25 Ocak 2014 Cumartesi

Evreni Kim İnşa Etti? Allah mı? Şuursuz Atomlar mı?

* Kur’an’da ruh kelimesi, vahiy ve vahiy meleği anlamlarında kullanılmıştır. Bu yazıda ruh kelimesini “can sahibi olmak” anlamında kullandım.
YARATICIN TESADÜF MÜ, YOKSA ALLAH MI? ÇOK TANRICILIK İDDİASINA ELEŞTİRİ:
Evreni kim inşa etti sorusu önemli bir sorudur. Çünkü cevabı bizim yaratıcımızın kim olduğunu belirtir. Yaratıcımızın ne olduğuna inanıyor oluşumuz ise, tüm hayatı yaşayış ve algılayış biçimimize yansıyan bir olgu. Evreni kimin/neyin inşa ettiği sorusuna verilebilecek cevaplar çok fazla değil. 1) Tek Tanrı 2) Tesadüf/Zaman 3) Tanrılar (Çok Tanrı) …
Seçeneklerimiz bunlar. Zaman ve mekanın olmadığı bir yerde, henüz zaman meydana gelmemişken, zamanın bir şeyleri başlattığı iddiası yerle bir oluyor. (Zaman yok ki bir şeyleri zaman başlatmış olsun…) Bugün fiziğin ışığında biliyoruz ki tüm Evren, büyük patlama ile meydana geldi ve büyük patlamanın hemen öncesinde zamanın kendisi yoktu…Aslında zamanın ve maddenin olmadığı bir yerde, tesadüfün de kendi başına olamaması ve bir şeyleri başlatamayacağını düşünmemiz de mümkün. Zira tesadüflerin gerçekleşmesi de (bizim tesadüf olarak algıladığımız olaylar) belli materyallerin çakışması ile mümkün oluyor. Oysa büyük patlamadan önce, ne zaman vardı, ne de tesadüf, ne de tesadüfü oluşturabilecek materyaller… Hiçbiri yoktu. Bu 2. seçenekten başka, 3.bir seçenek olan çok tanrının var olduğu iddiasına ise şunu söylememiz gerekir: Tanrı tanımı gereği, eğer sonsuz kudret gücünde olacaksa, kudretinin her bir noktaya ulaşıyor olması gerekir. Tanrının kudret noktası, başka bir Tanrının kudret noktası ile çatışırsa, biz bu durumda “kudreti eksik” tanrıların varlığını iddia ediyor olmuş oluruz. (2 Tanrı birbirine karşı mücadele edecekse, eşit güçteler ise kudretleri çatışır mücadele halinde olurlar, biri galip gelirse kudreti en fazla olan O’dur, 2 Tanrı birbirleri ile anlaşıp birbirlerine bulaşmazlarsa "kendi alanları" olur yani Tanrı sınırlı/alansal olur) Oysa Tanrının TAM BİR TANRI olabilmesi için, zirvede, güçlü ve tek olması gerekmektedir, zira TANRI her şeyi yapabilecek güçte, sonsuz kudret gücüne sahip olmalıdır, eğer ki TANRI olarak tanımlanacaksa… Ayrıca, haşa, çok tanrının var olduğunu iddia edeceksek bile, kısa bir mantıkla “bizi kim” yarattıysa, tanrımız da O’dur. Ve bir de, başka tanrıların başka evrenler ve kullar yarattığı iddiası da, tanrılara -birbirleri ile çatışabilecekleri kudret duvarları- verdiğinden (örneğin başka bir tanrı diğer tanrının yarattığı evrene müdahale edebilir), bu iddia aslında tanrının mekansal bir varlık olduğu fikrini de doğuruyor. (Mekansal= Sınırlı Bir Alana hakim) Oysa TANRI tanımı gereği TANRI olacaksa, mekansız/sınırsız olmalıdır. Zira ancak mekansız bir tanrı TASARIMLANAMAZ. İlk baştaki büyük patlamayı kim/ne yarattıysa, devamında oluşan tüm gerçekliği de o yaratmıştır. Bu yüzden birden fazla tanrının bu evreni yarattığı fikri de eleniyor. Görüldüğü üzere, evreni kim yarattı sorusuna vereceğimiz cevap, bizim tanrımızın(yaratıcımızın) kim olduğu sorusunu cevaplıyor aslında. Tesadüf mü? Tanrı mı? Seç…(Yokluktan bir şeyler tesadüfle çıkamaz, bunu da materyalin ve zamanın olmadığı anda oluşumun başladığı gerçeği ile açıkladık…)
ÖLÜYÜ DİRİLTEN GÜÇ: TANRI
Bu yazıda benim değinmek istediğim ilginç noktalardan biri de, cansız bir varlığın CAN sahibi oluşu…Düşünün, bir madde var, ruhsuz, canı olmayan…
Görünmeyen(soyut), algılanan bir kavramdır canlılık. Bir maddi oluşuma “yaşıyor” dedirtir.
Şimdi düşünün, bizi meydana getiren atomları, elementleri elinize aldığınızı… Maddeleri bir araya getirdiğimizi, hatta sıfırdan (elimizdeki bu atomları materyalleri kullanarak, zira yoktan var edemeyiz, çünkü termodinamik yasalarınca evrenimizde hiçbir şey yoktan var edilemez ama başlangıcında yoktan oluşmuştur), çok yüksek güçteki makinelerle bir insan yaptığımızı düşünün. Maddesi ile, hücreleri ile, organları ile, damarları ile, yüzü ile bir insan ürettiğimizi düşünün. Evet, yani, ölü bir insan yapmış olduğumuzu! Peki bu ölü insana HAYAT/CAN verebilir miyiz? Bu, kanın kalp tarafından pompalamasından daha kapsamlı bir durum…Çünkü ona bir “bilinç” vermekten “irade” vermekten “algı/düşünce” gücü vermekten bahsediyorum…Bunu o canlının kendi iradesi ile yapabilmesi için hiçbir makine tarafından komut almaması gerekiyor, yani kendi kendine oluşması gerekiyor, aynı koca kainatın yoktan bir anda, birden bire, hiçbir şeysiz, hiçbir şey yokken (zaman, mekan, atom, materyal yokken) oluşması gibi.
Gerçekten insan üzerinden öyle uzun bir süre gelip geçti ki o anılmaya değer bir şey bile değildi. (İnsan Suresi, 1.ayet)
Bir ölü iken dirilttiğimiz kimse…(Enam Suresi, 122.ayet)
Şuursuz maddeler, şuur buldu.
Dışarıda cansız olan her şey bir araya geldiğinde, can sahibi bir bütünün parçası oldular.
Zihnin var oldu.
Düşündün.
Bundan önce, kimse değildin.
Benlik sahibi değildin.
Düşünebilen, hisseden, gören, duyan değildin.
Et, yağ, kan içinde; duygusu düşüncesi olan bir benlik sahibi değildin henüz.
BÜTÜN YARATILMIŞLAR, YASALAR, TÜM KAİNAT BİRBİRİYLE UYUM İÇİNDEDİR:
Şuursuz, akli hiçbir yetisi olmayan maddelerin nasıl da bir sürü farklı konuda organize olabilmelerine girmiyorum bile. Rastgele, tesadüf eseri mi? Bilinçli bir komutla mı? Oysa ortada bir organizasyon varsa bu ancak bilinçli bir şekilde yapılan işin varlığını gösterir (estetiğin tasarıma işaret etmesi gibi…) Örneğin bizler, atomun parçacıklarının hareketini 10 insan bir araya gelsek, taklit bile edemeyiz. Atomlar bir araya gelip hücre oldu. Başta bir sürü aynı hücrelerden ibarettik anne rahminde. Farklılaşmaya başladılar. Sinir hücresi, kemik hücresi, kan hücresi, deri hücresi. Her biri için kendine has özellikler, ortamlar oluştu. Ayrı ayrı oluşlar oluştu vücudunda, birleşti, birbiriyle uyuştu. Tüm kainatta olduğu gibi. Kan basıncın, atmosfer basıncıyla uyuştu. Güneş, bitkilerle. Daha anne karnındayken, gözün oluşması için yüzündeki bir yerde çukurlar oluştu.
Var olan her şey birbiriyle uyuştu, ya da birbiriyle uyuşacak şekilde oluştu. Her şeyin, yasaların, kainatın, maddelerin oluştuğunda birbiriyle tam anlamda uyumunu sağlayacak şekilde gelişti olaylar.
Tesadüf kelimesi ile anlatalım bakalım olayı…
Beyin rastgele beyin (detaylı bir yapı) oldu. Sonra, ”Ben düşüneyim o zaman” mı dedi? Yoksa zaten düşünme amacıyla mı beyin olmaya başladı? (Yani kompleks bir oluşuma gidip, bir amaç doğuran organizasyonlar, daha en başta o amaca yönelik çalışmaya başlamalılar, kompleks bir oluşumun sistematik olaylar oluşturması da tasarımı gösterir…)
Kimi hücrelerin göz kapağı olmayı seçti. Kimi ”ince saydam bir tabaka olmalıyız” dedi, kimi kan damarı oldu -tam gözlerine uygun üstelik milimetrik- kimi damarların içinde hücre oldu.
Işık var oldu. Bir uzayın köşesinden gözüne vurdu, göz bebeğinden süzüldü, hücrelere düştü, elektrik oldu, sinyal oldu, beynine düştü. Görüntü oldu.
Mikrodan makroya koca kainatın uyumluluğu…
Oluşlarda ve yasalarda örtüşmeler…
Kainatta tek bir yasanın var olmasının Allah’ın delili olmasından daha da muazzam olan; var olan yasaların birbiriyle örtüşüyor olması…

Hayat amacımızın cevabını şu soru işaretleri belirliyor:
Şans?
Tesadüf?
Şuursuzluk?
Tamamen yok oluşa doğru yolculuk mu yaşıyoruz hep beraber?
Sadece yok oluşa gidiyorsak, bence oturup üzülmeliyiz ”ben neden külfet çekiyorum ki bu yerde?” diye. Sıkıntılara da sabretmenin bir anlamı var mı? Sabretmenin ancak bu dünya imtihan yeri varsa anlamı var. Sonunda çöp olacak bir beden için niye yıllarca acı çekeyim, uğraş vereyim ki?
Evrende detaylar, oluş, var oluş çok dahice…Bunu görebilenlere ve dehadan bağımsız bir oluştan söz edilemeyeceğini anlayanlara ne mutlu…
Hala soruyor musun?
Tanrı Olabilir mi diye? Zira ben, “Tanrı olabilir mi?” diye hala soruyor olmana şaşırıyorum…
Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara. (Bakara Suresi, 259.ayet)
Öylesine, başı boş, şuursuz, akıl yoksunu maddeler… Maddelerin bir araya bir ölçüyle gelmesi… O ölçünün belli bir yapı oluşturması: Hücre… Hücrelerin farklılaşması… Farklılaşırken organize oluşları… Kiminin kemik olması, kiminin onu sarıp et olması… Tüm bunların üzerine de bir güzel cilt çekiliyor: deri…
Tüm bunlar ölçüyle, detaylı bir şekle dönüşüyor. Üstelik bir can sahibi biri için…Düşünecek, hissedecek, sorgulayacak, iyi veya kötü tanımlamaları yaparak hareket edecek bir canlı için…
EVRENİN KENDİSİ TANRISAL OLAMAZ
Bir de Tabi Evrenin kendisine = Tanrı muamelesi yapanlar var…Ruhçular, Paganlar…
Nedir böylesine maddeye can bulduran? Onu farklılaştıran, organize ettiren kuvvet nedir? Evren’de kendi kendine oluşan bir kuvvet mi yapıyor bunları? İyi de, daha evren var olmamışken, evrenin en başta olması için onu yokluktan harekete geçiren şey, bu evrenin kendisindeki bir şeyde olamaz ki çünkü henüz ortada evrenin kendisi yoktu! Evrenin, Tanrı olması için, bir parçasının henüz büyük patlama yokken (evrenin oluşması başlamamışken) var olması gerekirdi.
Evren henüz inşa olmadan, daha henüz püyük patlama patlamadan, ortada olmayan bir evrenin bilincinden bahsedilebilir mi!?
Gezegenler henüz oluşurken ve belli ölçüde belli bir matematikte sıralanırken, kainat hareketlenirken -daha en başlarında- bunun olmasını sağlayacak ölçüdeki patlamanın takdiri, daha henüz oluşmamış bir evrenden gelemez ki…Evrenin kendisine Tanrı muamelesi yapanlar, onun ezeli olduğunu da iddia etmeliler ya da bir parçasının var olduğunu söylemeliler ama yapamazlar…Zira bugün fizik, evrenin bir başı olduğunu ve sonuna doğru gittiğini de kanıtlıyor.
Bu olayların gerçekleşmesini sağlayan etkiye “kuvvet” diyelim.
Bu kuvvet şuursuz olabilir mi?
Bu kuvvet hep var olmalı değil mi?
Bu kuvvetin sahibi var mıdır?
Eşsiz benzeri olmayan tek sahibi.
O’nun benzeri gibi bir şey yoktur. (Şura Suresi, 11.ayet)
En yüce olan.
Mülk ve yönetim elinde bulunan, her şeye gücü yeten o Allah ne yücedir!
(Mülk Suresi, 1.ayet)
Hep var olan hep diri olan.
Hayy’dır O, sürekli diridir. (Bakara Suresi, 255.ayet)
Evren’i olduran kuvvet/takdir Allah’ındır…
Kainata, oluşum sürecinde ihtiyaç duyduğu kuvveti/takdiri/bilinci adına her ne diyeceksek ancak evrenden bağımsız olan, evrenin dışındaki bir varlık verebilir. Aklı olmayan hiçbir varlık, bunu öylesine, tesadüfen meydana getiremeyeceği gibi, ateistlerin evreni kuran evrenin kendi yasalarıdır, iddiasındaki yasalar da yoktan ortaya çıkmıştır. Yoktan, birden bire ortaya çıkan bir şey, zamanda başlangıcı olan bir şey felsefi mantıkla tasarlanmış olması gerekir. Bahsedilen takdirin kainata bağımlı olmaması gerekir çünkü bağımlı olsaydı kainatın kendisine ait bir kuvvetten/takdirden bahsedebilirdik. Bu kuvvetin veya takdirin, evrene ait olamayacağından yukarıda bahsettik. Sapık ruhçu(pagan) öğretilerde olduğu gibi, bu takdir dolayısıyla kainatın bir parçası, kainatın içinden bir parça olamaz. Bilakis, Kainatın ve tüm parçalarından bağımsız bir takdir olması gerekir. Bu takdirin de bir bilince yani sahibine ihtiyacı var.
ATOMLAR, İNSANLAR, HER ŞEY TANRI MIDIR? YARATICIYA İHTİYACIMIZ YOK MU?
Eğer biz, yaratana ihtiyaç duymadan var olduğumuz iddiasındaysak da Evren’e = Tanrı muamelesi yapmamız gerekir. Çünkü yaşamımız boyunca var olmak için evrendeki bir şeylere muhtaçlık duyuyoruz. Kendi kendimize yetemiyoruz.
Her birimizin, özellikle kainatı var eden atomların başka bir şeyden bağımsız olarak meydana gelen bir birey = Tanrı = atom denklemi de iddia edilebilir. Aslında bu iddia zaten Evren=Tanrı iddiası ile bire bir aynıdır. Zira tanrı olduğu iddia edilen insan, evrendeki diğer var olanlara muhtaçtır. Oysa bizler birey olarak daha var olurken bile havaya, suya, kana, toprağa pek çok şeye ihtiyaç duyarak var oluyoruz. Örneğin su molekülü, hidrojen ve oksijen atomunun tanrısallığı(yaratıcılık kabiliyetleri) oluşsalardı, onların da bir bilinci olması, kendi kendilerini takdir edecek, kendi kendilerini planlayacak ve yapılacak eylemleri planlayacak iradeleri, seçimleri olması gerekirdi. Dahası zaten en başında hidrojen ve oksijen atomları, büyük patlama ile oluştu. Henüz Hidrojen ve Oksijen atomları yokken, onları yaratan şey nasıl gene kendileri olabilir? Görüldüğü gibi, atoma, evrene tanrısallık iddiası vereceksek, onların ezeli olduklarını, bir başlangıçları olmadığını iddia etmemiz gerekir.
Evrenin bir başlangıcı olduğunu kanıtlayamasaydık bile bu sonuçlara varabilirdik, çünkü muhtaçlık çeken bir şey de tanrısal olamaz. Bizim irademiz var ama bir yere kadar. Örneğin, kendi kalbimizi tasarımlamadık, vücutsal sistemimizi de. Demek ki daha başka bir bilincin oluşturmasına bağımlıyız. (Tesadüf diyeceksek, tesadüfe bağımlıyız, ama zaten tesadüfün yaratıcımız olamayacağına da cevap verdik.) Bizi yaratan ne ise tek muhtaç olduğumuzun O olduğu sonucu da çıkıyor, diğer maddeleri ihtiyaç olarak vesile ediyor, dilese su yerine başka bir bileşikte yaratabilirdi ihtiyacımızı karşılayan ya da bir bileşiğe ihtiyaç duymayacak şekilde de yaratabilirdi.

TANRI NASIL VAR OLDU?
Tanrı; yaratan ve kimsenin kendisini yaratmaya ihtiyacı olmayandır. Tanrı nasıl var oldu, Tanrıyı kim yarattı, Tanrıyı ne oluşturdu gibi soruların hepsi aynı şeyi sorar.
Burada şöyle düşünmemiz gerekir:
1. Tanrı tasarımlanabilir midir ki? Tasarımlanabilir bir şey için ancak “kim tasarladı” diye sorulabilir.
2. Sorunun kendisi felsefi açıdan hatalı bir sorudur. Tanrı kavramının açıklaması zaten “yaratılmamış” demektir. Yani bu saydığımız sorular, yaratılmamış denilen bir kavram hakkında “kim yarattı” diye sormaktır. Sorunun kendisi çelişkilidir. Örnek: tanımı gereği üçgen, üç kenarlıdır. Dört kenarlı üçgen var mıdır diye sormakla, “Tanrıyı kim yarattı” diye sormak felsefi açıdan aynıdır. Dört kenarlı üçgen var mı diye bir soru olamaz, zira üçgen tanımlaması gereği üç kenarlıdır. Tanrı da tanımı gereği “yaratılmamış” “ezeli” demektir. Doğmamış, tasarımlanmamış ve tasarımlanamaz da.
KARAR VER
İçtiğin suya, hisseden ellere, tadını aldığın yiyeceklere, yere sağlam basan ayaklarına bak. Karar ver. Görmen için herhangi bir yerden bakman yeter.
Hep birlikte yok oluşa gitmiyoruz:
Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık. (Duhan Suresi, 38)
Gün gelir, acaba Tanrı var mı diyenin kalbi, tatmin bulan müminlerin ki gibi muhakkak olur. 
Sen, bu kitabın sana Rabb’inden rahmet olarak ulaştırılmasını, ümit etmezdin.(Kasas Suresi, 86)

Yazılarımı http://www.allahateslim.com/ adresinden de okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder