduğundan ciddi bir tavır gösterilmesi olağandır. Hesap gününün ciddiyeti, Allah’ın zalimlerden alacağı intikam, çirkin işler sergileyenler hakkındaki ayetler, cehennem gibi konulardan bahsedilirken tabi ki bahsedilen konular gereği ciddi bir üslup tarzı kullanılması olağan. Nezaketli konuşmak yani yumuşak bir tavır takınmak, ciddi olmamak anlamına gelmez. Nitekim, Musa Peygamberin Firavun ile ciddi bir konuşma yaptığını, gerektiğinde durumun ciddiyetini yüzüne vurduğunu, gerçekleri yüze ciddiyetle vurmanın kabalık yapmak olmadığını görüyoruz.

Tüm bu emirler de bana bir kere daha gösteriyor ki, İslam gerçekten en gerçekçi çözümleri sunan, detaylı, barışçıl, medeni, insanlar arasında huzuru ve mutluluğu yakalatabilecek tek inanç sistemi.

17 Temmuz 2016 Pazar

Elçileri Ücret İstemeyen Dinin, Ücret Alan Hocaları...



Bu konu aslında çok kere gündem olmuş bir konu. Ben de Kuran’daki ayetlerle bir kere daha hatırlatmak istedim.
Bazıları kendilerince, “E ne yapalım, onun da paraya ihtiyacı var, kendisini dini anlatmaya ve anlamaya adamış, hep bunlarla meşgul, o da bir şekilde geçinmek zorunda’’ diyerek fanatiği oldukları hocaları aklamaya çalışıyorlar.
Kuran’a baktığımızda, dini anlatmaktan para kazanmak bir mümin için yasaktır. Dini anlatarak para kazanan kimselere de uyulmaması gerektiği (onların takipçisi) olunmaması gerektiği bildirilir.
Sizden herhangi bir ücret istemeyenlere uyun. Onlardır doğruyu ve güzeli bulanlar. 
(Yasin Suresi, 21.ayet)
Bu ayetten, dini anlatmaktan para kazanmanın çok kötü bir davranış olduğunu, doğruyu bulanın ancak dini anlatmaktan para kazanmayanlar olduğunu anlıyoruz. Bizlere de para kazanana uymamamız emrediliyor.
Yasin okutmaya hoca çağrılır, hoca paranın miktarını açıkça söylemez ama ne kadar para verilirse onu alır(!) İşte böyle uygulamaların dinde yeri olmadığını anlıyoruz.
Anlamadan Kuran okumak ise, Allah tarafından ağır bir biçimde ayetlerde eleştirilmiştir. Ölünün arkasından da Kuran okumanın ölüye bir faydası olmaz, Kuran dirileri uyarmak için vardır. İçinde dini emirler, dini öğretiler yer alır, ölünün affına yönelik hizmet edecek sözler barındırmaz. Bir ölünün ardından, ancak Müslümanlar ibret almak için, dirileri uyarmak için Kuran okuyabilir. Bu da ancak anlaşılarak okunmasından geçer. Ölmüş kişiye affedilmesi için dua edilebilir.
Daha önce de söylediğim gibi, Kuran “dini anlatmaktan para kazanmak yasaktır” mesajı veriyor ise, konu kapanmıştır. Bundan para kazanmayıp, gidip başka iş yapacaklar, dini ise sadece Allah rızası için ücretsiz anlatan insanlar olacaklar(!) İyi bari, başkaları da Allah’ın yasakladıkları başka pis işleri “geçinmek zorundayım” diye meşrulaştırsın, kumar ya da fuhuş serbest olsun mesela, olur mu böyle bir şey? Kumar yasak emri ile, dini anlatmaktan para kazanmak yasaktır emrinin hangisini biz kullar olarak yasak olmaktan çıkartıp serbest diyebiliriz? İkisi de yasaktır ve yapıldığı takdirde bahanesi yoktur.
Din adamlarını övücü hiçbir ayet bildirilmediği gibi hep din adamlarına karşı ağır eleştiri içeren ayetler indirilmiştir. Kuran’da zaten din adamı diye bir zümre de oluşturulmamıştır. Kuran’ın oluşturmaya çalıştığı toplum yapısında, kadın-erkek her mümin, Kuran’ı araştırmak, anlamak, bilmek ve içindeki mesajları insanlara aşılamak ile sorumlu tutulmuştur. Dolayısı ile, bu görevleri toplum adına yapacak din adamları gibi özel merciler olmasını değil, her bireyin dini aktarma bilincinde olması gerektiği bildirilmiştir.
Bazı hocalar din anlatmak için çıktıkları programlardan para almadıklarını söylüyorlar, kitaplarını internette ücretsiz yayımlıyorlar. Her ne kadar bu hocaların dini bazı konularda yanlışları tespit edilebilse bile, dini anlatma konusunda çok daha samimi oldukları ve takip edilebilir oldukları açık. Para istemeyenlerin genellikle “Kuran’ı siz anlamaya çalışın, elinize alın anlayarak okuyun” diyen hocalar olduğunu görüyorum. Gelenekçi uydurmaların peşine takılmış hocalarsa para alma konusunda bir sakınca görmüyor(!) Kuran’ı araştıran aklı başında her birey; yaşı, işi ne olursa olsun; takip edilen hocaların bile yanlışlarını tespit edebilme kapasitesine geliyor.
Bu zamana kadar, gönderilen hiçbir peygamber dini anlatmaktan ötürü para kazanmamıştır. Ancak savunma savaşı serbesttir, savaş ganimeti kazanmak başka bir şeydir, her Peygamber de savaş yapma durumunda kalmamıştır.
Allah’ın gönderdiği son elçi Muhammed Peygamberimiz de dini anlatmaktan para kazanmamıştır.
Sen de onların yolunu izle ve şöyle söyle: Ben şu yaptığıma karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O sadece alemlere bir öğüttür.
(Enam Suresi, 90.ayet)
Sen, bu tebliğin için onlardan bir ücret istemiyorsun. O, bütün alemler için bir hatırlatmadan başka şey değildir.
(Yusuf Suresi, 104.ayet)
Görüldüğü gibi diğer peygamberlerin de izlediği yol, son peygamberin de izlediği yol, tebliğden para kazanmamaktır. Her konuda peygamberin davrandığı gibi davranalım diyenler, iş paraya gelince, değişiyor anlaşılan.
Diğer Peygamberlerin de ücret istemediğine dair örnekler:
Hud Peygamber:
Ey halkım, buna karşılık olarak sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni Yaratandan başkasına düşmez.
(Hud Suresi, 51.ayet) 
Şuara Suresi, 127.ayette de Hud Peygamberin aynı sözü yer alır.
Nuh Peygamber:
Hem ben sizden, buna karşılık bir mal da istemiyorum. Benim ücretim, Allah’tandır.
(Hud Suresi, 29.ayet) 
Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: Siz hiç sakınmıyor musunuz? Ben sizin için gelmiş, güvenilir bir resulüm. Artık Allah’tan sakının da bana itaat edin. Ben bunun için sizden ücret istemiyorum. Benim ödülüm sadece alemlerin Rabbine aittir.
(Şuara Suresi, 106-109.ayetler)
Salih Peygamber:
Ben bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi’ndendir.
(Şuara Suresi, 145.ayet)
Lut Peygamber:
Ben bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücret yalnız âlemlerin Rabbi’ndendir.
(Şuara Suresi, 164.ayet)
Şuayb Peygamber:
Ben bu iş için sizden herhangi bir ödül de istemiyorum; benim ödülüm âlemlerin Rabbi’nden başkasında değil. 
(Şuara Suresi, 180.ayet)
Görüldüğü gibi, bütün Peygamberler aynı şeyi söylemiştir. Kuran’da bu kadar sık tekrarlanılan bir gerçeğin, hala daha kendisine Müslüman diyen toplumda bilinmemesi, hala daha bu konu üzerinden tartışmalar olması, aslında dinimizdeki gerçeklerin nasıl da öğrenilmediğini gözler önüne seriyor. Kuran anlaşılarak okunmuyor ki gerçekler de bilinmiyor. İnsanlar kendisini hoca diyen, Kuran’a dayanmayan asılsız fetva veren, Kuran ile alakası olmayan ilmihal kaynaklarına beyinlerini bağlıyor.
Gerçek mümin, görüldüğü gibi, Allah rızası için yaptığı hiçbir işi, insanlardan maddi-manevi çıkar amacıyla yapmaz. Zekat verdiği insandan bile teşekkür beklemez. Beklentisi sadece Allah’tandır. Allah’tan bağışlanmayı, razı olunmayı ve daha sonra Allah’ın lütfuyla sonsuz güzel hayatla lütuflanmayı ümit eder.

Biz sizi yalnız ve yalnız Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık da bir teşekkür de beklemiyoruz. (Dehr Suresi, 9.ayet)

Konu ile alakalı şu yazıları da öneriyorum:

Dini konularda hoca onayı istemek

Dini konularda ilim sahibi olmak başkadır takvalı olmak başka


Bütün müslümanlara her gün anlayarak Kuran okumak emredilmiştir

Şeytan anlamını bilmeden okuyuşla kandırır

Kuran, anlaşılmadan okunur mu?

Allah'a emanet.