Not: Bu yazı detaylı bir çalışmadır. Size uzun gelen yazılarımı elbette günlere yayarak okuyabilirsiniz.
İnkarcı, kafir, ateist: Allah’a, dine inanmayan bunların
doğruluğunu reddeden kimse.
Müşrik: Allah’a ortak koşan kimse.
Kuran’a göre; inkarcı dediğimiz (Allah’ı ve dini inkar
eden); ya da Allah’a ortak koşan (müşrik) kimseleri yolda görünce öldüremeyiz.
Onların evlerini/işyerlerini basıp onları taramalı tüfekten geçiremeyiz. Onlara
–eğer onlar gelip bize tokat atmazlarsa- bir tokat bile atamayız. Gelip bizleri
öldürmeye yeltenmeleri hali başka.
Öldürmemek başkadır, dost edinmek başka… Öldürmemiz
yasak olan kimseleri illa kendimize sıcak bir dost görüp, onlarla samimi
ilişkiler kurmamız gerektiği anlamını çıkaramayız.
Kuran’a göre inkarcıları ve müşrikleri dost edinmemiz
yasaklanmıştır, bu konuda net ve apaçık ayetler var. Kitap ehli ile dost olabiliriz hatta evlenebiliriz.
Fakat, müşrik olanları ile evlenemez ve dostta olamayız. Bu konu hakkında, yazının sonunda önemli bir çalışmayı paylaşacağım.
Kuran’a göre müşrik ve inkarcı kimseleri dost edinmek
ikiyüzlülük örneğidir. Müminler dururken, bu insanları dost edinmek
ikiyüzlülüktür. Mümin bir insan, hem müminleri hem de müşrik veya inkarcı
kimseleri dost edinemez. Yalnızca Allah’a yönelmiş kimselerden yana olmalıdır
ve onları dost edinmelidir. Belirtelim ki, bir insana tebliğ yapıyor olmamız,
onu Allah yoluna yönlendirmeye çalışmamız onlarla sıcak birer dostluk ilişkisi
kurmamızı, ya da onları kendimize gerçek bir dost olarak görmemizi gerektirmez.
İnkarcıları ya da müşrikleri dost edinmek, mümin
özelliği değil, münafıkların özelliğidir. Eğer, bunu bilmeden dost edinen ya da
onları dost olarak gören müminler varsa, tövbe edip, dostluk ilişkisi kurmama
yönünde karar alıp, hallerini düzeltmeleri doğru olacaktır.
İkiyüzlülere (münafıklara) kendileri için acıklı bir
azap olduğunu müjdele.
Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp da küfre
sapanları dostlar ediniyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar?
Onur ve yüceliğin tümü Allah’ındır.
(Nisa Suresi 138 ve 139.ayetler)
Görüldüğü gibi, Allah açıkça, müminler dururken küfre
sapmış insanları yani inkarcıları dost edinenleri böyle eleştiriyor. Müminler
dost olarak önce Allah’ı, daha sonra diğer müminleri kendine dost edinmelidir.
Peygamberlerin toplumlarında olduğu gibi, günümüz
toplumlarında da ister istemez müminler, inançsız ya da Allah’a ortak koşan
insanlarla toplumsal hayatta bir arada bulunuyor. Bir şekilde onlarla aynı
ortamda bulunmamız, hatta birlikte bir iş yapmamız, bazı şeylerden ötürü
diyalog kurmamız yani görüşmemiz kaçınılmaz. Zaten, Allah bunlara karşı bir
yasak getirmiyor. Toplumsal hayatı sekteye uğratacak bir tutumu değil, bireysel
olarak yakınlığı yasaklıyor.
İnsan ilişkileri çeşit çeşit, kimi ile işyerinde
mecburi diyalog kurarız, hatta aynı ortamda yemek yer, mecburi iş/okul hakkında
diyalog kurmak zorunda kalırız. Kimi insanlar vardır ki ilişkimiz bunlardan
daha ötedir, onları kendimize dost belleriz, ayrı bir samimiyet kurarız, özel
dünyamızı paylaşırız, onlarla görüşmek ve yakın olmak için sebepler
oluştururuz. Mecburiyetin/resmiyetin dışında şeyler paylaşırız… İşte bu
dostluktur, bir yakınlıktır. Mecburi olarak bir arada bulunduğun, mecburi
diyalog kurduğun insan dostun değildir zaten…
Mecburi olarak Allah’a ortak koşan ya da Allah’a
inanmayan kişilere işimiz düşüyor ya da onların bize… Birlikte bir iş yapmamız
bile gerekebiliyor. Ayetlerde müminlerin tamamen müminlerden oluşan ayrı bir
toplum kurması gerektiğine dair bir emir olmadığı gibi, farklı görüşleri
olanlar bir arada yaşayabilir. Sevmediğimiz topluluklarla, kafir ve müşrik
kimselerle bir arada yaşamımızı nasıl sürdüreceğimiz yönünde emirler var.
Mecburi/kaçınılmaz durumlarda önemli olan inkarcı veya
müşrik kimselerle samimiyet kurmamak, dostane bir ilişkiye girmemek, aradaki
mesafeyi korumak… Sınırımızı çizmek… Yoksa Allah da, tamamen müminlerden oluşan
bir ülke kurmamızı bildirmiyor. İnkarcılarla ve müşriklerle bir arada yaşamayın
demiyor. Tam tersine, ayetlerinde bizler gibi olmayan hatta hoşumuza gitmeyen
topluluklara karşı adaletli olmamızı, onların haklarını da gözetmemizi, onların
özgürlüklerini ihlal etmememizi, onlara bozguncu tavır göstermememizi, onlara
kötülük yapmamamızı söylüyor. Allah’a ortak koşanların, inkarcıların hoşumuza
gitmemesi; Kuran’ın oluşturduğu bir mantıktır.
Okulda, işte, birini ziyarete gittiğimizde, ticarette
hatta internette bile, bir şekilde mümin olmayanlarla; Allah’ı inkar eden ya da
Allah’a ortak koşan kimselerle etkileşim kuruyoruz. Belirttiğim gibi, önemli
olan mesafe koymak. Yani, dostluk birlikteliğine geçmemek, kendimize onları
dost edinmemek, dostluk anlamındaki o yakınlığı kurmamak…
Ey iman sahipleri! Müminleri bırakıp da küfre sapanları
(kafirleri) dostlar edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah’a açık bir kanıt mı
vermek istiyorsunuz? (Nisa Suresi, 144.ayet)
Görüldüğü gibi, Allah açıkça iman edenlere, küfre
sapanları (kafirleri) dost edinmeyi açık açık yasaklıyor. Üstelik, onları dost
edinmemizin kendi aleyhimize bir kanıt olacağı bildiriliyor.
Müminler, müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesin.
Kendinizi korumak için bu yola başvurmanız hariç. Kim bunu yaparsa, Allah ile
ilişiği kesilir. Allah sizi, kendisinden sakınmaya çağırır ve dönüş yalnızca
Allah’adır. (Ali İmran Suresi, 28.ayet)
Bu ayette de görüldüğü gibi küfre sapan kafir
kimseleri dost edinmemizi, Allah açıkça yasaklıyor. Can güvenliği gibi
kendimizi korumak için onlarla dost ilişkisi kurulabileceği de bildiriliyor.
Örneğin, Firavunun eşi Kuran’a göre iman etmiş bir kişiydi. Fakat, Firavunun
yakınlarında olmayı da sürdürüyordu. (Bkz: Tahrim Suresi 11.ayet) Firavunun ne
kadar zalim bir insan olduğunun örnekleri Kuran’da mevcut.
Muhammed Peygamberimize, kendi toplumunda münafıklık
yapmış kimselere karşı savaş durumunda şöyle bir tutum izlenmesi emredilir:
Sefere çıkma konusunda onlardan bir grubun senden izin
isteyeceği bir fırsatı Allah sana verirse, “Benimle birlikte ebediyen harekata
çıkmayacaksınız, ve benimle birlikte hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü
siz, ilk başta oturmayı seçmiştiniz. Öyle ise, geri kalanlarla beraber oturun”
de.
Onlardan ölen birisi için namaz kılma, mezarı başında
da durma. Çünkü onlar Allah’a ve elçisine karşı geldiler ve yoldan çıkmışlar
olarak öldüler.
(Tevbe Suresi 83. ve 84.ayetler)
Bizler müminlersek, Peygamberlerin yaşadıklarından,
onların gösterdiği tutumlardan öğütler çıkarmamız gerekir. Bu ayetlerde de
görüldüğü gibi, Muhammed Peygambere, dinde ikiyüzlülük örneği göstermiş
kimseler hakkında afları yönünde namazlarında dua etmesi, hatta mezarları
başında durması dahi yasaklanmıştır. Bizler de münafıklığı açığa çıkmış, daha
sonra tövbe edip hallerini düzeltmemiş insanlar hakkında sevecen bir tutum
beslemememiz, onlara güven duymamamız, onlarla Allah yolunda bir işe
kalkışmamamız yönünde dersler çıkarabiliriz.
Bir Peygamberin veya müminlerin, müşrikler için,
Cehennem ehli oldukları kendilerine açıkça belli olduktan sonra, akraba bile
olsa onlar için af dilemeleri doğru olmaz. (Tevbe
Suresi 113.ayet)
Kafir kimseler, Kuran’a göre cehennemlik kimselerdir.
Bir insan açıkça Allah’ı inkar ediyorsa, yaşarken düzelmemiş inanma belirtisi
göstermemişse onlar için af dilememizi doğru bulmuyor Allah. Müşrik kimseler de
aynı şekilde.
Bugün müşrik veya inkarcı kimseyi kendimize dost
edinmeye kalktık diyelim, herhangi bir şekilde inanma belirtisi göstermedikleri
takdirde, yarın ölecek olsalar dua bile etmemizin doğru bulunmadığı bu
kişilerle ne derece dost olmamız akla uygun olabilir ki?
Dostluk ilişkisi kurmama
nedenlerinden en önemlisi de onlarla aramızda samimiyet ve sevgi duygularının
oluşmamasıdır.
Allah'a ve Ahiret gününe inanan bir topluluğun, Allah'a ve Resulüne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurduğunu göremezsin. Bunlar, onların ister babaları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun...
(Mücadele Suresi, 22.ayet)
Allah'a ve Ahiret gününe inanan bir topluluğun, Allah'a ve Resulüne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurduğunu göremezsin. Bunlar, onların ister babaları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun...
(Mücadele Suresi, 22.ayet)
Allah, müminlerin, kendilerine gelmiş olan gerçeği
(vahyi) inkar edenlere karşı sevgi beslemelerini de eleştirmiştir. Günümüzde
belki silahlarla olmasa da, inkarcı kimselerle bilgi yolu ile mücadele
ettiğimiz bir gerçek. Onların bizlerin inkar etmesini diledikleri de bir
gerçek. Bugün, inkarcı kimseler Peygambere açıkça düşmanlık beslediklerini dile
getiriyorlar. Dine karşı ve Muhammed Peygamberimize karşı nefret dolu,
düşmanlık dolu sözler sarf ederlerken, o dönemki inkarcılarla aynı nefret
duygularını paylaşırlarken, içten içe dinimizin yok edilmesi gerçeğini savunan,
potansiyel bizim inandıklarımızı ortadan kaldırmaya can atan kimselere karşı
aşağıdaki örnekten sonra sevgi beslememiz ne kadar Kuran mantığı ile tutarlı
olabilir? Bu örnekte yer alan inkarcıların karakter ve tutumları, günümüzdeki
inkarcılardan farklı değil. Günümüz inkarcılarının, yalnızca dinimizi ortadan
tamamen kaldırmak yönünde güçleri yok. Dinin inkar edilmesi yönünde ise
arzuları yüksek. Mücadeleleri; Peygamberimiz yaşamadığı için onu sürgüne
göndermek, ya da şimdilik bizi toprağımızdan çıkarmak değil; dinin yalan
olduğunu ispatlamak ve ortadan kaldırmak. Zaten Allah’a düşman olan, Allah’ın
da düşman olarak gördüğü kimselere sevgi duymak, Kuran mantığına sığmaz.
Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar
yerine tutmayın! Onlar, size Hak’tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah’a
inandığınız için Peygamber’i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara
sevgi sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak
için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Sizin
gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu
yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
Onlar sizi ele geçirirlerse size düşman olurlar;
ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar, inkâra sapmanızı
isterler. (Mümtehine Suresi 1 ve 2.ayetler)
Bu ayet çok çok önemli. Ayetin ilk başında Allah,
zaten kendisine karşı düşman olanı dost tutmamamızı söylüyor. Dost tutmamızın
yasak olduğu bir kimseye olumlu duygular değil, olumsuz duygular beslememiz
mantıklı olur. Allah’ı inkar eden ve Allah’a ortak koşan kimseler açıkça
Allah’ın düşmanıdır.
İsmini vererek, ününü arttırmak istemediğim ateist bir
adam hakkında örnek vermek istiyorum. Bu şahıs, tek kişilik komedi gösterileri
yapıyor. Günümüz müminleri de, bu adamı çok seviyorum, beğeniyorum diye
paylaşıyorlar. Bu şahıs, açıkça sahneye çıkıp Allah ile dalga geçiyor, dinlerin
palavra olduğunu anlatıp, ateist propagandası yapıyor. Açıkça din ile Tanrı
kavramı ile alay ediyor. Allah’a sahnede kafa tutuyor, dalga geçiyor. Durum bu
iken ve ayetler ortadayken, bazı müminlerin bu adamı sevdikleri ve
beğendiklerini söylemeleri aklım almıyor.
İnkarcı, müşrik kimselerle evlenmemiz yasak. Bu da
onlarla arkadaş, hayat arkadaşı dahi olamadığımızın bir başka delilidir.
Herhangi bir beğenimiz söz konusu olsa bile bu yasak geçerli; hoş Kuran
ayetlerine baktığımızda Allah’ın sevmediği kimselerin hoşumuza gitmesi, Allah’a
karşı nankörlük eden bir kişiye içten içe sevgi beslemek, Allah düşmanı
olduğunu göz ardı edip bu tarz kişileri sevecen bulmak ne derece doğrudur?
Evlenmemizin yasak olduğu kişilere ilgi göstermek art niyetli bir tutum
olacaktır. (Bakara Suresi 221.ayet onlarla evlenmemizin yasak olduğunu
anlatır.)
Rabbinden sana vahyedilene uy! O’ndan başka ilah
yoktur. Müşriklerden yüz çevir! (Enam
Suresi 106.ayet)
Bu ayette gördüğünüz üzere, Allah müşriklerden yüz
çevirmemizi emrediyor. Dost edindiğimiz bir insandan nasıl yüz çevirmiş
olabiliriz ki? Demek ki müşrikleri dost edinmeye filan kalkamayız.
Emrolunduğun şeyi açıkça bildir ve müşriklerden yüz çevir.
(Hicr Suresi 94.ayet)
Allah, kendisine ortak koşanlardan yüz çevirmemizi emrediyor. Müşriklerle dost olursak, onlardan yüz çevirmiş olmayız elbette.
Zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimseden yüz çevir. (Necm Suresi 29.ayet)
Allah görüldüğü gibi, kendisini anmaktan ve sadece dünya hayatını isteyen Ahireti umursamayan kimseden de yüz çevirmemizi istiyor. Böyle kişilerle de dost olmamalıyız, aramıza sınır koymalıyız. Zaten böyle insanlar, bizi boş işlere, boş sohbetlere, Allah'ın istemediği davranışlara, gevşekliğe sürükleyebilir. Bize manevi anlamda takvamızı ilerletme de engel olup, şevkimizi kırabilirler. Zaten Allah başka ayetlerde de, sakınan kimselerin dostlarının gene sakınan müminler olduğunu bildiriyor.
Emrolunduğun şeyi açıkça bildir ve müşriklerden yüz çevir.
(Hicr Suresi 94.ayet)
Allah, kendisine ortak koşanlardan yüz çevirmemizi emrediyor. Müşriklerle dost olursak, onlardan yüz çevirmiş olmayız elbette.
Zikrimizden yüz çeviren ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimseden yüz çevir. (Necm Suresi 29.ayet)
Allah görüldüğü gibi, kendisini anmaktan ve sadece dünya hayatını isteyen Ahireti umursamayan kimseden de yüz çevirmemizi istiyor. Böyle kişilerle de dost olmamalıyız, aramıza sınır koymalıyız. Zaten böyle insanlar, bizi boş işlere, boş sohbetlere, Allah'ın istemediği davranışlara, gevşekliğe sürükleyebilir. Bize manevi anlamda takvamızı ilerletme de engel olup, şevkimizi kırabilirler. Zaten Allah başka ayetlerde de, sakınan kimselerin dostlarının gene sakınan müminler olduğunu bildiriyor.
Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. (Tevbe Suresi 28.ayet)
Allah müşrikleri pislik olarak görüyor. Pisliklerle mi
dost olacağız? Allah her konuda bizi doğru, güzel olan ve temiz olana
yönlendirirken? Allah’ın pislik olarak gördüğü bir şey ya da kimsenin bize
sevimli gelmesi ne derece doğru? Allah’ın pek çok ayeti, kendisinin pislik
olarak gördüklerini sevmememiz, beğenmememiz, hoş bulmamamız yönünde. Kuran’ı
bütüncül olarak inceleyenler görmüştür.
Allah’ın bizler için örnek gösterdiği İbrahim
Peygamberimiz; inkarcı kimselerin Allah’a inanıncaya dek, Allah’a ortak
koşanlar şirk günahını bırakana dek, bu insanlarla aramızda düşmanlık ve nefret
duyguları olacağını söylüyor. Onlarla aramızda uzaklık olacağını da belirtiyor.
İbrahim’le, beraberinde olanlarda sizin için çok güzel
bir örnek vardır. Hani, onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: “Biz sizden de
Allah dışındaki kulluk ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle
bizim aramızda, siz Allah’a, yalnız Allah’a inanıncaya kadar, sürekli düşmanlık
ve nefret olacaktır.” (Mümtehine Suresi,
4.ayet)
Nuh Peygamberin de kafir kimselerden nasıl
hoşlanmadığını ayetlerden görmek mümkün.
Nûh şöyle yakardı: “Rabbim! Yeryüzünde, kâfirlerden
yurt tutacak/gezip dolaşacak hiç kimse bırakma! Çünkü eğer sen onları
bırakırsan, kullarını saptırırlar ve kötülük üreten nankörden başkasını
doğurmazlar.” (Nuh Suresi 26 ve 27.ayetler)
Tavsiye niteliğinde bir ayet:
Yeryüzünde dolaştığınız zaman, küfre sapanların size
tedirginlik vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir
sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki, inkârcı nankörler sizin için açık bir
düşmandırlar. (Nisa Suresi, 101.ayet)
Bu ayetin devamından itibaren, Allah inkarcılarla
savaş halinde namazın nasıl kılınacağını anlatıyor. Nisa 102.ayetle birlikte
ayet zincirine bütüncül bakarak bu ayeti değerlendirdiğimizde, bu ayette
bahsedilen inkarcılar yalnızca savaşılan inkarcılar değil.
İnkarcıları aynı zamanda nankör olarak nitelendiren
Allah, bu ayette açıkça inkarcıların bizler için açık birer düşman olduklarını
belirtiyor. Burada kastedilen düşmanlık, savaşılması emredilmiş bir düşmanlık
değil. Ahirete hayırla gitmemize engel olabilecek, bizi saptırabilecek, bize
her hangi zararları dokunabilecek ihtimallerine karşılık bir düşmanlık. Hem bu
ayet zincirine hem Kuran’a bütüncül baktığımızda, bu düşmanlık kavramının savaş
manasında düşmanlık olmadığını görmemiz mümkün.
Allah açıkça yeryüzünde normal bir şekilde gezerken
kötü insanlardan tedirgin olmamız durumunda namazı kısaltabileceğimiz hakkında
tavsiye verirken, küfre sapanların (yani inkarcıların) hepsinin bizler için
dost değil düşman oldukları belirtiliyor. Onların bizler için düşman olmalarına
rağmen, bizlere savaş açmazlarsa, onlarla savaşamayız. (bu yazının altında
hangi durumlarda onlarla savaş izni verildiği hakkında yazı paylaşacağım)
Bu düşmanlık, dost olmama, bize herhangi bir şekilde
kötü etkileri olma ihtimali üzerine ve elbette kulu olduğumuz Allah’a karşı
nankör oluşlarından kaynaklı içsel dünyamızda onları dost olarak benimseyememe
durumunda bir düşmanlık…
Kuşku yok ki, biz bu Kitap’ı sana, insanlar arasında
Allah’ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın ihanet
edenlerin tarafında olma! (Nisa Suresi,
105.ayet)
Benliklerine hainlik edenler için didinip durma. Çünkü
Allah, hainlikte ısrar eden günahkârı sevmez. (Nisa
Suresi, 107.ayet)
İnkarcılar ve müşrik kimseler, Allah’a ihanet etmiş
kimselerdir. Onlar yaratılışa, Allah’ın buyruklarına, emirlerine, tavsiyelerine
karşı ihanet ederler.
Bu ayette de görüldüğü gibi, Allah, ihanet edenlerin
tarafında olmamamızı buyuruyor. Bu, yalnızca bir toplulukla savaş halinde
olunca onlardan taraf olmamayı kapsayan bir kavram değil, böyle de söylenmiyor
zaten. Herhangi bir şekilde, onlarla dünyevi amaçlar uğruna da olsa dost olmak,
bir şekilde onlardan yana olmaktır. Allah’ın sevmediklerini müminler de
sevmemelidir. Allah’ın kendisine dost edinmediğini, müminler de dost
edinmemelidir. Nisa Suresi 107.ayette de görüldüğü üzere, Allah inkarcılar ya
da müşrikler lehine didinip durmamızı, mücadele göstermemizi yasaklıyor. Bu
kimseleri, kendisine ihanet etmede ısrarcı ve haliyle günahkar olarak
nitelendiriyor ve sevmediğini belirtiyor. Bu tarz insanlar için didinip
durmamız açıkça yasaklanmışken, onları nasıl dost edinebiliriz? Bir insan ancak
dostları için didinir.
Allah, hallerinin vahimliği hakkında vurucu bir ayet
bildiriyor, zaten bu ayetten sonra başka söze gerek yok:
Diyelim, siz onlar için dünya hayatında mücadele
verdiniz. Peki, kıyamet günü Allah’a karşı onlar için kim mücadele verir, onlar
hakkında kim vekillik yapar? (Nisa
Suresi, 109.ayet)
Bize düşen, onlar için didinip durmak değil, Allah’ın
rızasını isteyerek yalnızca tebliğ yapmak ve gerçeklerin ortaya çıkmasına
hizmet etmektir.
Bu insanlar, eğer tövbe edip, kendilerini düzeltmez ve
Allah’a yönelmezlerse; geri dönüşü olmayan bir sapıklığa düşmüş demektirler. Bu
sapıklıkları onları cehennemde rezil edici bir azaba, Allah tarafından
hoşnutsuzluğa götürecektir.
Kim Allah’ı, O’nun meleklerini, kitaplarını,
resullerini ve âhiret gününü inkâr ederse geri dönüşü olmayan bir sapıklığa
düşmüş olur.
(Nisa Suresi, 136.ayet)
Allah, Kitap’ta size şunu da indirmiştir: Allah’ın
ayetlerinin inkâr edildiğini, bu ayetlerle alay edildiğini işittiğinizde, bir
başka lakırdıya dalıp gittikleri zamana kadar onların yanında oturmayın. Aksi
halde siz de onlar gibi sayılırsınız. Hiç kuşkusuz Allah, münafıklarla
kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.
(Nisa Suresi, 140.ayet)
Söylediğim gibi, onlarla ne kadar dostluk kurmasak
bile aynı ortamda olmamız kaçınılmaz olabiliyor. Allah da bunu biliyor. Bize
savaş açmayanı, bizi toprağımızdan göndermeye kalkmayanı, toprağımızdan
süremeyiz. Eğer okulda, işte, özetle herhangi bir yerde bu tarz kimselerden
Allah’ın ayetleri ve dini hakkında alay edici şeyler duyarsak o ortamı terk
etmeliyiz.
“İnkarcılara tebliğ yaparken zaten Allah’ın dinini
açıkça reddedip aşağılayacaklar, bu durumda onlara nasıl tebliğ yapacağız?”
şeklinde, bir soru gelebilir. Aslında bu gibi sorulara, hep Kuran’a bütüncül
bakarak çözüm getirmeliyiz. Allah peygamberleri zaten müşriklere, inkarcılara
açıkça tebliğe gönderiyor. Hatta Musa Peygamberin, Firavuna nazik bir dille tebliğ
yapmasını emrediyor. Müminler, zaten insanları Allah yoluna çağıran, iyiliği
emreden kimselerdir.
Bu ayette dikkat çekilen nokta, -zaten biz tartışma
ortamında bunu net bir şekilde anlarız- tebliğ almak ya da ciddi anlamda
tartışmak amacıyla değil de, bizle dalga geçmek, Allah’ın dini ile alay etmek
amacı ile gelenlere yönelik. Örneğin, bana oluyor, söylediğim bir şeye direk
dalga geçerek, aşağılayarak cevap verenler oluyor. Açıkça küfür etmeseler de,
tartışırken alay ediyorlar. Bunlarla diyaloga girmiyorum. Bir de reddettiğini
söylese de alay etmeden tartışan insanlar var. Reddederek, sorular sorarak,
gerçek anlamda alay için değil de tartışma amacıyla konuşuyorlar. (Kuran’da bir
sürü tebliğ etme örneğinde bu durumu görebiliriz.) Allah da, ayetleri reddedenlere
tebliğ yapılabileceğini gösteriyor. Bu ayette alay edildiğini işittiğimiz an
ortamı terk etmemizi vurguluyor. Bu ayeti sadece inkar durumunda da yapılması
gerekli olarak algılayanlar var, bu durumda Kuran’ın bir sürü tebliğ etmeye
yönelik ayetini gerçekleştirmek mümkün olmaz. Bu ayette inkar edilmesi durumu
ile kastedilen, zaten alay edenlerin aynı zamanda inkar eden olmalarına dikkat
çekmedir.
Ortamı terk etme imkanımız yoksa, açıkça onlara kulak
tıkamalıyız, duymazlıktan gelmeli, yüz çevirmeliyiz, umursamamalıyız. Onlarla
alakadar olmamalıyız. Dikkatimizi başka şeylere vermeliyiz, başka şeylerle
oyalanmalıyız. Onlar da, onlarla muhatap olmadığımızı görür. Örneğin, ders
başlaması için öğretmenini bekleyen bir mümin, Allah ya da ayetler ile alay edildiğinde,
onların yanından uzaklaşabilir, eğer uzaklaşamazsa, başka bir şeylerle oyalanıp
meşgul olabilir.
Nisa Suresi 140.ayeti niyeyse, inkarcı ve müşrik
kimselerle dost olabiliriz, sadece onlar ayetler ile alay ederse onların
yanında oturmama şartı var şeklinde yorumlamışlar. Oysa, Kuran’ın pek çok
ayetinde görüldüğü üzere dost edinmememiz yönünde açık ayetler var.
Onlar ayetlerimizle alay ederken, onlardan yüz çevirmemiz gerektiği de şu ayette de bildirilmiş:
Onlar ayetlerimizle alay ederken, onlardan yüz çevirmemiz gerektiği de şu ayette de bildirilmiş:
Ayetlerimiz hakkında
lakırdıya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya değin onlardan
yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra o zalimler
topluluğu ile oturma.
(Enam Suresi, 68.ayet)
Bir de onlarla dostluk kurabileceğimizi şu ayetlere
dayandırarak iddia edenler de oluyor:
Ey iman edenler! Adaletin/dürüstlüğün tanıkları olarak
Allah için kollayıp gözetleyenler olun! Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin,
sizi adaletsiz davranmaya asla itmesin. Adaletli olun!
(Maide Suresi, 8.ayet)
Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi
yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli
davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever.
(Mümtehine Suresi, 8.ayet)
Allah’ın dini adaletin sağlanmasına dayanan bir
dindir. Bir kimseye inkar etmesinden dolayı adaletsiz davranmaya ya da onlara
kötü davranmaya yöneltmez. Kim olursa olsun, eşimiz, dostumuz, zengin, fakir,
anne, baba, inkarcı, müşrik, mümin herkese karşı adaletin işlemesini emreder.
Örneğin, bozulmuş Tevrat inancına göre, Yahudi olmayandan başkasını dolandırmak
serbesttir. Oysa, Kuran’a göre kim olursa olsun kimseyi dolandıramazsın. İşte,
adalet budur. Dolandırılan, mağdur olan, malı çalınan, zulme uğrayan, tecavüze
uğrayan, hakkı yenen kim olursa olsun; onun hakkı savunulur. Üstelik, adalet
gereği yasaklanmış bir kötülüğü inkarcı veya müşrik kimseye de yapamazsın.
Bugün, haşa Allah’ın dinine iftira atan zalimler,
kendine haşa Müslüman diyenler, inkarcı müşrik olarak gördükleri veya başka
dine mensup kimseleri savaş esiri adı altında kendilerine cinsel köleler
edinmeyi meşru görüyor. Oysa Kuran tüm bu ahlaksızlıklara dur der! Üstelik köle
edinmeyi de başkasına köle olmayı da yasaklar!
Bu ayetlerin getirdiği bir diğer gerçekte, Allah’ın
bizle savaşmayan bizi yurtlarımızdan çıkarmayan kimselere (inkarcı, müşrik kim
olursa olsun) iyilik yapmayı da yasaklamıyor oluşu. Fakat burada, gözden
kaçırılmaması gereken nokta şudur: birine iyilik yapmakla, onunla dostluk
kurmak başkadır. Birine iyilik yapıyor olmamız, onunla dost olmamızı, özel bir
yakınlık kurmamızı gerektirmez. İyilik yaptığımız her insanı dost olarak
görmemizi de gerektirmez.
Bugün bir doktorun, yolda gördüğü bir kimseye sağlık
müdahalesi yapması bir iyiliktir. Bunu inkarcı, müşrik, mümin sorgulamadan
yapar, kim olsa önümüzde bayılan bir insan görsek, yardım çağırmayı seçeriz.
İnancını sorgulamayız. Birisi yol tarifi sorsa, ona yardım etmemiz de
iyiliktir. İnancını sormayız. Bir öğretmenin inancını sorgulamadan bütün
öğrencilere bilgi öğretmesi, ders anlatarak yardım da bulunması da bir
iyiliktir. Okulda/işte bize her hangi bir konuda danışan ve yardım isteyen bir
kimseye karşılık vermemiz de iyiliktir. Örneğin, bizden ders/iş konusunda bir
şey soran kişi ateistte (Allah’ı inkar eden kişiyse), bu durumda ona yardımcı
olmak bir iyiliktir. Unutulmaması gereken şudur ki, bu iyilikleri yapmak
onlarla dostluk kurduğumuz, dost olduğumuz, bir yakınlık kurmamız gerektiği
anlamına gelmez!
Gene aynı şekilde, adalet gereği, inkarcı veya müşrik
her kim olursa olsun öldürülmeleri, zulüm görmeleri gibi durumlarda adaletten
yana olmak, bu haksızlığa karşı çıkmak, tepki göstermekte bir mümin
davranışıdır. Zulme uğrayan bir ateistse, unutulmamalıdır ki onun imtihanı hala
devam ediyor, haksız yere öldürülmüşse de, bu haksızlığa göz yummamak bizim
imtihanımızdır.
Hakim, mağdur olan her kişi ile; doktor, her baktığı
hasta ile; bizler her iyilik yaptığımız kişi ile dostluk oluşturmuyoruz. Zekat
veren kişiler, zekat verdikleri kişilerle ille de dost olmuyor.
Saffat Suresi 51 ve 57.ayetler arasında cennete gitmiş
bir müminin sözleri de, bazıları tarafından inkarcı ve müşrikleri dost
edinebileceğimiz yönünde yorumlanmış.
Ayete bakalım:
İçlerinden bir sözcü şöyle der: "Benim yakın
bir arkadaşım vardı."
Derdi
ki: “Sen gerçekten şunu tasdik edenlerden misin?”
“Biz,
ölüp, toprak ve kemik haline geldikten sonra, gerçekten cezalandırılacak mıyız?”
Dedi:
“Siz de bir araştırır mısınız?”
Araştırdı,
nihayet onu cehennemin ta ortasında gördü.
Dedi:
“Vallahi az kalsın, sen beni de buralara düşürecektin.”
“Rabbimin nimeti olmasaydı, kesinlikle ben de
şurada toplananlar arasına girmiş olacaktım.” (Saffat Suresi, 51 ve 57.ayetler)
Görüldüğü gibi, cennete
gitmiş mümin birisi, dünyada ateist bir kimse ile arkadaşlık kurduğunu
söylüyor. Buradan yola çıkılarak, bu ayeti inkarcı kimselerle dost
olabileceğimize yorulmuş.
Halbuki, bu ayetlerden
inkarcılarla dost olabileceğimiz sonucunu çıkarmak zorlama olacaktır.
Bu ayette bahsi geçen mümin
kişi, pekala bu ateist kişi ile bir dönem yakın arkadaşlık kurmuş olabilir.
Fakat, bu mümin kişinin, bu inkarcı kimse ile dostluğunu sürdürdüğü sonucunu
çıkaramayız. İman ettikten sonra ya da takvada ilerledikten sonra onunla
ilişiğini kesmiş olabilir, mesafe koymuş olabilir ve o eski dostluğunu bitirmiş
olabilir. Tebliğ yapma yönünde yakınlık kurmuş olabilir, bunu da arkadaşlık şeklinde tanımlamış olabilir. Bunun aksi iddialarını bu ayete bakarak ortaya atamayız. Mümin olan
ve cenneti kazanmış bu kimse sadece bir dönem, bu inkarcı kimse ile yakın
arkadaş olmuş olabilir. Hatta sadece yakın bir diyalog ortamı olup, arkadaş
olarak tanımlamış da olabilir. Üstelik, bu kişi ile
dostluğunu bitirmeyerek bir hata yapmış da olabilir, ama cenneti kazanan
kimsenin günahlarının affedildiğini biliyoruz, Allah da onu affetmiş olabilir.
Kendimden yola çıkarak bu
durumu örnekleyeyim ki, bu durum biraz daha net anlaşılsın. Mümin olmadan ve
henüz mümin olmamın ilk zamanlarında ateist arkadaşlarım vardı. Onlarla çok samimiydim.
Daha sonraları, takva yoluna konsantre olmamı engelledikleri ve artık aramda
onlarla bir bağ hissedemediğim için onlarla ilişiğimi kestim. Hatta içlerinden
biriyle çok çok samimiydim. Allah dilerse, affını kazanıp cennete gidersem,
pekala şöyle bir cümle kurmam tuhaf olmaz: “Benim inkarcı bir arkadaşım vardı,
ona ne oldu acaba, cehenneme mi gitmiş?” Çünkü, o insanı tanımlamamız için bu
şekilde anlatım yapmamız gerekiyor.
Aslında bu konuşma şeklini
daha bu dünyada bile günlük hayatta yaşıyoruz. Bir süre önce dost olup dostluğu
bitenler, bir süre sonra eski dostundan bahsederken, “Benim şöyle bir dostum
vardı o ne yapıyor?” şeklinde sorabiliyor.
Bu ayet, sadece mümin olup
cennete gitmiş birinin, dünya hayatının bir kesitinde, inkarcı bir kimse ile
sohbet edecek denli yakın olduğunu, böyle biri ile bir müddet yakın arkadaşlık
kurmuş olduğunu gösteriyor. Daha sonra bu dostluğu kesmedi diyemeyiz. Ayrıca,
kesmemiş olsa bile Allah da affetmiş olabilir. Yakın dost olmamamıza rağmen,
yazıda anlattığım gibi, mecburi bir arada olduğumuz insanlardan bile
bahsederken arkadaş tabirini kullanabiliriz. Bu tabir, tanıdığımız ve bir
şekilde sürekli etkileşim halinde olduğumuz insanlar için de kullanılabiliyor. Ben de hala daha eski tanıdığım ateist kimselerden
bahsederken, ateist bir arkadaşım vardı diyerek, ibretlik gördüğüm diyalogları anlatmaya
başlayabiliyorum. Ahirete gittiğimde de (Allah dilerse) benimle aynı şeyi
yaşamış kişilerin aynı söz zincirini hem bu dünyada hem ahirette kullanmaları
garip olmayacaktır.
Üstelik bu ayet, onlarla
arkadaşlığın bir mümin için ne kadar tehlikeli olabileceği yönünde uyarıyor. Vallahi, az kalsın, sen beni de buralara
düşürecektin. (Saffat Suresi) Bir müminin, kendisine kötü etkileri olan
kişilerle ilişiğini kesmesi, zaten en mantıklı şık olacaktır.
İnkarcı veya müşrik kimselerin tövbe edip, hallerini
düzeltip, Allah’a yönelmeleri durumunda, onlarla dostluk kurmamız da ise bir
sakınca yok.
Ancak tövbe edip hallerini düzelterek Allah’a yapışan
ve dinlerini samimiyetle Allah’a özgüleyenler müstesnadır. İşte böyleleri,
müminlerle beraber olacaktır. (Nisa
Suresi, 146.ayet)
Şüphesiz, zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah ise sakınanların dostudur. (Casiye Suresi, 19.ayet)
Önemli bir hatırlatma yapmalıyız ki, Kuran’a göre
müminlerin bir arada olması, bölünüp parçalanmaması, ateşten çukurun kenarından
kurtulmaya benzetilmiştir. Kuran müminleri kardeş olarak nitelendirir.
Hep birlikte Allah’ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp
parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı
idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O’nun nimeti sayesinde
kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan
kurtardı.
(Ali İmran Suresi, 103.ayet)
Görüldüğü gibi, Allah müminlerin birlik olmasını
istiyor. Müminler arasında barışın sağlanmasını güzel olarak gösteriyor. (Bkz:
Hucurat Suresi 10.ayet). Barışın daha hayırlı ve güzel olduğunu görüyoruz. Tabi
tüm bunlara rağmen, dünyevi hırslar ve çıkarlar uğruna, mümin dostlarını
bırakan insanlar olabilir. Oysa mümin bir kardeş edinmek, çok değerli bir
imkana kavuşmak demektir, bu da dünyevi çıkarlardan üstün görülmelidir.
Unutulmamalıdır ki Kuran’da ancak bize karşı savaş
açanlarla, savaş yapılabilir. Kuran’a göre Cihad, bilgi ve tebliğ yolu ile
yapılır. İnkarcılara, Allah’ın indirdiği delilleri sunarak meydan okumamız
gerekir. Kuran’da bütün Peygamberler cihadı bu şekilde yapmıştır. Muhammed
Peygamberimiz ancak açıkça savaş açanlar ile savaşmıştır, yani savunma savaşı
yapmıştır. Çünkü Kuran’a göre müminler, durduk yerde küfre sapmış olsalar da
hiçbir topluluk ile savaşamaz. Ancak, o topluluğun müminlere karşı açıkça savaş
açmış olması, dinleri için kan döküyor olmaları, bizleri toprağımızdan sürmeye
çalışmaları durumunda onlarla savaşılabilir. Bunun tersini iddia edenler ancak
ayet cımbızlayarak, ya da uydurma kaynaklardaki sözleri dini emir sanarak bize
karşı çıkarlar.
Kuran’a göre kölelik yasaklanmıştır.
Hristiyan ve Yahudilerle dost olabilir hatta onlarla
evlenebiliriz. Fakat burada, dikkat edilmesi gereken nokta şirk koşanları ile
evlenmemizin yasak olduğudur, hatta şirk koşanları ile dostta olamayız. Allah,
içlerinde şirk koşmayanlar olduğunu bildirmiştir. Günümüzde de, örneğin üçleme
gibi şirk inancını reddeden Hristiyanlar vardır. Bu konuda da şu yazı okunabilir:
Yazıda, Kuran’a bütüncül bakmamız gerektiğini
söyledim. Bunun nedeni, Allah’ın, ayetleri gene Kuran’da, ayetler aracılığı ile
açıkladığını bildirmesidir. Kuran’a göre, Kuran en güzel tefsirdir. Bu konuda
aşağıda verdiğim linkler aydınlatıcı olacaktır.
İslam’ı uydurma kaynakların peşinde yaşarsak yani
apaçık Kuran ile çelişen rivayet kültürünü/nakil zincirini takip edersek,
aslında tam da yaşanması gereken din, Işid’in dinidir. Hadisler hem kendileri
içinde hem de Kuran ile çelişen, Peygambere atılan iftiralardır. Kuran’a göre
dini kaynak ancak Kuran’ın kendisidir, Kuran dışında uyulması gereken başka bir
vahiy kaynağının olmadığı bellidir.
Peygamber yalnızca Kuran’ı tebliğ etmiş, hadis adı
altında herhangi bir kaynak zinciri oluşturmamış, yalnızca Kuran’ı
uygulamıştır.
Teşekkürler.
Allah Var blogu ile ortak sitemizden de beni
takip edebilirsiniz: