Yeryüzünde
görürüz kasılıp gerilerek yani kibirle yürüyen kişileri. Sanki yüzlerinin güzelliklerini kendileri yaratmışlar, vücutları üzerinde tam bir hakimlik kurmuşlar gibi-örneğin iç organlarını kontrol edebilir gibi-, kendilerini Allah’a adamadan,
bunların sahibinin O olduğunu dile getirmeden, ellerinde olanlarla boş bir
güven duyarlar. Sanki hiç yüzleri bozulmayacak, vücutları hiç çökmeyecek gibi
büyüklenerek yaşarlar. Elleri, kolları, ayakları sanki hep yerinde olmayı kesin
olarak söz vermişler gibi uzuvlarını kaybedebileceklerini hiç hesaba katmazlar.
Güzel vücutlarını seyre dalıp, kibirle başkalarına sergilemeye çalışırlar. Böyle kişiler, bedenlerinin asli sahibi gibi davranırlar. Oysa en ufak bir
hastalıkla, Allah tarafından acizliğin büyük esiri edilebilirler ve vücutlarının aslında asli sahipleri olmadıkları diğer insanlar tarafından rahatlıkla
gözlemlenebilir.
Allah,
dilediği her şeyi güzelleştirip yıkmasını bilir. Her şeyin üzerinde mutlak
hakim O’dur. İnsan ise bir şeyler üzerinde hakimiyet sahibiymiş gibi
davranır. Zenginliğini kendine mal eder. Zenginliğini, rahat yaşamını, kendisinin
kendisine sunduğunu sanır. Kendisi çalışıp edinmiştir yahut babası onun yerine
çalışıp kurmuştur. Bu sebepleri gerekçe göstererek işi üzerinde tek hakimin kendisi olduğuna kendini inandırır. Kurduğu işin üzerinde kendini mutlak otorite sanır, önünde
hiçbir gücün duramayacağı hissine kapılır. Kendince sebebi, ceplerinin dolu
olmasıdır ya da iyi bir eğitim almasıdır. Oysa, bambaşka olaylar yaşanabilir ve bir gün tüm bunların onun için hiçbir anlamı olmayabilir.
İnsanı rızıklandıran Allah’dır. Rahat geçim sağlaması için
koşulları iyileştiren, engelleri kaldıran, kişiyi diğerlerinden maddi olarak
daha iyi bir konuma getiren, edindiği işin sağlam ve kaliteli yürümesini nasip
eden de Allah’dır. Eğer bugün yeryüzünde iyi işleyen bir fabrika, çok yüksek
kazançlar elde eden bir şirket, yüksek verim sağlayan bir tarladan bahsedecek
olursak; tüm bunlar, Allah'ın kulu için uygun görmesidir. İnsan ise nihayetinde
et, yağ, kan, kemikten oluştuğunu unutur; demirden bir bedene sahipmiş gibi
hayatı boyunca, Allah’a neredeyse hiç denecek kadar sığınarak yaşar. Hoş, demiri
de indiren Allah’dır ya, demirden olsak da fark etmez, yine Allah’ın elinde
olacaktık ve demir de elbette O istediğinde yok olacak...
Allah’ı
umursamayan insan, sanki işlerinin hiç bozulma riski yokmuş gibi, serveti hiç
çöküşe uğramayabilir gibi, eliyle kazandıklarına Allah’dan daha çok güvenir. Edindiği
kazançlarla yani parasıyla kibirlenmeyi de ihmal etmez. Servetine kuvvetle güvenir. Hayatı üzerinde
mutlak egemenmiş gibi Allah’ı hiç aklına getirmeyerek, şükretmeyerek, Allah’ın
insan için çizdiği sınırları gözetmeyerek yaşar. Oysa yüceler yücesi Allah’dır
ve her şey Allah’a bağlıdır.
İnsanı
hiç ummadığı yönden rızıklandırabildiği gibi hiç ummadığı yönden de insanı
sefilleştirebilir. Müminler ise yalnız Allah’a dayanıp güvenirler ve Allah’ın
her koşulda kendilerini sınadığını bilirler. Sahip olduklarına, güzelliklerine,
kurdukları işlere değil önce Allah’a güvenirler ve bunlar üzerinde gerçek bir
hakimiyetleri olmadıklarını bilirler. İnsan kendisine iyi bakabilir yahut daha çok kazanmak için çalışabilir. Lakin, edindikleri üzerinde egemen olan
Allah’dır. Allah dilerse her şeyi tepetaklak edebilir. Mümin, tüm bu gerçekleri iyice anlamış kişidir.
Buraya
kadar anlattığım her şeyi, Kuran’ın pek çok ayetinden, anlattığı gerçek
örneklerden çıkarmak mümkün.
Tüm bu ve
bunun gibi durumları Allah üzerinde düşünelim, ders alalım diye şu çok güzel
ayetle bizlere bildiriyor:
Şu iğreti
hayatın durumu gökten indirdiğimiz bir suya benzer: İnsanların ve davarların
yedikleri yeryüzü bitkisi onunla karışmıştır. Nihayet toprak, takılarını
kuşanmış, süslenmiştir. Toprağın sahipleri onun üzerinde egemen olduklarını
sanmaktadırlar. Tam bu sırada emrimiz ona gece veya gündüz ulaşmıştır. Ve onu,
sanki dün yerinde yokmuş gibi biçip atmışızdır. Derin derin düşünen bir
topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz. (Yunus
Suresi, 24.ayet)
Allah,
inananlara karşı merhametli olduğunu, şükredenlerin ve nankörlük etmeyenlerin
ödüllerini mutlaka vereceğini, doğruluk üzerine yaşayanlara azap etmeyeceğini
bildiriyor. Allah’ın vaadi haktır, O vaadinden dönmez.
İnsan, büyüklenme hevesine karşılık, gerçekte küçük bir varlıktır. Gerek tüm kainatı göz önüne alıp kainatın fiziki boyutlarına baktığımızda; gerekse insanın kendi gücü ve kuvvetinin yeterliliklerine baktığımızda, insanın kendi
üzerinde bile tam anlamda yeterli denebilecek bir hakimiyeti yoktur. Vücudunda herhangi bir aksama meydana geldiğinde, kendi üzerinde tam bir hakimiyeti olmadığına kendi de şahitlik eder. Akıl sahibi bir insan için bu
gerçek, aşikar bir şekilde ortadadır.
İnsan, hem Rabb’inin karşısında, hem de Rabb'inin yarattığı yasalar karşısında küçüktür. Acizdir. Ne vücudunun sağlamlığı, ne güzelliği,
ne de büyük kazançlar elde ettiği işi onu kurtaramaz. Büyüklenmesi de, Allah’ın
verdiği geçici şeylere olan güveni de yersizdir. Her birinin yıkımı ufak bir
aksamaya bakar.
Yeryüzünde
kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen, yeri asla yırtamazsın, uzunlukça da
dağlara ulaşamazsın. (İsra Suresi, 37.ayet)
Öyle bir Allah'ı biliyor ve öylesine yüce olana bağlıyız ki... O isterse her şey olur.
Göklerin ve yerin orduları Allah'a aittir. O güçlü olandır, O hikmet sahibidir. (Fetih Suresi, 7.ayet)
Mutlak güvenilmesi
gereken tek varlık Allah’dır. O'nun izni olmadan, bir yaprak bile kıpırdayamaz. Her şeye egemen olanın Allah olduğunu söylerken şu unutulmasın; insanın iradesi vardır, Kur'an'ın geneli bunun mesajını bize pek çok yerde veriyor. Allah ise insanın iyilik veya kötülük seçimlerine izin verendir ama seçimi yapan insandır. Bu seçimin gerçekleşmesini sağlayan ise Allah'tır, insanın iradesi ile yaptığı seçimlere izin verir, yapmasını sağlar yani farklı bir deyişle insan neyi seçiyorsa, insanın seçimini yapmasını dilemiş olur. Yani Allah dilediği için biz inanıyor veya inanmıyoruz dememiz de doğru olur ama Allah bizim seçtiğimiz şeyi dilemiş olur (izin vermiş olur). Kibrin bir kenara bırakılması için en büyük sebep O’dur. O’nun
varlığı ve her şeyin sahibi olması, tüm kibrimizi terk etmemiz için yeterli ve
geçerli en akılcı gerekçedir. Her şeyin üzerinde egemen olan Allah’dır. İşimizin, sağlımızın,
ülkemizin, dünyamızın, içinde yaşadığımız tüm kainatın, kainatın içindeki tüm
zerrelerin üzerinde egemen O’dur.
Yazılarımı şu siteden de okuyabilirsiniz:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder